Ana Sayfa Kitap Aleksandra Kollontay: “Kadının özgürlüğü gündelik yaşamın köklü dönüşümüyle gerçekleşebilir”

Aleksandra Kollontay: “Kadının özgürlüğü gündelik yaşamın köklü dönüşümüyle gerçekleşebilir”

Aslında yalnızca bir tek hayat değil, birçok hayat yaşadım, hayat kesitlerim birbirinden o kadar ayrıydı. Kolay bir hayatım olmadı, İsveçlilerin değimiyle ‘gül bahçesinde’ değildim. Yaşamadığım bir şey kalmadı; başarılar, korkunç derecede çok çalışma, takdir, kitlelerce sevilme, izlenmeler, nefret, cezaevleri, başarısızlıklar ve temel düşüncemde (kadın sorunu ve evlilik sorunu üzerine) yeterli anlayışı görememem, yoldaşlarla acı farklılıklar, düşünce ayrılıkları, ama aynı zamanda Parti’de (Lenin’in yönetimi altında) uzun yıllar beraber ve uyumlu çalışma.
Çevremde her zaman çok arkadaşım vardı. Fakat bir sürü nefret, çekememezlik ve kıskançlık da oldu. Büyük aşkı, ama öte yandan kıskançlığın acı tadını da yaşadım… her zaman ‘yaşamayı’ bildim ve bugün hala bu yeteneğe sahibim. Ve hayatımda en büyük ve en anlamlı anın hangisi olduğu sorulsa bana, hiç düşünmeden cevaplayabilirim: Sovyet iktidarının ilan edildiği an.”  

Sözleriyle, “Birçok Hayat Yaşadım” kitabının arka kapağında, yetmiş yıllık hayatını özetler Aleksandra Kollontay.

A. Kollontay 19 Mart 1872’de Petersburg’da dünyaya geldi. Babası toprak sahibi Ukraynalı soylu ve saygın bir aileye mensup Michael Domontovic’dir. (Domontoviclerin kökü 13.yüzyılda hüküm süren pesecov’un ünlü prensi Dovmont’tan gelmektedir.)
A. Domontovic sıradan bir insan olmadığını kararlılığını sağlam iradeli oluşunu daha çocukluk yıllarında gösterir. Ablaları ona, “istediği her şeyi elde eder” der. Varlıklı bir ailede, büyük aydınlık odaları ve uzun koridorları bulunan orduya ait bir evde sorunsuz bir çocukluk yaşar.

Babasının süvari eğitim müfettişi dolması dolayısıyla atlarla çocukluğunda tanışır. Eğitim yapan atları seyretmeyi ve onlara şeker yedirmeyi sever. Birçok sorusunun yanıtını İngiliz mürebbiyesi Bayan Godgeon’dan öğrenir. Karanlık ve ıssız, dar pencereli, kalın parmaklıkları olan evleri sevmez. Bu tür yerler ona Bayan Godgeon’unun öğrettiği üzere hep hapishaneleri hatırlatır.

1870’li yıllarda (Avrupa Aydınlanması) Domontovic ailesi içinde de hissedilir. Annesi kültürlü ve düzenli bir hanımefendidir. Çernişevsk’nin “Nasıl Yapmalı” romanından esinlenmiş ilerici, çağdaş, aydınlanmacı bir yaşam anlayışı ile kızlarının eğitimi, gelişimi için çaba harcar. Evi idare eder. Kızlarının iyi yetişmesi için uğraşır; “Eteklerinizi sakın çengelli iğne ile tutturmayın, düğme dikin! Çekmecelerinizi toplayın!” gibi sürekli öğütlerde bulunur. Temizliğe önem verir. Maddi olanakları çok iyi olmasa bile hizmetkârları vardır. Kalabalık bir ailedirler. Annesinin ilk evliliğinden Aleksandra’dan büyük iki kız ve bir erkek kardeşi vardır. Ayrıca emekli olmuş çocuk bakıcıları ve hizmetkârlarla birlikte yaşarlar. Aleksandra’yı etkileyen ve çocukluğundan belleğinde kalan, “annesinin masasında Oteçestvennyje Sapiski dergisinin durduğu, Turgenyev’in “Bir Avcının Notları” adlı eserinin yaşlı gözlerle okuduğudur. s.5

Kültürlü- bilinçli bir anne yetiştiren büyük babası Aleksander Massalin’dir. Fin’li basit bir çiftçinin oğlu, gururlu bir kişiliğe sahip olan Aleksander Massalin, kereste ve odun ticareti yaparak kısa sürede bir servet sahibi olur. Müziği ve operayı çok seven iki kızını düzenli olarak İtalyan operasına gönderir… Aleksandra, “Birçok Hayat Yaşadım” kitabının giriş bölümünde ailesini derinlemesine anlatır.

1877-1878 Türk Bulgar savaşında beş yaşında olan Aleksandra, babası kurmay albay rütbesiyle cepheye gönderilince Türkleri tanır. Ülkeleri ve ulusları daha bu yaşta tanır ve onları sorgulamayı öğrenir. “Tiranlar kimdir?” “Pan neydi?” “Slavizm ne demekti?” gibi. s.9

1878-1879’da babsının Tarnavo Valiliğine, sonra da Bulgaristan’daki Rusya Valisinin kalem şefliğine atanmasından dolayı ülkeler arasındaki ilk yolculuğunu yaşar. Geldikleri Sofya’da kendi deyimiyle, “burada karakterim şekillenmeye başlamıştı” der. Yine ilk kavgasını burada arkadaşı Şaşa’yı korumak için yapar ve yumruklarını kullanarak kavgayı kazanır.
Ablası Şenya piyano çalar, arya okur. Evdeki provalarda, opera ve tiyatro çalışmalarında ona yardımcı olur, rol alır birlikte oynarlar. Ablalarının rol aldığı bir tiyatro gösterisinde oyunculardan biri olan Adele’ye doğal bir çıkışla seslenir. Oyunun dışında beklenmeyen bir durum olan bu sesleniş, Aleksandra’nın toplum önünde ilk konuşmasıdır ve izleyicilerden çok alkış alır. Birçok izleyici, sonradan sesini ve hitap şekli konusunda övgüler ve önerilerde bulunur.
Anayasayı ve anayasa hazırlanışını geldiği Bulgaristan’da, babasının anayasa hazırlaması ve annesinin bu hazırlanan anayasa hakkındaki fikirlerinden öğrenir. Yani anayasayı, meclisi, Çar’ı aile içindeki konuşmalardan tanır. Anne ve babası arasındaki, ilk duyduğu sözcükleri bir kağıt parçasına not alır, aklına takılan konuları ilk fırsatta sorar.

Ailesiyle birlikte Bulgaristan’dan, kendi deyimiyle “anayurt” dediği Rusya’ya döndüklerinde öğrenme ve sorgulamasını geliştirmiş birisidir artık.
Çar ikinci Aleksander’in ölümü ve Çar’ın ölümünün Rus toplumunun değişik kesimlerinde nasıl karşılandığını anlatır, kendi izlenimleriyle.

Ablasının müzik eğitimi için gittikleri Milano’da Leonardo Vinci’nin eserlerini, kendi deyimiyle, “karanlık İtalyan Kiliselerini ve Roma amfitiyatrolarının kalıntılarını…” görür. On iki on üç yaşlarında yaptığı bu yolculuklarda yoksulluğu tanır. Kirayı ödeyemedikleri için sokağa atılan ailelerle karşılaşır, bu ailelerin durumu “sefaletin trajik tablosu” olarak belleğinde yer eder.

1880’ler de Avrupa ekonomisinin durumunu ve Çar Üçüncü Aleksandra’nın politikalarını anlatırken, insanların da Çar’ın tutumlarını nasıl karşılayıp eleştirdiklerini ve Almanya’nın, Fransa’nın, Avusturya’nın Rusya’ya karşı yaklaşımlarına değinir kendi yorum ve gözlemleriyle.

1888’de olgunluk sınavını vererek öğretmenlik yapma hakkını kazanır. Annesi onu topluma, çevreye tanıtmak için sosyetenin içine sokar. Matmazel Roberti’den aldığı derslerle kusursuz Fransızca konuşur. Yazar olmayı düşlediği için Rus Edebiyatıyla yoğun biçimde ilgilenir. Rusca öğretmeni Victor Petroviç’i, “dil ve düşüncelerin açıklığı açısından örnek gösterebilecek, Lenin’in konuşmaları ve yazılarını okuduğumda, eski öğretmenimi sık sık hatırlardım.” Der. s.47

Turgenyev’in, “Bir Gece Önce” den esinlenerek, ülkeleri ve öğrencileri yakından tanır ve yakınlık kurar. Gençlik arasında ekonomik ve sosyal sorunların sıkça konuşulduğu 1890’lı yıllarda, Marksizm’in Rusya’ya girmesiyle Marksizm ilgisini çeker. İşçi sorunları üzerine kitaplar alır okur. Kısa süre sonra bu tür kitaplara sansür konduğu için bulmak zorlaşınca, Rus köylüsünün ve işçisinin sorunlarını anlatan dergiler almaya başlar. Hayatı boyunca mücadelesini verdiği dünya görüşü ve inancı aynı yıl, aynı dönemde net bir kesinlik kazanır. Kocası Kolontay ve arkadaşlarıyla yaptığı bir tartışma sırasında bunu şöyle anlatır.

“Kollontay’ın arkadaşı, teknik başarıların tarihin en önemli faktörü ve insanlığı en büyük itici gücü olduğu kanısında. Kolontay “bu yetmez” diyorum, “her türlü canlı düşüncenin tohum halindeyken boğulduğu Çarlık Rusya’sında, bilimi ve eğitimi nasıl geliştirebileceksin? Mevcut düzeni köklü biçimde değiştirmek zorunlu. Yani bir ekonominin temelini oluşturmak gerekiyor. İnsanlık tarihinin motoru sınıf mücadelesidir.”s.57

1892’ de ilk kez Marksist edebiyat-Komünist Parti Manifestosu- ile karşılaşır. ….. İkinci dereceden kuzeni olan Vladimir Kolontay ile evlenir. Petersburg’un dar caddelerinden birinde mütevazi bir evde otururlar.

İlk öyküsünde kadın erkek ilişkisini işler. Öyküde duygularının sürekliliğinden emin olmayan kadın kahramanı, erkeği kendisine bağlamaktan korkmaktadır. “Arkadaşça ve aşıklar gibi yaşayacağız. Ve geri döndüğümüzde, özgür ve bağımsız olacağız.” Dedirtir kahramanına. Ama zamanın ünlü yazarı Korolenko, bu öykü için, “konunun orjinel görünmesine karşın edebi açıdan başarısız.” Der. Korolenko öyküsünü geri gönderir ve bir mektupla yazı hakkındaki görüşlerini bildirir.

“Propaganda bildirileri kaleme almış olsaydınız, daha başarılı olurdunuz. Edebiyat açısından aynı şey söylenemez. Bu alan için uygun koşullar sunmuyorsunuz.” Diye yazar.

İşte o zaman, yazdığının öykü değil, savunduğu düşüncenin propagandası olduğunu anlar. Lenin’in, “Halkın Dostları Kimlerdir?” kitabından çok etkilenir. O yıllarda Petersburg’da, profesörler ve uzmanlar tarafından sosyo-ekonomik konulara ilişkin verilen bütün seminerlere katılır. Artık öykü yazmaz. Arkadaşının armağan ettiği iki ciltlik Marks’ın artı-değer teorisini inceler. Okudukları için, “Bunlar, teoriyi hayatın pratiğiyle birleştirmeme yardımcı oluyordu. İşçileri yaşadıkları cehennemden yalnızca bir devrim kurtarabilirdi. Ne var ki illegalite de yaşayan parti üyelerine, devrimcilere giden yolu nasıl bulacaktım?”der. s.65

Devrimci çalışmaya giden bir yol bulacağını düşünerek, “Eğitim ve Eğitim Araçları Gezginci Müzesi”inde eski öğretmeni Maria İvanova ve Soya ile çalışmaya başlar. Müzede Bolşevik Parti üyesi ve devrimci çalışmalarının değerini sonradan anlayacağı, Yelena Stassova’yı çok sever. Yelena Stassova müzeyi Lenin’in partisinin yapılanması ve sağlamlaşması için illegal çalışmanın yasal tabelası olarak götürmektedir. Ve, Aleksandra Kollontay’ı devrimi hazırlayan insanlarla ilişki kurması için, paket ya da mektuplar göndererek, bu insanlarla tanışmasını-tanınmasını sağlar. İlk kez katıldığı illegal parti toplantısına, “Hayatımda daha önemli bir olay olamazdı.” Diye değerlendirir ve kendisi için endişe duyar. “Sevinçliydim, ne var ki aynı zamanda şaşkın bir durumdaydım. Ya partiye yararlı olmayı başaramazsam?” s.71

Bu endişesini paylaştığı Yelena Stassova şöyle yanıtlar. “Partinin önündeki büyük devrimci görevler için iki koşulu yerine getiren herkes yararlı olabilir. Bu koşullardan ilki, partiyi sevmek, ikincisi disiplini korumayı öğrenmektir. Elbette Marx’ın artı-değer teorisini incelememiz ve Lenin’in eserleriyle ilgilenmemiz yararlı, ama bu yetmez. Partiye bütün varlığıyla bağlanmak zorundadır insan. Bütün burjuva alışkanlıklar bırakılmalı, rol oynama ya da kendini ön plana çıkarma isteği alt edilmelidir.” s.72

Lenin’in kitaplarını okur. Kafasındaki düşünceleri olgunlaşır-netleşir. Kendini çevreleyen hayat koşulları onu korkutsa da, kendine olan güvenini sarssa da buna yenik düşmez. Yurt dışına çıkmaya karar verir. Küçük Mişa’sını -oğlu- annesiyle babasının yanına bırakıp, kısa süre önce, “İşçi Sorunları” adlı kitabını okuduğu Profesör Henker’in yanına Zürih’e gider. Eşi Kollontay’dan ayrılmak onu çok üzer ve daha trendeyken oğlu Mişa’nın ve eşi Kollontay’ın özlemini duyumsar. Nerdeyse sınıra yakın bir yerde trenden inip, karşı yönden gelen bir trenle geri dönmeyi bile düşünür, ama bunu yapmaz. Bunun yerine, üzerine gözyaşlarının döküldüğü, sevgisini anlatan bir mektup yazar. Mektubu, sınır istasyonu Verşbolova’da posta kutusuna attığında , “Önceki hayatıma dönüş yollarının artık kapandığını biliyordum.” Der.

Ağustos 1898’de aylık legal Marksist dergi Obrasovaniye’de, pedagojik sorunlar, koşullar ve çevrenin çocuk karakterine etkisi, içerikli ilk yazısı yayınlanır. Bu metniyle Marksistliğini açıklamış olur. Yazı basıldıktan sonra ve arkadaşlarından övücü sözler duyduktan sonra Marksist sayılan Profesör Henkner’in derslerine kaydını yaptırır. Ama Profesör Henkner sonradan Bernstein’cılık tutkunluğuna döner. Aleksandra Kollontay bunu şöyle anlatır.

“Ekonominin yasalarını inceleme uğraşım yoğunlaştıkça, ben daha koyu bir ‘ortodoks’ Marksist olurken ustam Profesörün giderek sağa kayması, sonunda tam anlamıyla dönek olana kadar Marx’ın devrimci teorisinden uzaklaşması ilgi çekiciydi. O sıralar Alman partisinde, Bernstein’la birlikte oportünizm ve revizyonizmle, yani Marx’ın teorilerinin revize edilmesi eğilimleri ile pratik uzlaşmacılık açıkça ortaya çıktığı zaman, hareketli süreç yaşanmıştır.” s.79-80

İlk grev örgütlemesini Fin’li yoldaşları arasında yapar. Finlandiya üzerine yazdığı yazılar 1900’de Alman ekonomi dergisi, Soziale Praxis’ de, Nauçnoye Obosreniye’de ve Obrosovaniye’de yayınlanır.
“Fin İşçisinin Hayatı” başlığı altında Finlandiya üzerine kapsamlı bir ekonomik çalışma için 1900’den 1903’e kadar malzeme toplar. Fin işçi hareketinin Rus işçi hareketine yakınlaşması için kapsamlı faliyetler yürütür.

Kautsky’ye ve Rosa Lüxemburg’a hayrandır. 1901’de Zürih’te Rosa Lüxemburg’la, Paris’te Lafargue ile, Cenevre’de Kautsky ve Plehanov’ la kişisel ilişkiler kurar…

Redaktörlüğünü Lenin’in yaptığı ve Plehanov’un aktif çalıştığı, legal olarak çıkartılan “Zarya- Şafak” dergisinde bir yazısı isimsiz, başka bir yazısı da, “Novoye Vremya” da Elin Molin takma adıyla yayınlanır. Bu arada yurtdışı bağlantıları kuvvetlenir.

9 Ocak 1905, işçilerin Kışlık Saraya yürüyüşüne katılır. Devamında (bahar ayları) Çarlık otokrasisine karşı silahlı mücadeleye çağıran, illegal bildirilerin basım ve dağıtımında aktif olarak bulunur. Aynı Kasım ayı ortalarında Novoya Şisn gazetesinin redaksiyonunda Lenin ve Nadejda Konstantinovna Krupskaya’yla buluşur; Lenin’in partili dostlarına mektuplar iletir.

Kendi evinde başlattığı kadın toplantılarıyla kadın kongrelerinin temelini atmış olur ve ileriki yıllarda 2. Enternasyonal’ın 7. ve 8. Kongresine ve Uluslararası Sosyalist Kadınlar Konferansı’na deleğe seçilir. Clara Zetkin’le birlikte 8 Mart’ı her yıl Uluslararası Kadınlar olarak kutlama önerisinde bulunur ve aynı toplantıda Sosyalist kadın hareketinin yönetimi için Uluslararası Sekretarya üyeliğine seçilir…

Kollontay’ın yaşadıkları ve tanık olduklarıyla da tarihi bir belleğe sahiptir. İkinci dünya savaşını görür. Kendi yorumlarını katarak; Almanya’nın, İngiltere’nin yüzyıllar süren kapitalist birikimine nasıl yetiştiğini; Almanya ve İngiltere’nin dünya pazarından pay kapma savaş ve rekabetlerini; Çin ve Japonya kapitalizminin şekillenişini; Kuzey Amerika’da kapitalizmin gelişmesini de anlatır, “Birçok Hayat Yaşadım” kitabında. Sonra bütün bu yorum ve anlatılarının sonunda sorar, “Bütün bu sınavlardan başarıyla çıkacak mı insanlık?”s.176

Parti okulunda defalarca Lenin ile karşılaşır. 1911-1912 yıllarında, “Baştan Başa İşçilerin Avrupası” , “Toplum ve Annelik” , “Kadın Sorununun Sosyal Temelleri” gibi kitapları yayımlanır.

Fransız Sosyalist Partisi, Belçika Sosyalist Partisi, İsviçre Sosyalist Partisi, Alman Sosyal Demokrat Partisi, Danimarka Sosyal Demokrat Partisi ve İsveç Sosyalist Gençlik Birliği’nin, militarist ajitasyon göreviyle yapmış oldukları davetleri üzerine bütün Avrupa’yı dolaşır ve kabul ettiği görevi başarıyla yerine getirir. 1915’ de Norveç Sosyal Demokratların çağrısıyla Norveç, Oslu (Kristionia) yakınında küçük Holmenkollen kasabasına yerleşir…
Amerikan Sosyalist Partisi’nin Alman seksiyonu, Aleksandra Kollontay’ı “savaşa karşı ve Zimmel Wald ilkeleri” lehine ajitasyon yürütmesi için ABD’ye çağırır. Bu çağrı üzerine Lenin, sol güçlerin örgütüyle ilişkiye geçmesi, parti adına para toplaması gibi görevler verir ve Kollontay ABD’ye gider…

Görev yaptığı ülkeler arasında bağlantılar kuran Kollontay, seyahatleri sırasında, tarihe not düşecek mektuplar yazar. Günlükler tutar. Bu günlüklerinde bazen uzun uzun, duygularını, düşüncelerini, özlemlerini, gitmek, görmek istediği yerleri ya da bulunduğu yerin kendisini etkileyen özelliklerini, kültürlerini, coğrafyasını, insanını anlatır. Bazen de kısa kısa, tarih ya da unutmaması gereken şifrelerini çağrıştıran tek tek sözcükler yazar. Öyle ki bu seyahatlerde çok sefillik çektiği olmuştur. Örneğin; hiç uyumadan, dizleri karnında sabaha kadar oturduğu geceler… Hastalanmaları… Aç kaldığı günler… Yolculuklarında yaşadığı sıkıntılar… Tutuklanmaları… ki bunlardan birisi, 1917 Temmuz ayının başlarında Kerenski Hükümeti tarafından tutuklanır. İçerideyken (26 Temmuz-3Ağustos) Rusya Sosyal Demokrat İşçi Partisi- RSDİP- Bolşevik (B)’in 6. Kongresi’nde Merkez Komite üyeliğine ve Kongre Onur Başkanlığına seçilir. Bu kongrede Kollontay ve cezaevindeki diğer yoldaşlara bir selam yazısı gönderilir. Buna takiben 21 Ağustos (3 Eylül)’de Gorki ile Krassin’in başvurusu üzerine 5 bin ruble kefaletle serbest bırakılır ve ev hapsine alınır…

1917 yılının 24 Ekim’i 25’ine (6 Kasım’ı 7’ye) bağlayan gece Smolny’de ayaklanmanın karargâhında bulunur… Sovyet Devrimindeki görevini ve Lenin ile çalışmalarını; devrimden sonraki yaşanan zorlukları ve daha birçok şeyi Kollontay’ın kendi anlatımıyla, anılarını okurken şaşkınlıklar yaşayacaksınız. Bir insan bu kadar çok şey yapmış- yaşamış olabilir mi? Diye düşüneceksiniz.


1942 yılının 4 Nisan’ında SSCB Yüksek Prezidyumu kararıyla, Sovyet devleti için gösterdiği olağan üstü yararlılıklar ve 70. doğum günü nedeniyle Kızıl Emek Bayrağı nişanıyla ödülendirilir…

1946-1952 yılları arasında Dışişleri Bakanlığı’nda danışmanlık yapar. 9 Mart 1952 ‘de geçirdiği bir kalp krizi sonucu hayatını kaybeder.

Sınıfsal inancından ödün vermeden, yaşamı boyunca dünya halkları- tüm insanlık için mücadele eden Aleksandra Kollontay, çektiği bütün zorluklara rağmen hiç bir zaman pişmanlık duyup, onurlu duruşunu bozmadığını öğreniyorsunuz.

“Birçok Hayat Yaşadım” kitabına edebiyat anlamında baktığımızda da sıradan bir anı kitabı değil. Öyle ki, sürükleyici bir romanın kahramanı, bir dağ evinde soğuktan ellerini ovuşturuyor… başka bir yerde şehrin ortasından geçen bir nehrin kıyısında, ışıltılar içinde içkisini yudumluyor… diğer bir yerde kağıt, kalem, sabaha kadar harıl harıl bildiri hazırlıyor… cebindeki son kuruşunu başkasına verip, kendisi aç kalıyor… sonra, kalabalık bir topluluğu coşturan, topluluğun gözdesi, güzel ve çekici bir kadın oluyor… bir de bakıyorsunuz bir geminin kamarasında hasta yatıyor… daha sonra, yiğit ve güvenilir bir dost oluyor; bağlı olduğu partinin genel başkanını sıradan bir tren garından yolcu ederken, gittiği yeri sadece ikisinin bildiği… Yer yer de, keskin bir kırılmayla sonuçlanan çarpıcı bir kısa öyküye dönüşü veriyor elinizdeki kitabın sayfaları. Örneğin;
“Böylece, Sovyet için kendime bir vekâlet bulmak amacıyla yollara Petersburg yakasında kirli yollara düştüm.
Yönetim kurulu, o günlerdeki bütün yönetim kurulları gibi bir bodrumdaydı, odada iki uzun boyasız masa ve sıra vardı. Küf kokan küçük bodrumun penceresinden içeriye çok az ışık sızıyordu.
Boş olan odada yalnızca başörtülü bir kadın işsiz güçsüz oturuyordu.

“Odun işçilerinin yönetim kurulunun odası burası mı?”
“Evet.”
“Yönetimden kimse var mı?”
“Görüyorsunuz ya, hayır.”
“Ne zaman gelirler?”
“Ben nerden bileyim? Biri gelir herhalde, daha sonra. Kimi istiyorsunuz? Timofey İvanyeviç’i mi yoksa?”
“Kim bu Timofey İvanyeviç?”
“Timofey İvanyeviç?! Timofey İvanyeviç işte. O mutlaka gelir. Oturun ve bekleyin; herkes onu bekliyor.”
“Eh pekâlâ, madem herkes Timofey İvanyeviç’i bekliyor, o zaman ben de beklerim onu.”
Oturup baş örtülü kadınla konuşmaya başlıyorum. Bir asker karısı olduğu ortaya çıkıyor. Kadın savaştan yakınıyor; odun işçisi olan kocasını savaşa götürmüşler…”s.236

Aleksandra Kollontay’ın anılarını anlattığı, “Birçok Hayat Yaşadım” kitabını okurken, aynı zamanda biyoğrafisini de öğrenmiş olursunuz. Kollontay, zengin dil ve kültür bilgisini kullanarak kaleme aldığı, “Birçok Hayat Yaşadım” kitabında yalın bir dil kullanmış ve türkçe çevirisi de buna uygun düştüğünden; hem içerik hem de dil olarak rahatça hatta keyifle okuyacağınız bir kitap.

Ayşe Kaygusuz (Şimşek)

Birçok Hayat Yaşadım
Aleksandra Kollontay
Agora Kitaplığı
Türkçe (Orijinal Dili:Rusça)
400 s. — 2. Hamur– Ciltsiz — 14 x 20 cm
İstanbul, 2010
ISBN : 9786051030654
Çeviri : Saliha Nazlı & Süheyla Kaya

Yorum Yok

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz

Exit mobile version