Ana Sayfa Edebiyat BEKLEYİŞ UNUTUŞ: “ÖYLE BİR ŞEY YAP Kİ SENİNLE KONUŞABİLEYİM…”- MAURICE BLANCHOT

BEKLEYİŞ UNUTUŞ: “ÖYLE BİR ŞEY YAP Kİ SENİNLE KONUŞABİLEYİM…”- MAURICE BLANCHOT

 Bir şey beklendiğinde artık daha az bekliyorduk!

Burada, ve belki kendisine de hitap eden bu cümlede durmak zorunda kaldı. Bu notları neredeyse onu dinleyerek kaleme almıştı. Yazarken hala onun sesini duyuyordu. Notları ona gösterdi. Kadın okumak istememişti. Sadece birkaç pasajı okudu, çünkü kendisinden nazikçe rica etmişti. “Konuşan kim?” diye soruyordu kadın. “O halde konuşan kim?” Yerine oturtmakta zorlandığı bir aksilik olduğu hissine kapılmıştı. “Size doğru gözükmeyeni silin:’ Fakat hiçbir şeyi silemezdi de. Kadın tüm kağıtları kederli bir şekilde fırlattı. Ona her konuda inanacağını söylemiş olmasına rağmen, mevcut hakikatin de etkisiyle, ona yeterince inanmadığı duygusuna kapılmıştı. “Ve şimdi artık sahip olmadığım ve sizin hiç sahip bile olmadığınız bir şeyi benden koparıp aldınız:’ Kadının daha bir isteyerek kabul edebileceği, aklındakilerden o kadar da uzak olmayan kelimeler yok muydu? Fakat her şey gözlerinin önünde olup bitiyordu: olayların aydınlığa kavuştuğu ve bugüne kadar sıkı sıkıya bağlı olduğu merkezi kaybetmişti. Kadın, belki bir şeyleri koruyabilmek için, belki de ilk kelimelerin her şeyi söylüyor olmasından dolayı kendisine en sadık görünenin ilk paragraf ve belki biraz da ikinci paragraf olduğunu söylüyor, özellikle de sonunda.

Buradan yeniden yola çıkmaya karar verdi. Kadını çok da fazla tanımıyordu. Fakat adam kendisini varlıklara yakın hissetmek için aşina olma ihtiyacı hissetmiyordu. Onları böylesine yakın bir ilişkiye sokan şey, ona tam da bu odayı veren tesadüf müydü? Bu süre içinde başkaları da burada ikamet etmişti fakat kadın yine de onlardan kaçındığını söylüyordu. Odası, biraz daha uzakta, evin kıvrılmaya başladığı koridorun sonundaydı. Geniş halkonda uzandığında onu görebiliyordu ve varışından kısa bir süre sonra kendisini fark etmesini sağlayacak işaretler yapmıştı. İnançsızlığı konusunda kendisine sitem ederken kadının haklı olup olmadığını düşünüyordu. Ona inanıyordu, sözlerinden en ufak bir kuşkusu yoktu. Onu görmek, işitmek, hiç eksik olmasını istemediği bir hissiyatla, kendisini ona yaklaştırıyordu. O halde tersliğin kaynağı neydi? Söylediğini neden böylesine kederli bir şekilde reddediyordu? Kendi kendisini mi reddediyordu? Belki de bir yerde hata yaptığını düşündü.

Fazla hoyratça sorgulamıştı. Ona sorular sorduğunu hatırlamıyordu ama bu onu haklı çıkarmıyordu; kendi sessizliğiyle, beklentisiyle, kadına vermiş olduğu işaretlerle onu daha da sıkıştıran bir tarzda sorulara maruz bırakmıştı. Onu hakikati fazlasıyla açık bir biçimde söylemeye itmişti; doğrudan, yatıştırılmış, dönüşü olmayan bir hakikatti bu. Fakat kadın neden onunla konuşmuştu? Eğer bunu sorgulamaya başlarsa devam edemeyecekti. Fakat bu, aynı zamanda son derece belirleyiciydi. Doğru nedeni bulamadığı sürece, şimdi duymuş olduğundan şüphe etmediği şeyleri kadının ona gerçekten söylediğinden asla emin olamayacaktı -bu inancı onun mevcudiyetine, kelimelerin fısıltısına borçluydu: sözler havada uçuşmaya devam ediyordu. Fakat ya daha sonra? Daha sonrasını dert etmemeliydi, başka bir zaman için herhangi bir güvence aramıyordu. Kadını özgür bırakacaktı. Belki de onu başka sırları ifşa etmeye zorlamak istemiyordu, belki de tam tersine gizli arzusu onu bu eğilimde tutmaktı. Bu, çekici gelmekle beraber, aynı zamanda onda bir huzursuzluğa da sebep oluyordu.

Kendisinin art düşünceleri olduğunu keşfetti. Bu art düşünceler, kendisi farkında olmadan, onca eminlikle yazmış olduklarını saptırmamış mıydı? Hayır, diyordu kendine. Kadının onca umutsuzlukla onun karşısına koyduğu bu inkarı düşünürken bulanık bir umutsuzluk duyuyordu. Sadık olmak, işte kendisinden istenilen buydu: kendisine has kıvrımlarla kadının gözden kaybalacağı ve kendisini tek başına bırakacağı yere kadar ona eşlik edecek biraz soğuk bu eli tutmak. Fakat bu elin kime ait olduğunu soruşturmamak onun için oldukça zordu. Her zaman böyle olmuştu. Kat edilecek olanı değil de kendisine uzanmış olan bu eli düşünüyordu. Hata, hiç kuşkusuz buradaydı. Kağıtları bir araya getirirken -ki kadın şimdi onu meraklı gözlerle izliyordu- bu başarısızlıkla ona bağlanmış olduğunu hissetmekten kendini alamadı. Tam olarak neden olduğunu anlayamıyordu. Sanki kadına boşluğun içinden dokunmuş, onu bir an için görmüştü. Ne zaman? Az önce. Onun kim olduğunu görmüştü. Bu, kendisini cesaretlendirrnek şöyle dursun, her şeye son noktayı koyuyordu. “Peki öyle olsun’ diye söylendi, “eğer istemiyorsan vazgeçiyorum: Vazgeçiyordu fakat, doğrusu, bunu ne ona ne de sırrına doğrudan hitap eden içten sözlerle yapıyordu. Kendisine daha tanıdık gelen, bildiği ve onu sanki neşeli bir özgürlük içinde yaşatmış olan başka bir şeyi hedeflemişti.

Belki de bunun kadının sesi olduğunun farkına varmıştı şaşkınlıkla. Kendisine emanet edilen işte bu sesti. Ne şaşırtıcı bir düşünce! Kağıtları yeniden eline aldı ve yazdı: “Sana emanet edilen sestir, kadının söylediği değil. Kadının söylediklerini, senin derlediğin ve haklarını vermek için kaydetliğin sırları, ne kadar çekici olurlarsa olsunlar, nazik bir şekilde en başta onları içinden çıkardığın sessizliğe doğru taşımalısın.” Kadın ona şu an ne yazdığım sordu. Fakat bu kadının duymaması gereken, birlikte işitmemeleri gereken bir şeydi. Adam ona kaçamak bir bakış fırlattı. Kadın belki konuşuyordu ama ifadesinde söylediklerine dair en ufak bir teveccüh, konuşmaya en ufak bir rıza yoktu; sadece, güç bela hayatta olduğu izlenimi veren bir teyit, belli belirsiz bir acı mevcuttu. Kadına şunu söyleme hakkına sahip olmayı isterdi: “Seni duymamı istiyorsan konuşmayı bırak:’ Fakat kadın, hiçbir şey söylemezken bile susamazdı artık. Belki de kadının her şeyi unuttuğunun iyice farkına varmıştı. Bundan rahatsızlık duymuyordu. Onun, bildiklerini hatırlamaktan ziyade unutarak zapt etmek arzusunda olup olmadığını soruyordu kendine. Fakat unutuş… O halde kendisinin de unutuşa düşmesi gerekiyordu. “Neden beni böyle dinliyorsunuz? Hatta konuşurken bile neden dinlemeye devam ediyorsunuz? Neden, sonrasında söylemek zorunda olduğum bu söze beni itiyorsunuz? Ve hiç cevap vermiyorsunuz; kendiniz hakkında hiçbir şey söylemiyorsunuz. Fakat ben de ağzımı açmayacağım, haberiniz olsun. Söylediklerimin hiçbir önemi yok: Kadının istediği, hiç şüphesiz, adamın, kendisinin söylediklerini tekrar etmesi, sadece tekrar etmesiydi. Fakat hiçbir zaman benim sözlerimde kendisininkileri tanıyamıyordu. Farkında olmadan bir şeyleri mi değiştiriyordum acaba? Ondan bana gelirken sözlerde bir şeyler değişiyor muydu? Kendi kendisi için alçak sesle, onun için daha alçak sesle. Duyulmadan evvel tekrar edilmesi gereken söz, takip ettiği izsiz mırıltı, bir yok-yerde başıboş gezinen, her yerde-ikamet eden, akışa bırakmanın zorunluluğu. Her defasında, hiç konuşmadan yeniden burada olmak isteyen hep bu eski söz. Her ne kadar bu olanlar karşısında hakikat kelimesini kullanamasa da bu bir kurmaca değildi. Başına bir şey gelmişti ve ne bunun doğru olduğunu ne de karşıtını söyleyebiliyordu. Daha sonra, olayın özgüllüğünün bu ne doğru ne de yanlış oluşta olduğunu düşündü. Zavallı oda, sende hiç ikamet edildi mi? Ne kadar da soğuk burası, ne kadar da az yaşıyorum burada. Sadece ikametirnin tüm izlerini silmek için kalmıyor muyum burada? Yeniden, yeniden, yürüyerek ve her daim yerleşik olarak, bir başka ülke, başka şehirler, başka yollar, aynı diyar.

Sıklıkla onun konuştuğu hissine kapılıyordu fakat kadın henüz konuşmuyordu. Bu yüzden adam bekliyordu. Bekleyişin büyük hareketli çemberindeydi, kadınla birlikte kapatılmış halde. “Öyle bir şey yap ki seninle konuşabileyim:’ – “Evet ama bunun için ne yapmam gerektiği konusunda bir fikriniz var mı?” – “Duyduğunuza ikna edin beni:’ – “O halde başla, konuş benimle:’ – “Eğer beni duymuyorsanız nasıl başiayabilirim konuşmaya? – “Bilmiyorum. Seni duyduğumu sanıyorum:’ – “Senli benli konuşmanın sebebi ne? Hiç kimseye senli benli hitap etmezsiniz:’ – “İşte sana hitap ettiğimin kanıtı:’ – “Sizden konuşmanızı değil duymanızı, sadece duymanızı rica ediyorum:’ – “Seni duymamı mı, yoksa genel olarak duymamı mı?”- “Hayır, beni değil, anladınız işte. Duymak, sadece duymak:’ – “Öyleyse konuştuğunda konuşan sen olmayacaksın:’ O halde ikili sözü işittirmek için hep tek bir dilde. Kadının onunla giriştiği bir çeşit mücadeleydi, ondan bir cevap beklediği ve kendi gerekçesini sunduğu sessiz bir münakaşa. Yine de adam daha ilk günden beri, henüz tam olarak ilk gün olmayan ve kadının, şaşırmış ve neredeyse öfkelenmiş halde, adamdan onu haklı çıkararak kendisini haklı çıkarmasını bekleyerek, ona orada olmaktan dolayı öylesine rahatsız göründüğü o günden beri, onu uyarmamış mıydı? Gençliğe has bir kuvvetle o zaman cevap vermekte hiç tereddüt etmemişti. O zamanlar, henüz her şeyin mümkünmüş gibi göründüğü ve adamın, asıl ayrıntıyı her daim hakim bir doğrulukla rastgele kaydederek ve geri kalanı için hiç hata yapmayan hafızasına güvenerek, ihtiyatı elden bıraktığı parlak bir dönemdi. Onunla beraber bu odada bulunmasına rağmen adamın bu odanın son derece ayrıntılı bir tasvirini yapmasını beldemişti sanki. Belki gerçekten de burada olduğundan kesinlikle emin olmak için. Belki de bu tasvirin, başkası tarafından işgal edilen aynı odayı ortaya çıkartacağını hissettiği için. Beklenenin, uzun zamandır sadece beldeyişi sürdürmeye hizmet ettiği, bekleyiş in bu uç noktasında, belki son, belki de sonsuz anında: insan hala aramızdadır. Bilineni hiçe saymaya çalışmak, sadece bu. Omuzlarındaki neyin yüküydü? Kendisindeki hangi eksiklik üzerine çöküyordu?

Adam, odaya amaçsızca değil de ilgiyle bakmaya çalıştı bu kez: bir otel odasıydı. Dar ve uzun i belki de anormal bir biçimde uzun. Kadının, ona olayların nasıl gerçekleştiğini söylemeye çalışmadığını -belki de bunu ayrıca söylüyordu- fakat dondurucu bir acıyla, sanki kendisine emanet edilmiş kimi kelimeleri e mücadele ettiğini ve gelecek ile, ya da henüz geçmemiş olsa da halihazırda mevcut, halihazırda geçmiş olan bir şey ile ilişkisini sürdürmeye çalıştığını fark ettiğinde ilk defa korkuyu hissetmişti. Adam önce hiçbir şey bil em eyecek (ve bilmeyi ne kadar arzulamış olduğunu görecekti), sonra ne zaman bitirmekte olduğunun hiçbir zaman farkına varamayacak Nasıl bir varoluş ortaya çıkaracak; ciddi, uçan, bağlanmanın olmadığı, hiçbir bakış açısına sahip olmayan bir varoluş… kadınla ilişkisine gelince, sürekli bir aldatmaca. Odanın özelliği boşluğu. Adam odaya girdiğinde farkına varmıyor; her zaman ikamet ettiği, sevdiği gibi ortalama bir otel odası. Fakat tasvir etmeye kalktığında bomboş ve kullanmaya çalıştığı kelimeler sadece bu boşluğu sarmalıyor. Buna rağmen kadın, adam odayı tasvir etmeye çalışırken büyük bir ilgiyle onu izliyor: burada yatak, şurada bir masa, olduğunuz yerde de bir koltuk. Kadın, sürekli olarak önünde olan fakat bir türlü gerçek kılamadığı hakikate ulaşmak için kullanabileceği bir gücü olduğunu düşünüyordu, en azından adama öyle geliyordu; fakat anlaşılmaz bir umursamazlıkla, bu güçle bir şeyler yapmayı reddediyordu. “Neden yapabileceğiniz şeyleri yapmıyorsunuz?” – “Fakat ne yapabilirim ki?” – “Yaptığınızdan fazlasını:’ – “Evet, hiç şüphesiz fazlasını; biraz daha fazlasını, diye ekledi adam neşeyle. Sizi tanıdığımdan beri sıklıkla aynı izlenime kapılıyorum:’ – “Dürüst olun: neden sahip olduğunuzu bildiğiniz bu gücü kullanmıyorsunuz?” – “Nasıl bir güç bu? Bana bunu neden söylüyorsunuz?” Fakat kadın telaşsız inatçılığıyla devam diyordu: “Size ait olan bu gücü kabullenin:’ – “Bilmiyorum ve bana ait değil’: – “Bu gücün sizin bir parçanız olduğunun kanıtı bu işte:

Bu sınırsız boşlukta sesler yankılanıyor, seslerin boşluğu ve bu boş mekanın boşluğu.  Kelimeler, kadında ifade bulmasına yardım ettikleri hatırayı tahrip ediyorlardı. Hafızasında yeniden hatırianabilir olanlar sadece acılar. Onu iyice duyma arzusu, uzunca bir süredir yerini, söylediği her şeyin kayıtsız zeminini oluşturacağı bir sessizlik ihtiyacına bırakmıştı. Fakat sadece duymak besleyebilirdi bu sessizliği. Her ikisi de dilde fakirliğin peşindeydiler. Bu konuda hemfikirdiler. Kadın için her zaman fazlasıyla kelime vardı ve hep bir kelime fazlaydı; üstelik bunlar fazlasıyla zengin ve her daim aşırılık ile söze dahil olan kelimelerdi. Kadın, görünüşte pek bilge olmasa da her zaman soyut, hiçbir şey çağrıştırmayan kelimeleri tercih eder gibiydi. Kadın, ve onunla birlikte adam da, bu hikayenin içinde, hikayenin de cezbetmeye katkı sağladığı bir şeyden korunmak için kendisine bir sığınak yaratmaya çalışmıyor muydu? Adamın buna inandığı anlar ve onun buna inanmasını sağlayan cümleler vardı. Belki de kadın ona bu hikayeyi önererek, aynı zamanda onu indirgerneye çalıştığı, ondaki kendini ifade etme istencini yok etmeyi istiyordu sadece. Geriye dönmemeli.

Beklemek, bekleyişi, en için ve en dışın kesiştiği dairelerde kendi üstüne dolanmış, sıkışmış, yansız bir edim haline getiren şeye dikkat kesilmek, bekleyiş halindeki ve ta beklenmedik olana kadar geri döndürülebilecek olan dağınık bir dikkat. Bekleyiş, herhangi bir şey beklemeyi reddeden bekleyiş, adımların kıvrımlarını açarak gözler önüne serdiği sakin uzam. Adam, aşırı dikkat gerektiren edirolerde gizlenmiş ve dağılmış bir şekilde erişiirneye müsait temel bir dikkatsizliğin hizmetinde olduğu hissine kapılıyordu. Bekleyen, fakat bekleyişe müsaade etmeyecek olana bağımlı halde bekleyen bir bekleyiş. Kadın için beklemek, öyle görünüyor ki, sonunu getirmek zorunda olacağı ve neticesi de bir hedefe doğru adım adım ilerlemek olan bir hikayeye kendini teslim etmekti. Dikkat, adamın, kendisi olmaksızın kısır bir edim haline geleceğini hissettiği başlangıçtaki dikkatsiziikten sökülüp alınan bu aniatı tarafından sınanmalı sanki. Beklemek, neyi beklemeliydi? Eğer adam bunu ona sorsaydı, kadın şaşıracaktı, zira onun için bu yeterli bir kelimeydi. Bir şey beklendiğinde artık daha az bekliyorduk. İhtiyatın ve sessiz bekleyişin onun üzerinde kurduğu olağanüstü baskı. Uzunca bir süredir, önlerine koydukları amaçlara ulaşmayı beklemiyorlardı. Kadının kendisine bundan söz etmeye devam edip etmediğini bile bilmiyordu artık. Kaçamak bir şekilde bakıyordu kadına. Kadın belki konuşuyordu ama yüzünde söylediklerine dair en ufak bir iyi niyet ifadesi yoktu…

Maurice Blanchot
Kaynak: Bekleyiş Unutuş
Fransızcadan Çeviren: Ender Keskin, MonoKL

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version