Hayalet öykülerininin yaşayan ölülerle burun buruna gelişi: Kaçaklar ve Mülteciler – Chuck Palahniuk

Chuck Palahniuk“Portland’da herkes en az üç yaşam sürer” diyor Geek Love’ın yazarı Kamerine Dunn. “Herkesin en az üç kimliği vardır,” diyor. Katherine ortadan ayrılıp arkada bağlanmış uzun sarı saçlarıyla, sigara sarıp içerek Portland’ın kuzeybatısındaki dairesinin penceresinde oturuyor. Gözünde kara çerçeveli bir gözlük var. Radyatörlerden madeni bir ses çıkıyor ve dört kat aşağıdaki Glisan Caddesinden siren sesleri duyuluyor. “İnsanlar bakkalda kasiyer, arkeolog ve bisikletçi” diyor Katherine, “Ya da şair, travesti ve kitapçıda tezgâhtar.” Bir sigara daha sararken, “Aldatıcı bir durum, zira bütün zenginler kılık değiştiriyor,” diyor. “Tezgâhın arkasında duran hırpani herifin aslında bütün mağazayı satın alacak, sonra da çiğneyip tükürecek zenginlikte olup olmadığını hiç bilemiyorsun.”

Sigarasını içerek, “Süveter takımları ve incileriyle West Hills’li o ufak tefek tatlı yaşlı kadınlar var ya, hepsi de idam cezasının bağnaz savunucularıdır,” diyor.
Yeşil ağaçlı tepeler, Katherine’in arkasındaki pencerenin manzarasını oluşturuyor. Duvarlar sanat eserleri ve kitap raflarıyla kaplı. Odalar ağır mücevherimsi koyu kırmızı ve yeşil renklerine boyanmış. Yemek odasındaki masada duran vazoda sarı frezyalar açıyor. Mutfakta, lavabonun üzerinde Katherine’in anneannesi Tressie’nin çerçevelenmiş bir fotoğrafı var. O Tressie ki on sekiz yaşında batıya, Dakota’ya seyahat ederken bir yandan da demiryolu işçilerine yemek pişirirmiş.
Katherine’in teorisine göre, kendine yeni bir yaşam arayan herkes batıya göç ediyor, Amerika’yı katederek Pasifik Okyanusuna ulaşıyor. Bir kez oraya vardılar mı, yaşayacakları en ucuz şehir Portland. Böylece memleketteki terelellilerin en kafayı sıyırmışları bizim başımıza kalıyor. Çıkıntı tipler arasındaki çıkıntılar.
“Garip insanlar gittikçe daha fazla toplanıyor buraya,” diyor Katherine. “Kaçaklar ve mülteciler. Biz buyuz işte.”
1989’da çok satan romanı Geek Loveı yazarken, Katherine Portland’da geçen bir hikâye kurgulamıştı. Roman ki sirkte yan gösteri yapan, bilet satışlarını artırmak için sakat bırakılmış ve doğuştan sakat çocukları çalıştıran dışlanmış bir aileyle ilgiliydi kenti, Katherine’in hikâyesini insanların kafalarında çağrışımlar yaratmadan geçirmek istediği bir fon olarak kullanan en ünlü kitaptır kuşkusuz.
“Paris’te genç bir kadınken” diyor Katherine, “Şehri empresyonistlerin (izlenimcilerin) gözleriyle görmeden dolaşmam imkânsızdı. Çünkü Paris’e onların gözlerinden bakıyordum, başka bir şekilde bakmak mümkün değildi.”
Geek Lovem doğuşu da burada gerçekleşti. Bir gün Katherine’in yedi yaşındaki oğlu Ben onunla birlikte Uluslararası Gül Melezleme Bahçesinin içinden geçmeyi reddetti, Katherine de melez güllerin arasında tek başına dolaştı. “Kendi kendime ‘Nasıl ki bunlar doğada tek başlarına oluşamadılarsa, ben de daha iyi bir çocuk tasarlayabilirdim,’ diye düşündüm.”
Katherine, Metropolitan Eğitim Merkezinin bodrum katındaki havuzda yüzüyor, bir yandan da kafasında kitabını yazıyordu. Yıllarca haftalık bir gazetede Portland’daki garip olayların kanıtlarla desteklendiği “Dilim” adlı sütunu yazdı.
Artık Portland’ın kendi kimliği var, diyor Katherine. Portland Seattle ya da Walla “Walla denildiğinde kimse boş boş bakmıyor.
Şimdilerde Katherine Dunn yeni bir kitap üzerinde çalışıyor. Yeni kuşak hayranları için Geek Love tekrar basılıyor. Portland’dan ayrılmayı hâlâ düşünmüyor.
“Her şeyden önce” diyor, “Ben araba kullanamam. Üstelik, caddede yürüdüğün zaman burada her köşenin bir hikâyesi var.” Sigarasından bir nefes çekip Glisan Caddesi üzerindeki penceresinden dışarıya üflüyor. “Burada” diyor, “hayatın akıp giden hikâyesi baktığın her yerde karşında duruyor.”

HEM KATHERİNE HAKLI. Her köşenin bir hikayesi var; ve her tepe yamacının.
1980’de, lise mezuniyetimden altı gün sonra, Portland a, Güneybatı Barbour Bulvarı’nda, Burlingame Fred Meyer süpermarketinin hemen üzerinde yer alan böğürtlen kaplı dik bir tepenin yamacında yükselen Burlingame Vıew Apartmanına taşındım.
İki ev arkadaşım restoranda çalışıyor ve dolabımız kutu kutu çaldıkları yemeklerle dolu. Kasa kasa şampanya. Üç galonluk tenekelerde zeytinyağına basılmış konserve salyangoz. Otumuzu Kuzeydoğu Killingsworth Caddesinde yaşayan bir çömlekçiden alıyoruz. Adam evinin bodrumunda çalışıyor ve taş gibi olmuş kafasıyla aynı kahve fincanını günde elli kere elinden fırlatıyor. Etrafında fırına atılmayı bekleyen birbirinin eşi yüzlerce kahve fincanıyla dolu raflar var. Yirmi beş yirmi altı yaşlarında olmalı. Dinozor yani.
Ben gündüzleri kurye olarak olarak çalışıyorum, Oregonlu gazetesinin reklam taslaklarının teslimatını yapıyorum. Geceleri Yunusun Balık Restoranında bulaşık yıkıyorum. Arkadaşlarım eve geldiğinde birbirimize yemek fırlatıyoruz. Bir keresinde kocaman, yapış yapış, avuçlar dolusu kirazlı turta. On sekiz yaşındayız. Kanunen erişkiniz. İşte böyle kafayı buluyoruz, her gece şampanya içip mikrodalga fırında salyangozumuzu pişiriyoruz. Tatlı hayatın keyfini çıkartıyoruz..
Bir fedakârlık anında, üzerine Lourdes’li Meryem Hastanesinin etiketi yapıştırılmış, formaldehit dolu bir kavanoz içerisinde çocukluğumda aldırdığım bademciklerimi buluyorum. Bir dilek tutup, görkemli bir hareketle ağzı kapalı kavanozu balkondan aşağıya, tepenin yamacını kaplayan böğürtlen çalılıklarının içine fırlatıyorum.
Eskiden aileniz ya da arkadaşlarınız Portland’ı ziyarete geldiğinde işler kolaydı. Onları ilkönce Van Calvin Manken Müzesine götürürdünüz. Orada, bayıltıcı sıcaklıktaki bir depoda kâbus gibi bir ortama yerleştirilmiş yüzlerce tozlu mankeni görürlerdi…
Ya da insanları alıp, içleri doldurulmuş ve sigara dumanıyla leş olmuş onlarca nadir aslanı, kaplanı ve leoparı bir diskoda görsünler diye Safari Cluba götürürdünüz. Belki de bir ORGASM (Oregon Guild Activists of S/M) partisine gider, kölelik ve işkence gösterileri izlerdiniz. Bundan sonra, herkesi Dünyanın En Küçük Demiryolu olan Samtrak’ta bir gezintiye götürürdünüz ve böylece hafta sonu enikonu bitmiş olurdu.
Ronald Reagan ve baba George Bush’un Portland’ı “Küçük Beyrut” diye adlandırdıkları, buraya gelmekten ödlerinin koptuğu eski güzel günlerdi bunlar. Başkanın seçim kampanyası sırasında siyasi bir nutuk atmak için kente yapacağı kısa bir ziyaret, anarşistlerin Hilton Otelindeki başkan süitinin önünde, Batı Broadway boyunca toplanmaları demekti. Göstericiler beyaz, ya da gıda boyasıyla kırmızı ve maviye boyanmış patates püresi yerlerdi. Sonra da konvoy göründüğünde kusturucu şurup içip şanlı Kırmızı, Beyaz ve Maviyi otelin her bir tarafında kusmuk gölleri oluşturarak çıkartırlardı.
Tamam, tamam, hiç kimsenin bilmediği konu mide asitinin mavi gıda boyasını yeşile dönüştürdüğüydü. Bu nedenle olay da İtalya’ya karşı bir protestoymuş gibi görünürdü… Asıl önemli olan şey düşünce.
İç çekiş.
Marjinal grubun tek sorunu, çözülme eğiliminin olması.
Şimdilerde Portland, Tonya Harding ve Bob Packvvood’un memleketi. Seri katillerin profillerini çıkartan FBI dedektiflerine göre Kuzeybatı Pasifik “Amerikanın Cinayet Tarlaları”, çünkü buradaki insanlar arkadaş canlısı ve karşılarındaki kişiye hemen güveniyorlar. Vahşi tabiat daima yanı başınızda. Yağmur yağıyor ve her şey çabucak çürüyor.
Bundan sonraki bölüm, Portland’ın bir nevi şipşak fotoğrafları. Bir nevi bugünkü halinin fotoğraf albümü. Baltalı cinayetlerden, ayakkabı fetişisti penguenlere kadar. Yeraltındaki esrarkeş bitirimhanelerinden seks şovlarına, itfaiye arabasıyla yapılan yolculuklara kadar. Bunlar Portland’a ait hiçbir resmi tarih kitabında bulamayacağınız türden hikâyeler. Taşkın Noel Babalardan Yıkamatik Ev’e kadar. Burası Oregon, Portland buzdağının sadece tepesi. Söylenceler. Söylentiler. Hortlak hikâyeleri. Yemek tarifleri. Bundan sonraki bölüm biraz tarih, biraz efsane, daha çok da dost canlısı, samimi ve büyüleyici insanlar hakkında. Belki çenelerini tutsalardı haklarında daha hayırlı olacaktı.
Tanışılacak insanlarla gidilecek yerler arasında ise kartpostalları bulacaksınız. Bunlar mekânlardan ziyade belirli Portland anlarına ait.
İlk dairem örneğin, şu Barbur Bulvarı ndaki. Bir ay içerisinde ev arkadaşlarımdan bir tanesi üçüncü kez sarhoş araba kullanmaktan tutuklandı ve hapis cezasından yırtmak için Seattle’a tüydü. Diğer ev arkadaşım ise kendisine sapı yakutlu altın bir kokain kaşığı hediye eden İsveçli bir kadına âşık oldu, evlenmek için beraberce kaçtılar.
İki adamın Yunusun Balık Restoranını soyduğu geceye kadar kuryebulaşıkçıesrarkeş olarak üç hayat sürüyordum. Hırsızların kafalarında yastık kılıfları ve ellerinde namlusu kısaltılmış tüfekleri vardı. Alnım mosmor bir çürüğe dönene kadar kafamı otoparkın zeminine bastırdılar. Restoran sahibi polise olanları anlatırken, çalınan para miktarını iki katı olarak söylememi istedi. Böylece adam sigorta sahtekârlığı yapıp büyük bir avantaya konabilecekti. Hayatımda bir kere olsun doğruyu söyledim ve işten kovuldum.
Daireden ayrıldım ve kiralık bir odaya taşındım. Bademciklerim hâlâ akçaağaç ve böğürtlen kaplı dik tepenin oralarda bir yerlerde, onları fırlattığım yerde duruyor.
Tuttuğum dilek ise günün birinde yazar olmaktı.

Chuck Palahniuk
Kaçaklar ve Mülteciler/ Ayrıntı Yayınları

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial