Ana Sayfa Edebiyat BİR DELİNİN GÜNCESİ: YALNIZLIĞIN DEĞERİ AZALIYOR, FİYATI ARTIYOR! – ASLI ERDOĞAN

BİR DELİNİN GÜNCESİ: YALNIZLIĞIN DEĞERİ AZALIYOR, FİYATI ARTIYOR! – ASLI ERDOĞAN

CAM DUVAR

Sonunda geldi gece. Kurumaya yüz tutmuş bir ırmak gibi ağır aksak akan, cehennemsi bir günden sonra, bir parça serinlikle geldi. Klimalı bir kafedeyim. Sokaktan ve sıcaktan boydan boya uzanan cam duvarla korunan bir mekan burası. Buzlu bir içki ısmarlamalı, sesi tam kıvamında açılmış müziğe kendimi salmalı ve yazmaya başlamalı. Kirli, yapış yapış ağustos günlerinde, hiçbir düşünceye çengel atamıyor zihin. Tutunacak bir imge bile bulamıyor. Bu yüzden, duyguların su yüzeyindeki dalgalar gibi kıpırdandığı bir yazı tasarlıyorum. Hafif, uçucu kaçıcı, acı geçirmez…

Zaten bu sıcaklarda, ne söylenirse söylensin, dudakların kenarından kayıveriyor sanki. Kalem mayışıyor, üşengeçleşiyor. Cümleler ölü sinekler gibi dökülüyor. Rio de Janeirdda havalar çok daha kötüydü, inanın. Aralık başında, efsanevi tropikal sıcaklar bastırır, termometre en az altı hafta kırkın altına inmezdi. Dev kayalıklar okyanus rüzgarlarını tümüyle kestiği gibi, ışınları da kentin üzerine yansıtır; Rio, gövdelerin usulca kızardığı bir açık hava fırınına dönerdi. Keskin, beyazımsı bir ışıkla yıkanan öğleden sonralarda, sokağa çıkmak, Sahra’yı geçmek denli irade isterdi. Daha kapıda, demir bir halka gırtlağıma sarılır, soluksuz bırakırdı. Hortumla yıkanmışçasına sırılsıklam kesilirdim. Kaldırımlardan yükselen su buharının altında, hummaya tutulmuş gibi titrer, can çekişirdi kent. Camın berisinden dışarıyı seyrediyorum. Sokak, kupkuru ay ışığıyla yetinmeyen biz kentliler için aydınlatılmış. Yapay alacakaranlık, günün henüz bitmediği yanılgısını uyandırıyor.
Sıra sıra barlardan çeşit çeşit ritim yayılıyor sokağa, dalga dalga patlayan kahkahalar, bağırışlar… Bir de alkol ve insan kokusu.

Hiçbiri cam duvarı geçemiyor. Burası klimalı; hem sıcaktan, hem de birbirimizin sigara dumanından, ter kokusundan, soluğundan korunuyoruz. Bu sokağın yarısı insanlara, diğer yarısı da sahipsiz gölgelere ait sanki. Çok değil, yirmi metre aşağıda, karanlığı iyi bilen, gerçek bir “arka sokak” başlıyor. Korkutucu profilli binaların önüne Mercedes’ler park etmiş. Bodrum katlara inen merdivenlerin başında, karanlık yüzlü adamlar bekliyor. Katiller mi, yoksa kendi halinde görevliler mi olduğu çıkarılamayan bu adamların geçenlerde kıyasıya dövüldüklerini gördüm. Sessizce, esas duruşta dikilmişlerdi. (Rio’da havalar çok daha kötüydü, inanın.) Müzik bitiyor.

Ağustosböcekleri gibi şakıyan topluluklar bir anlığına suskunlaşıyor, sessizliğe kulak kabartıyor. Çekici görünmekle yükümlü kadınları izliyorum çaktırmadan. Kentin tek hakimi ağustos sayesinde, bedenlerine biraz daha yakınlaşmış, sahip çıkmışlar. (Bu ülkede, yaptığınız yapacağınız hiçbir şeyle gurur duymanıza izin vermeseler de, bir çift uzun bacakla fütursuzca böbürlenebilirsiniz.) Sesler yeniden yükseliyor. Zekice şakalar, parlak görüşler, makul başarılar ve küçük yaralarla övünmeler… Herkes bir öyküde başrol kapmış ama kimse gerçek öyküsünü anlatmıyor. Bu sıcak yaz gecelerinde, yalnızlığın değeri azalıyor, fiyatı artıyor. Gazeteleri önüme yığmışım. Bir sayfa dolusu, kocası tarafından öldürülmüş kadın fotoğrafı. Benden sekiz yaş küçük bir gencin haberini okuyorum, dört yıldır hapiste.

(Rio’da havalar daha kötüydü, inanın.) Kafamı kaldırıyor, dışarıdaki tinerci çocuğu görüyorum. Karanlıkta heykel gibi durmuş, içeriyi, çiğ ışığın altında parıldayan kafeyi izliyor. Bir dolup bir boşalan zarif kadehleri, renkli yiyeceklerle tıka basa dolu tabakları, birbirine uzanan, dokunan, sarılan insanları, bronz tenli, ışıl ışıl kadınları …

Bana mı bakıyor yoksa? Gözleri bir çift cam duvar; ışığı, görüntüleri, nesneleri oldukları gibi dışa yansıtıyor. Onun için ne yapabilirim ki? Paslanmış vicdanımla ansızın baş başa kaldım işte. Eline bir beş yüzlük tutuşturabilir, adını sorabilir ya da onun için bir öykü yazıp ona yepyeni bir ad verebilirim. Yani hiçbir şey yapamam. Ben nasıl onun hilci. yesinde bir fıgüransam, o da benim hikayemde bir figüran. Rio’da açlıktan ölmek üzere olan insanların gözlerini görmüştüm; havalar da daha sıcaktı, inanın; bulanık dipsiz kuyulardı. Ansızın bir tekme atıyor çocuk; kafenin camı, aramızdaki duvar tuzla buz oluyor. Onun nefreti hepimizinkinden güçlü. Çığlıklar, küfürler, dışarı fırlayarılar…
Şiddet, durgun ağustos gecesine imzasını atıyor.

Aslı Erdoğan
Bir Delinin Güncesi

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version