BEKLEYEN ADAMIN ÜÇ HALİ: AH KELİMELER! NE MÜTHİŞ ŞEYSİNİZ, NE MÜTHİŞ!- SAİT FAİK

    1
    Gelmeyeceğini çok iyi biliyorum. Onu beklemek, bilhassa güzel… Duyduklarımı söyleyebildikten sonra bu saatin ne ehemmiyeti olurdu? İyi ifade-i bir hesap kitap vardır. Belki bu saat geçtikten sonra, neden sonra bu, onu bir pencere kenarında, sokaktan geçenlerden bazısını ona benzeterek geçirdiğim saati tahlil edebileceğim. Hiçbir zaman tahlil edemeyeceğimi bilirsin ya, numaracı! Bunlara ancak “keder” diyebilirsin.
    Olmayacak bir şey olsa ve birden aralığın başında hakikat oluverse, duyacağımı “sevinç” diye adlandıracağım.

    Keder ve sevinç; ah kelimeler! Ne müthiş şeysiniz, ne müthiş! Şu anda her kelimenin manasının o basit gerisinde neler saklı olduğunu anlıyorum. İnsanoğluna her kelime nelere mâl olmamış… Şimdi anlıyorum. Belki bu kadar kuvvetli ilk defa seviyorum. Bütün kusurlarım -çoğunu meziyet sanırdım- birer birer keder ve sevinç misali ayan oluyorlar. Benim meziyetlerim de varmış; hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir bankasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakârlıklar yaratabilirindim. Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim. Bir benden başkasını özler, kokusunu duyar, düşünür üzülürmüşüm. Balzac’ın hakkı yok: O diyor ki, “Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir.” Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuurüstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum.

    Zaman geçiyor. Bir cigara daha yakıyorum. Caddenin bir karış yerinden köpekIi bir genç kız; siyahlar giyinmiş, sapı gümüş bastonlu bir Hıristiyan kadını geçti. “Mobilya Yapımevi”nin gürbüz çırağı gülüyor. Manavın önünde bir asker, üzüm alıyor. Bir araba geçti. Bir adam elinde bir şeyler götürüyor. Ana caddeye bir tramvay geliyor: Acaba aşağıdan mı? Şimdi yan sokağa insanlar çıkacak. Ya aralarındaysa, ben ne yaparım?

    Geçen hafta böyle olmamıştı. “Son defa geleceğim” demiş ve hakikaten gelmişti. Ne olmuştu? Yarım saat karşı karşıya oturmuştuk. Ne kadar heyecansız, soğuk ve sakın gibiydim. O benden daha nazik, daha heyecanlı, daha bir tuhaftı. “Bir daha gelmeyeceğim” dedi. Ama dün tekrar ısrar ettim. “Peki yarın gelirim, bekle!” dedi. Gelmeyeceğini pek iyi biliyorum. Fakat o gelecek diye beklemek… Yahut yalnızca beklemek…
    Dilerim Allahtan: Onu da benim gibi belalara müptela kılsın! Bir insanı özlesin! İşini gücünü, havayı suyu, yemeği bir tarafa bıraksın! Böyle bir pencere önünde beklesin!

    Saçım, tek tük sakalım ağardı. Fakat her zaman böyle pencere önlerinde bir hayal bekledim. Ne kadar fazla hakikat oldularsa şimdi bütün hepsi o nispette hayaldir.
    “Mobilya Yapımevi”nin çırağı, elinde bir küçük şişe ile şimdi dükkâna girdi. Manavın önünde lacivert elbiseli biri, kavunları yokluyor. Küçük mektepli kızlar geçiyor.

    Bu dekor, dakikadan dakikaya, saatten saate, hatta bomboş olduğu zaman bile aynı olmadan değişecek. Ben bu değişen manzarayı seyrederek seni akşamlara kadar bekleyeceğim. Akşamüstü içki içmeye gideceğim. Sonra seni yine bulacağım. Bu akşam, niyetim, sana yalnız uzaktan bakmak. Önünden bir selam verip geçmek. Yanıma gelmeyeceğine eminim, olsun. Seni gören bir yerde oturup vapur iskeleye yanaşıncaya kadar seni gözleyeceğim. Beni görürsen kızacaksın. Lafını şaşıracaksın. Belki de yer değiştireceksin. Görmezsen, uzun zaman seni seyretmek fırsatını bulacağım.

    Manav, hani o perde sopası içlerinden çıkan zemberekli şeye üç kavun bağladı. Kavunlar zıp zıp sıçrıyorlar.

    2
    Sevgilim gelmedi. Benim en aziz iki dostum, şimdiye kadar size yazamadığım için beni affedin. Ne zamandır -aşağı yukarı otuz sene geçti- size mektup yazamadım. Neden yazmadığımı sorarsanız söyleyeyim:

    Efendim, canım dostlarım, aziz sevgililerim. Sizi bana kimler zemmetmedi. İnanmayacaksınız. Vallahi, sizi çok sevenler bile, sizden bahis açıldığı zaman “Aman! Aman!” dediler. İnsanı dedikodular şaşırtıyor, ne yapa hiç bilmediğim, aklıma getirmediğim, kendimden bir başkasını sevebilirmişim. İçimde onun için fedakârlıklar yaratabilirmişim. Ben hiç korkak değilmişim, hatta dövüşebilirmişim. Bir benden başkasını özler, kokusunu duyar, düşünür üzülürmüşüm. Balzac’ın hakkı yok: O diyor ki, “Aşk, şuuraltı bile olsa yine bir hesap kitap işidir.” Burjuvalar arasında doğru. Fakat benim ne şuur üstü, ne şuuraltı hiçbir hesabım yok. Hesapsızlıklarla doluyum. Sevgilim hesap ediyorsa, zararı yok ben hesap etmiyorum.

    Zaman geçiyor. Bir cigara daha yakıyorum. Caddenin bir karış yerinden köpekli bir genç kız; siyahlar giyinmiş, sapı gümüş bastonlu bir Hıristiyan kadını geçti. “Mobilya Yapımevi”nin gürbüz çırağı gülüyor. Manavın önünde bir asker, üzüm alıyor. Bir araba geçti. Bir adam elinde bir şeyler götürüyor. Ana caddeye bir tramvay geliyor: Acaba aşağıdan mı? Şimdi yan sokağa insanlar çıkacak. Ya aralarındaysa, ben ne yaparım?

    Geçen hafta böyle olmamıştı. “Son defa geleceğim” demiş ve hakikaten gelmişti. Ne olmuştu? Yarım saat karşı karşıya oturmuştuk. Ne kadar heyecansız, soğuk ve sakin gibiydim. O benden daha nazik, daha heyecanlı, daha bir tuhaftı. “Bir daha gelmeyeceğim” dedi. Ama dün tekrar ısrar ettim. “Peki yarın gelirim, bekle!” dedi. Gelmeyeceğini pek iyi biliyorum. Fakat o gelecek diye beklemek… Yahut yalnızca beklemek…

    Dilerim Allahtan: Onu da benim gibi belalara müptela kılsın1! Bir insanı özlesin! İşini gücünü, havayı suyu, yemeği bir tarafa bıraksın! Böyle bir pencere önünde beklesin!

    Saçım, tek tük sakalım ağardı. Fakat her zaman böyle pencere önlerinde bir hayal bekledim. Ne kadar fazla hakikat oldularsa şimdi bütün hepsi o nispette hayaldir.

    “Mobilya Yapımevi”nin çırağı, elinde bir küçük şişe ile şimdi dükkâna girdi. Manavın önünde lacivert elbiseli biri, kavunları yokluyor. Küçük mektepli kızlar geçiyor.

    Bu dekor, dakikadan dakikaya, saatten saate, hatta bomboş olduğu zaman bile aynı olmadan değişecek. Ben bu değişen manzarayı seyrederek seni akşamlara kadar bekleyeceğim. Akşamüstü içki içmeye gideceğim. Sonra seni yine bulacağım. Bu akşam, niyetim, sana yalnız uzaktan bakmak. Önünden bir selam verip geçmek. Yanıma gelmeyeceğine eminim, olsun. Seni gören bir yerde oturup vapur iskeleye yanaşıncaya kadar seni gözleyeceğim. Beni görürsen kızacaksın. Lafını şaşıracaksın. Belki de yer değiştireceksin. Görmezsen, uzun zaman seni seyretmek fırsatını bulacağım.

    Manav, hani o perde sopası içlerinden çıkan zemberekli şeye üç kavun bağladı. Kavunlar zıp zıp sıçrıyorlar.

    3
    Geldikten sonra:
    Dediği saatte gelmeyince bir şişe şarap aldım; bir cigara yaktım ve yukarıdaki mektubu dostlarım cigarayla şaraba yazdım. Birinci bardaktan ve beşinci cigaradan sonra âdeta sakinledim.

    Yine onu seviyorum ama gelmemesine pek aldırış etmiyordum. Bir aralık o kadar sakinledim ki uyuyakalmışım. Rüyamda bir kapı çalındı. Fakat bir türlü uyanamadım. Hızlı hızlı, bu sefer iki defa daha kapının zili çalınca fırladım, kapıyı açtım.

    Karşımdaydı. Yuvarlak yüzü, uykudan ve devirdiğim şaraptan şişmiş yüzüme bakıyor. Bu dakikaya ne kadar hazırlanmak lazım geldiğini şimdi anlıyorum. Onu çok tabii karşıladım. Heyecanlarım nereye kaçmışlardı?

    O büyük saadet hissi neremdeydi? Hiçbir şey bulamadım. Fakat başka türlü nefes alıyordum. O zaman ellerini tuttum. Onun en çok sevdiğim yeri olan bileklerini öptüm. Evden beraber çıktık. Onu Tünel’e kadar götürdüm. Tünel’e bindirdim. Kendim Beyoğlu tarafında kaldım. Bir kahveye girdim. İşte bunları yazabildim: Yani şu “Geldikten sonra” kısmını… Halbuki neler yazmayı kurmuştum, “Hele gelsin bir defa” diyordum.
    İşte geldi ve gitti. Yaz bakalım! O büyük saadeti yaz bakalım. Hadi bakalım!..

    Sait Faik Abasıyanık
    Kaynak: Son Hikayeler

    Yorum Yok

    Cevap Ver

    Lütfen yorumunuzu giriniz!
    Lütfen isminizi buraya giriniz

    Exit mobile version