İnsandaki Yıkıcılığın Kökenleri Üzerine Ruhbilimsel Deneyler: Milgram Deneyi – Erich Fromm

Boyun Eğmenin Davranışsal Yönden încelenmesi
Stanley milgram’ın Yale Üniversitesi «karşılıklı-etkileşim laboratuvarı»nda yürüttüğü çok ilginç —ve saldırganlık alanında en çok değer verilen deneylerden birisi olan— bir deneyi, «Boyun Eğmenin Davranışsal Yönden încelenmesi»ni ele alalım (S. Milgram, 1963).
Deneye katılan denekler, New Haven ve komşu topluluklardan gelme, yirmi ile elli yaşları arasında kırk erkekti. Denekler gazete ilanı ve doğrudan posta çağrısıyla sağlandı. Çağrıya karşılık verenler, Yale Üniversitesinde bellek ve öğrenmeyle ilgili bir incelemeye katılacaklarına inanıyorlardı. Örnek kümede çok sayıda meslek temsil edilmişti. Tipik denekler, posta memurları, lise öğretmenleri, satıcılar, mühendisler ve işçilerdi. Denekler, eğitim düzeyi yönünden, ilkokulu bitirmemiş birisinden doktora yapmış ve başka mesleki derecelere ulaşmış olanlara kadar değişiyordu. Deneye katıldıkları için deneklere 4,5 dolar ödendi. Bununla birlikte, deneklere, bu ödemenin yalnızca laboratuvara geldikleri için yapıldığı ve gelişlerinden sonra ne olursa olsun paranın kendilerinin olduğu söylendi.
Her bir deneyde hiçbir şeyden haberi olmayan bir denek ile bir kurban (deneycinin bir yardımcısı) yer aldı. Hiçbir şeyden haberi olmayan deneğin elektrik şoku uygulamasını haklı gösterecek bir gerekçe uydurulması gerekiyordu. Uydurma öykü ile bu iş en iyi biçimde başarıldı. Ceza ile öğrenme arasında olduğu varsayılan ilişki üzerine genel bir girişten sonra, deneklere şunlar anlatıldı:
«Ama gerçekte, cezalandırmanın öğrenmeye olan etkileri hakkında çok az şey biliyoruz, çünkü bu konutla insanlar üzerinde gerçekten bilimsel hiçbir deney yapılmamıştır denebilir.
«Örneğin, ne kadar cezanın öğrenme açısından en yararlı olduğunu bilmiyoruz —ve cezayı verenin kim olduğunu, ne ölçüde bir değişiklik yarattığını, bir yetişkinin kendisinden daha genç birinden mi, yoksa daha yaşlı birisinden mi daha iyi öğrendiğini—, ya da bu türden birçok şeyi bilmiyoruz.
«Bu yüzden, değişik mesleklerden ve yaşlardan birçok yetişkini bu incelemede bir araya getiriyoruz. Ve bunların bazılarına öğretmen, bazılarına da öğrenci olmalarını rica ediyoruz.
«Yalnızca değişik insanların, öğretmen ve öğrenci olarak, birbirleri üzerinde ne gibi etkilere sahip olduklarını; ayrıca da bu durumda cezanın öğrenme üzerinde ne gibi bir etkiye sahip olacağını ortaya çıkarmak istiyoruz.
«Bu nedenle, birinizden bu gece burada öğretmen olmasını, ötekinden de öğrenci olmasını isteyeceğim.
«ikinizden biriniz bir seçimde bulunmak ister misiniz?»
Ondan sonra, denekler, deneyde kimin öğretmen ve kimin öğrenci olacağını saptamak için bir şapkadan küçük kâğıtlar çektiler. Kura hileliydi; bu yüzden hiçbir şeyden haberi olmayan denek her zaman öğretmen, yardımcı da her zaman öğrenci oluyordu. (Her iki kâğıtta da «öğretmen» sözcüğü yer alıyordu.) Kura çekiminin hemen ardından, öğretmen ve öğrenci bitişikteki bir odaya alındı ve öğrenci bir «elektrikli sandalye» aygıtına bağlandı.
Bağların, öğrenciye şok verilirken aşırı harekete engel olmak amacı taşıdığı söylendi. Amaç onun bu durumdan kaçınmasını olanaksız hale getirmekti. Öğrencinin bileğine bir elektrot bağlandı; bir x de «kabarmalar ve yanıklardan kaçınmak için» elektrot macunu ‘sürüldü. Deneklere, elektrotun bitişik odadaki şok üretecine bağlandığı söylendi.
Gerçekten elektrik şoku uygulanmadı, ama bunu öğretinen denekler bilmiyor.

…Denekler her yanlış karşılık verişinde öğrenciye bir şok uygulaması söylenir. Dahası —ve anahtar buyruk da budur—, deneğe, «öğrencinin her yanlış yanıt verişinde şok üretecini bir basamak yükseltmesi» tembihlenir. Şok vermeden önce gerilim düzeyini bildirmesi de tembihlenir. Bunun amacı, öğrenciye uygulanan şokların giderek artan yoğunluğunu sürekli olarak deneklere anımsatmaktır…
Bütün koşullarda öğrenci, yaklaşık olarak üç yanlış yanıta bir doğru yanıttan oluşan bir çizelgeye dayalı sözcük çifti testine önceden saptanmış karşılıkları verir. Bu deneyde, Şok Düzeyi 300’e ulaşıncaya dek öğrenciden hiçbir sözlü tepki ya da hiçbir başka karşı çıkma belirtisi işitilmez ve görülmez. 300 voltluk şok uygulandığında öğrenci, elektrikli sandalyeye bağlı bulunduğu odanın duvarlarına hızla vurur. Vurma seslerini denek işitebilir. Bu noktadan sonra, öğrencinin yanıtları artık dört bölmeli panoda görülmez olur… Eğer denek devam etmek istemediğini belli ederse, deneyci ard arda bir dizi «dürtüş»le buna karşı çıkıyor ve deneği hizaya getirmeye yetecek sayıda kullanıyordu bunlardan.
Dürtüş 1 : Lütfen sürdürün, ya da lütfen devam edin.
Dürtüş 2 : Deney sizin devam etmenizi gerektiriyor.
Dürtüş 3 : Devam etmeniz mutlak önem taşıyor.
Dürtüş 4 : Başka seçeneğiniz yok, devam etmek zorundasınız.
Dürtüşler her zaman sırayla yapılıyordu: Ancak Dürtüş 1 başarısız olursa.Dürtüş 2 kullanılabilirdi. Eğer denek, Dürtüş 4’ten sonra deneycinin sözünü dinlemeyi reddederse deney sona eriyordu. Deneycinin ses tonu hep kararlıydı, ama kaba değildi. Deneğin duraksadığı ya da emirleri uygulamada isteksizlik gösterdiği her durumda bu işlem sırası yeni baştan başlıyordu.
Özel dürtüşler. Eğer denek, öğrencinin sürekli fiziksel sakatlığa uğrama olasılığının bulunup bulunmadığını sorarsa, deneyci şöyle diyordu:
«Her ne kadar şoklar acı verici olabiliyorsa da kalıcı doku incinmesi olmaz, bu yüzden devam edin lütfen.» (Gerekirse 2. 3. ve 4’üncü Dürtüşler bunu izler.)
Eğer denek, öğrencinin devam etmek istemediğini söylerse, deneyci şöyle yanıtlıyordu:
«Öğrenci beğensin ya da beğenmesin, bütün sözcük çiftlerini doğru olarak öğreninceye dek devam etmelisiniz. Bu yüzden, lütfen devam edin.» (Gerekirse 2. 3. ve 4’üncü Dürtüşler bunu izler.)
Bu deneyin sonuçlan nelerdi?
«Birçok denek, deney sırasında ve özellikle daha güçlü şok uygulamaları üzerine, sinirlilik belirtileri gösterdi. Pek çok durumda, gerilimin derecesi, toplumsal-ruhbilimsel laboratuvar incelemelerinde seyrek görülen aşırılıklara ulaştı.» Deneklerin terledikleri, titredikleri, kekeledikleri, dudaklarını ısırdıkları, kıvrandıkları ve tırnaklarını etlerine batırdıkları gözlemlendi. Bunlar, deneye gösterilen istisnai tepkiler olmaktan ziyayede karakteristik tepkilerdi.
Bir gerilim belirtisi de düzenli sinirsel gülme nöbetlerinin meydana gelmesiydi. Kırk denekten on dördü, belirli sinirsel gülme ve gülümseme belirtileri gösterdi: Gülmeler, bütünüyle yersiz, hatta garip görünüyordu. Üç denekte çok etkili, denetlenmesi olanaksız nöbetler gözlemlendi. Bir keresinde o denli şiddetli bir nöbet gözlemledik ki, deneyin durdurulması gerekti. Kırk altı yaşında bir ansiklopedi satıcısı olan denek, yersiz ve denetlenemez davranışından dolayı ciddi biçimde rahatsız olup utandı. Deney sonrasında yapılan görüşmelerde denekler, sadist tipler olmadıklarını ve gülmenin, kurbana şok vermekten hoşlandıkları anlamına gelmediğini belirtmek için büyük çaba harcadılar.
Deneycinin başlangıçtaki umudunun biraz tersine, kırk denekten hiçbirisi, kurbanın duvarı tekmelemeye ve öğretmenin çok seçenekli sorularına artık yanıt vermemeye başladığı 300 voltluk Şok Düzeyi’ne kadar durmadı. Kırk deneğin yalnızca beş tanesi, 300 volt düzeyinin ötesinde deneycinin emirlerine uymayı reddetti; dört tanesi bir ileri şok daha uyguladı; iki tanesi 330 volt düzeyinde, birer kişi de sırayla 345, 360 ve 375 volt düzeylerinde vazgeçtiler. Böylece toplam olarak on dört denek (=yüzde 35) deneyciye karşı çıktı. «Boyun eğen denekler, çoğu kez aşırı baskı altında böyle davrandılar… ve deneyciye karşı çıkanlarınkine benzer bir korku ortaya koydular; ama yine de söz dinlediler.
En güçlü şoklar verildikten ve deneyci işlemlerin durdurulmasını istedikten sonra, birçok söz dinleyen denek, büyük bir rahatlamayla oh çektiler, alınlarındaki teri sildiler, gözlerini ovuşturdular ya da sinirli ve beceriksiz hareketlerle sigara içtiler. Bazıları pişmanlıklarını belirtmek için başlarını salladılar. Bazı denekler deney boyunca sakin kaldılar ve başlangıçtan sonuna dek yalnızca çok az gerilim belirtisi gösterdiler.
Yazar deneyi değerlendirirken, deneyin şaşırtıcı nitelikte iki bulguyu ortaya koyduğunu belirtiyor:
Birinci bulgu, bu durumda açığa vurulan boyuneğici eğilimlerin mutlak gücüne ilişkindir. Denekler çocukluklarından başlayarak, bir kişiyi istemediği halde incitmenin, temel önemde bir ahlaksal davranışa karşı gelmek olduğunu öğrenmişlerdi. Yine de, yirmi altı denek, verdiği emirleri daha buyurucu kılacak hiçbir özel güce sahip olmayan bir yetkilinin talimatlarını uygularken bu ilkeyi terk ettiler… İkinci umulmadık sonuç, işlemlerin yarattığı olağanüstü gerilimdi. Bir deneğin, bilincinin dayattığı biçimde durabileceği ya da devam edebileceği düşünülebilir. Ancak bu olan bitenden çok uzaktır. Şaşırtıcı gerginlik ve duygusal gerilim tepkileri ortaya çıktı. Bir gözlemci şunları anlattı:
«Olgun ve dengeli bir işadamının gülümseyerek ve kendine güvenli bir biçimde laboratuvara girişini gözlemledim. Yirmi dakika içersinde, hızla bir sinir çöküntüsü nokrasına yaklaşan sarsak, kekeme bir yıkıntıya dönmüştü. Durmadan kulak memesini çekiştiriyor ve ellerini büküyordu. Bir süre sonra yumruğunu alnına dayadı ve şunları mırıldandı: ‘Oh Tanrım, durduralım şunu.1 Yine de deneycinin her sözüne karşılık vermeye devam etti ve sonuna kadar söz dinledi.»
Deney gerçekten çok ilginçtir — yalnızca bir boyun eğme ve uyma sınavı olarak değil, aynı zamanda bir zalimlik ve yıkıcılık sınavı olarak da ilginçtir. Bu deney, gerçek yaşamda olan bir durumun, yani üstlerinden gelen ve sorgusuz-sualsiz yerine getirdikleri emirler (ya da emir olduğuna inandıkları şeyler) uyarınca son derecede zalim ve yıkıcı bir biçimde davranan askerlerin işledikleri suçların, yaklaşık bir benzerini yaratmış gibi görünmektedir. Nürnberg’de savaş suçlusu olarak mahkûm edilen Alman generallerinin ya da Teğmen Calley ve bazı astlarının Vietnam’daki öyküsü de bu mudur?
Bu deneyin, gerçek yaşamdaki çoğu durumlar konusunda herhangi bir sonuç çıkarmaya elverdiğini sanmıyorum. Bu deneyi yapan ruhbilimci, kişinin boyun eğmek durumunda bulunduğu bir yetke olmakla kalmıyordu, aynı zamanda Bilim’in ve Birleşik Devletler’deki en saygın yüksek öğretim kurumlarından birinin de temsilcisiydi. Çağdaş sanayi toplumunda bilimin en yüksek değer olarak geniş bir kabul gördüğü göz önüne alınırsa, sıradan birisi için, bilimin buyurduğu şeylerin yanlış ya da ahlâk dışı olduğuna inanmak çok güçtür. Eğer Tanrı ibrahim’e oğlunu öldürmemesini söylememiş olsaydı, tarihte çocuğunu kurban eden milyonlarca ana-baba gibi İbrahim de oğlunu öldürmüş olacaktı, inanan birisi için, ne Tanrı ne de onun çağdaş karşılığı olan Bilim yanlış bir şey buyurabilir. Bu nedenle ve Milgram’ın sözünü ettiği öteki nedenleri de buna eklersek, yüksek boyun eğme derecesi, kümenin yüzde 35’inin belli bir noktada boyun eğmeyi reddetmesinden daha şaşırtıcı değildir. Gerçekte, üçte biri aşan bu söz dinlemezlik, pekâlâ daha şaşırtıcı —ve yüreklendirici— görülebilir.
Öteki beklenmedik sonuç da aynı ölçüde haksız görünmektedir: bu, çok fazla gerilimin olmasıdır. Deneyci, «bir deneğin, vicdanının dayattığı biçimde duracağını ya da devam edeceğini» ummuştur. Gerçekten, insanların gerçek yaşamdaki çatışmaları çözme biçimi bu mudur? insanın kendi çatışmalarıyla yüz yüze gelmemeye çalışması, bir başka deyişle, insanın —açgözlülük ya da korkudan dolayı— yapmayı çok istediği şeyler ile vicdanının ona yapmayı yasakladığı şeyler arasında bilinçli bir seçme yapmaması, tam anlamıyla insan işleyişinin kendine özgülüğü —ve trajedisi— değil midir? Gerçek şudur ki, o, çatışmaya ilişkin bilinci ussallaştırma yoluyla ortadan kaldırır ve çatışma kendini, yalnızca yoğunlaşmış baskı, nevroz belirtileri ya da yanlış gerekçelerle suçluluk duygusuna kapılma biçiminde bilinçsiz olarak açığa vurur. Milgram’ın denekleri bu bakımdan çok normal davranmaktadırlar.
Bu noktada birkaç ilginç soru daha kendini duyurmaktadır. Milgram, deneklerinin bir çatışma durumunda olduklarını, çünkü yetkeye boyun eğme ile çocukluktan beri öğrenile gelen davranış kalıplan -başka insanlara zarar vermeme— arasında sıkışıp kaldıklarım varsayıyor.
Ama durum gerçekten böyle midir? «Başka insanlara zarar vermeme »yi öğrenmiş miyizdir? Belki bu, çocuklara okulunda anlatılmış olabilir. Ne var ki, gerçekçi yaşam okulunda, çocuklar, başka insanlar bundan zarar görse bile, kendi çıkarlarını gözetmeleri gerektiğini öğrenirler. Bu açıdan bakıldığında, çatışma Milgram’ın sandığı kadar keskin değilmiş gibi görünmektedir.

İnanıyorum ki, Milgram’ın incelemelerinin ortaya koyduğu en önemli bulgu, zalimce davranışa karşı gösterilen tepkilerin gücüdür. Kuşkusuz, deneklerin yüzde 65’ini zalimce davranmaya «koşullandırma» olanağı vardı; ama deneklerin çoğunda, bu sadistçe davranışa karşı öfke ya da dehşet biçiminde kendini ortaya koyan bir tepki açıkça görülüyordu. Ne yazık ki yazar, deney boyunca sakin kalan «denekler»in sayısı konusunda kesin verileri belirtmiyor, insan davranışını anlamak açısından, onlar hakkında daha çok şey bilmek en ilginci olurdu. Görünüşte bunlar, sergilemekte oldukları zalimce hareketler karşısında çok az bir karşı çıkma duygusu gösterdiler ya da hiç göstermediler. Bundan sonraki soru, bunun niçin böyle olduğudur. Buna verilebilecek bir yanıt, bunların, başkalarının acı çekmesinden hoşlandıkları ve yetkili onların davranışını onayladığı zaman hiç .vicdan azabı duymamalarıdır. Bir başka olasılık da bunların başka insanlara olanlardan hiç etkilenmeyecek ölçüde yabancılaşmış ya da özsever kişiler olmalarıdır; ya da her türlü ahlaksal tepkiden yoksun «ruh hastalan» olabilir bunlar. Çatışmanın kendisini çeşitli baskı ve kaygı belirtileri biçiminde açığa vurduğu kişilere gelince, bunların sadist ya da yıkıcı bir karaktere sahip olmayan insanlar oldukları varsayılmalıydı. (Derinlemesine bir karşılıklı görüşme yapılmış olsaydı, karakter farklılıkları görülürdü ve hatta insanların nasıl davranacakları konusunda aklı başında bir tahmin yapılabilirdi.)
Milgram’ın yaptığı incelemenin ana sonucu onun vurgulamadığı bir sonuçmuş gibi görünmektedir: çoğu deneklerde vicdanın var olması ve boyun eğme onları vicdanlarına karşıt olarak davranmak zorunda bıraktığında acı duymaları. Böylece, deney, insanın kolayca insanlıktan çıkmasının bir başka kanıtı olarak açıklanabildiği halde, deneklerin tepkileri daha çok bunun tersini —deneklerin içinde, zalimce davranışı hoşgörüyle karşılamayan yoğun güçlerin varlığını— ortaya koymaktadır. Bu, gerçek yaşamdaki zalimliğin incelenmesi konusunda önemli bir yaklaşımı beraberinde getirmektedir: bu yaklaşım, yalnızca zalimce davranışın değil, yetkeye boyun eğenlerin —çoğu kez bilinçsizce— suçlu vicdanlarının da göz önüne alınmasıdır. (Naziler, ortalama insanın vicdanıyla baş edebilmek için, yaptıkları kötülükleri gözlerden gizlemede çok gelişmiş bir sistem kullanmak zorunda kalmışlardı.) Milgram’ın deneyi, davranışın bilinçli ve bilinçsiz yanları, arasındaki farklılığı, her ne kadar bu farklılığın ortaya çıkarılması için bu deneyden hiç yararlanılmamışsa da, çok iyi göstermektedir.


Yorumlar

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir