Önemli olan hemen tutuklanmamaktı. Gim bir kapının arkasına saklanmıştı; polisler ileriye doğru koşar gibiydiler ama adımlarının sesinden birden geri dönüp o dar sokağa saptıklarını anladı. Yıldırım gibi yerinden fırladı ve koşarak kaçmaya başladı.
“Dur, yoksa vururuz, Gim!”
“Hadi be! Aferin, vurun sıkıysa!” Ateş sahasının dışına çıkmış olan Gim böyle düşünüyor, bir yandan da taş basamaklardan atlayarak eski kentin eğri büğrü sokaklarından aşağı koşuyordu. Çeşmenin parmaklığından atlayıp adımlarının sesini yankılatan kemerin altına girdi.
Bütün yol boyunca tek düşüncesi peşindekileri ekmekti. Ne Lola’ya, ne Nilde’ye, ne de Renate’ye gidebilirdi. Çok geçmeden polisler her yere ulaşacak, bütün kapıları çalacaklardı. Güzel bir geceydi, dar sokaklardaki kemerli geçitlerin tepesinden görünen bulutlar öyle parlaktı ki gökyüzü gündüz gibi aydınlıktı.
Yeni kentin geniş caddelerine sapmadan önce, Gim Bolero diye tanınan Mario Albanesi biraz durakladı, şakaklarından aşağı düşen uzun saçlarını kulaklarının arkasına itti. Ayak sesleri kesilmişti. Kararlı ama ölçülü adımlarla caddeyi geçti. Armanda’nın kapısına geldi ve yukarı çıktı. Tabii ki bu saatte artık evde kimse kalmamış ve Armanda da uyuyor olmalıydı; Gim sertçe kapıyı yumrukladı.
Az sofim öfkeli bir erkek’ sesi “Kim o?” diye bağırdı, “Bu saatte herkes uyur…” Bu, Lilin’di.
Bağırmadan ama kararlı bir sesle “Aç bir dakika, Armanda, benim, ben Gim,” dedi.
Armanda yatağında döndü, “Ha Gim, dur güzelim, şimdi açıyorum, bak Gim gelmiş.” Yatağın başucundaki kapı ipini yakalayıp çekti.
Kapı hemen açılıverdi; Gim koridoru geçti ve elleri cebinde odaya girdi. Çarşafın kabarıklığına bakılırsa, Armanda’nın kocaman yatağını sadece kadının gövdesi kaplıyordu. Yastığa dayanmış kara perçemli, makyajsız yüzünde bütün kırışıklar ve torbalanmış gözaltları belliydi. Az ötede, yatağın öbür ucunda, örtünün bir kıvrımı gibi duran kocası Lilin yatıyordu. Yarıda kesilmiş uykusuna yeniden dalmak istercesine, küçücük, tıraşı uzamış mavimsi suratını yastığa gömmüştü.
Lilin, bütün gün tembel tembel dolaşıp yatıp uyumayı düşlerdi ama yatağa girebilmek için en son müşterinin de gitmesini beklemek zorundaydı. Dünyada becerebildiği ya da yapmak istediği hiçbir şey yoktu; kimse ona ilişmesin ve rahat rahat sigarasını içsin, yeterdi. Doğrusu ya, Armanda kocasının ona fazla pahalıya mal olduğunu söyleyemezdi, günde bir iki paket tütünden başka masrafı yoktu. Sabahları tütün kesesiyle evden çıkar, ayakkabıcıda, hurdacıda; sobacıda oturur, sardığı sigaraları peşpeşe içer, uzun parmaklı, pürüzsüz hırsız elleri dizlerinde, dalgın gözlerle dükkân köşelerindeki taburelerde oturur, casus gibi herkesi dinler, hiç beklenmedik anlarda sarı dişlerini gösteren çarpık bir gülümsemeyle söylediği bir iki kısa cümlenin dışında hiç lafa karışmazdı. Akşam olup da son dükkân da kapanınca, meyhaneye uğrayıp bir litreyi başına diker, kalan sigaralarını tüttürür ve kepenkler kapanıncaya kadar orada pineklerdi. Sonra çıkardı. O sırada, uzun topuklu ayakkabılarının sıktığı ayakları şişen karısı, daracık giysisiyle caddede son turunu atmakta olurdu… Köşeden görünen Lilin uzun bir ıslık çalar, artık geç oldu, gel yatağa gidelim gibisinden bir şeyler gevelerdi. Lastik ve tel korsesinin bir zırh gibi sardığı göğsünü şişirmiş, yaşlı bedeni bir genç kız giysisi içinde, kaldırımın kenarında sanki sahnedeymiş gibi salınıp duran Armanda, onun yüzüne bile bakmadan, sinirli bir devinimle elindeki çantayı sallamayı sürdürür, topuklarıyla yerde yuvarlaklar çizerek aniden bir şarkı tutturur ve “Yok,” derdi, “daha gelen giden var, sen git evde bekle”. Her gece aynı teraneydi.
Armanda gözlerini faltaşı gibi açarak “Ne var, ne oluyor, Gim?” dedi.
Gim komodinin üstündeki paketten bir sigara alıp yaktı.
“Bu gece burada kalmam gerekiyor.”
Ceketini çıkarmış, kravatını çözmüştü bile.
“Olur Gim, gel yatağa. Sen git, sedirde yat Lilin’ciğim, hadi kalk da Gim yatıversin.”
Lilin bir an taş gibi durduktan sonra kalkar, inler gibi bir sesle anlaşılmaz bir şeyler mırıldandıktan sonra yastığını, çarşafını, komodinin üstündeki tütün kesesini, sigara kâğıtlarını, kibritini ve kül tablasını alır. “Haydi Lilinciğim, git şimdi.” Sıska Lilin, bütün bu taşıdıklarının ağırlığı altında iki büklüm olmuş koridordaki sedire yönelir.
Gim sigarasını tüttürerek soyunur, pantolonunu özenle katlar, ceketini yatağın yanındaki iskemlenin arkasına asar, komodinin çekmecesinden sigaraları, kibriti ve bir de tabla alıp yatağa girer. Armanda abajurun ışığını söndürüp içini çeker. Gim sigarasını içer. Lilin koridorda uyur. Armanda yatakta döner. Gim sigarasını tablaya bastırıp söndürür. Kapı vurulur.
Gim, bir eli ceketinin cebindeki tabancada, öteki eliyle, dikkatli olmasını ima edercesine kadının dirseğini tutar.
Armanda alçak sesle, “Kim o, diye sor, Lilin,” der.
Lilin koridordan oflayıp puflayarak, saygısızca “Kim o be?” diye seslenir.
“Hey Armanda, benim, Angelo.”
Kadın, “Hangi Angelo?” diye sorar.
“Komiser Angelo. Armanda, buradan geçiyordum da, bir yukarı çıkıvereyim dedim… Açar mısın bir dakika?
Gim yataktan kalkmıştır bile, eliyle sus işareti yapar. Tuvaletin kapısını açar, elbisesini astığı iskemleyi oraya taşır.
“Beni kimse görmedi, acele tarafından defet herifi,” diye fısıldayıp tuvalete girer ve kapıyı kapatır.
Armanda yatağından kalkmadan bu yer değiştirmeleri yönetir. “Gel Lilinciğim, hadi gel, yatağa yat.”
Kapıdaki “Armanda, beni daha bekletecek misin?” diye sorar.
Lilin hiç istifini bozmadan örtüsünü, yastığını, tütününü, sigara kâğıtlarını, kül tablasını toplayıp yatağa döner, uzanır ve çarşafı burnuna kadar çeker. Armanda başucundaki ipe asılıp kapıyı açar.
Sivil giyinmiş, ceketi bumburuşuk, yağlı suratlı, kır bıyıklı komiser Soddu içeri girdi.
“Bu saate kadar dolaşıyorsun demek, komiser!”
Soddu “Yok, şöyle bir tur attım da, seni bir yoklayayım dedim.”
“Ne istiyordun ki?”
Soddu yatağın başucunda durmuş, mendiliyle terli yüzünü siliyordu.
“Hiç, şöyle bir uğradım. Yeni bir haber var mı?”
“Ne haberi?”
“Hani, acaba Albanesi’yi gördün mü diye merak ettim.”
“Gim’i mi? Ne yaptı yine?”
“Hiç canım. Çocuklar… ona bir şey sormak istiyorlardı da. Gördün mü kendisini?”
“Üç gün önce.”
“Yok. Şimdi.”
“İki saattir uyuyorum, komiser. Neden bana geldin? Git onun dostlarına: Rosy’ye, Nilde’ye, Lola’ya…”
“Boşuna. Başı belaya girdi mi onlardan uzak durur.”
“Buraya gelmedi. Bir başka sefer görüşürüz, komiser.”
“Şey, Armanda, diyecektim ki, hani seni gördüğüm için çok mutluyum.”
“İyi geceler, komiser.”
“Eh, iyi geceler.”
Soddu döndü ama bir türlü gitmiyordu.
“Diyordum ki, neredeyse sabah oldu, artık ortalığı kolaçan etmeyeceğim. Gidip o daracık portatif yatağa girmek hiç içimden gelmiyor. Madem geldim, hani burada kalsam, ha ne dersin, Armanda?”
“Komiser, sen çok iyi bir adamsın ama doğrusunu istersen, bu saatte artık müşteri kabul edemem, herkesin çalışma saatleri vardır, komiserciğim.”
Soddu ceketini ve gömleğini çıkarmıştı bile. “Armanda, benim gibi bir dost için…”
“Biliyorum ne kadar iyi bir dost olduğunu, yarın akşam buluşsak?”
Soddu soyunmayı sürdürüyordu. “Yarın sabah gelmek… anlarsın ya, Armanda. Haydi nazlanma, az öteye git de yer aç bana.”
“Öyleyse, Lilin sedirde uyuyacak demektir. Haydi Lilinciğim, yollan bakalım dışarı.”
Lilin uzun parmaklı ellerini çarşafın altından çıkarıp komodinin üstündeki tütün kesesini arandı, sonra söylene söylene kalktı, gözlerini bile açmadan yastığını, örtüyü, sigara kâğıtlarını, kibritini aldı. “Haydi git, Lilinciğim.” Lilin örtüyü arkasından yerde sürüyerek dışarı çıktı. Soddu yatakta debeleniyordu.
Gim tuvaletin küçücük penceresinden gittikçe aydınlanan gökyüzüne bakıyordu. İşin kötüsü sigaraları komodinin üstünde unutmuştu. Şimdi o herif yatağa girmiş, kendisiyse burada, talk pudrası kutularıyla bide arasında sıkışıp kalmış, sabaha kadar tek sigara içemeden çile dolduracaktı. Sessizce giyindi, lavabonun aynasında saçlarını özenle taradı; rafta esans ve göz damlası şişeleri, lastik şırıngalar, ilaç ve haşere tozu kutuları duruyordu. Pencereden giren ışıkta kutuların etiketlerini okudu, bir ilaç kutusunu cebine attı, sonra tuvalette aşağı yukarı dolaşmaya devam etti. Bir kısmı leğene bastırılmış, geri kalanı asılmış çamaşırlardan başka görülecek şey yoktu. Bidenin musluğunu açtı, su gürültüyle fışkırdı. Ya Soddu duyduysa? Allah kahretsin Soddu’yu da, kodesi de. Gim sıkıntıdan patlamak üzereydi. Yine lavaboya gitti, ceketine kolonya döktü, saçlarını briyantinledi. Bugün yakalamasalar yarın yakalayacaklardı ama şimdi suçüstü durumu yoktu, her şey yolunda giderse, hemen salıverirlerdi. İki üç saat sigara içemeden bu delikte beklemeye değer miydi? Kesin, hemen bırakırlardı. Bir dolabın kapısını açtı. Gıcırtı! Allah belasını versin dolabın da, her şeyin de. İçeride Armanda’nın giysileri asılıydı. Gim tabancasını bir kürkün cebine koydu. “Sonra uğrar alırım,” diye düşündü, “nasıl olsa kışa kadar giymez kürkünü”. Naftaline bulanmış eli bembeyaz olmuştu. “İyi ya, böceklenmez,” diye söylenip güldü. Sonra gidip ellerini yıkadı ve Armanda’nın kâğıt peçetelerinden iğrendiği için dolapta asılı bir paltoya kuruladı.
Yatakta yatan Soddu içeriden gelen gürültüyü duydu. Elini Armanda’nın omzuna koydu. “Ne oluyor?” Kadın onun üstüne çıkıp şişman ve pörsük kolunu adamın boynuna doladı. “Hiç… ne olacak?” Soddu geri çekilmek istemiyordu ama içeride birinin dönüp durduğunu duyuyor ve oyun oynar gibi “Ne oluyor, ha?… Ne oluyor?” diye söylenip duruyordu.
Gim kapıyı açtı. “Haydi gidelim komiser, bırak enayiliği, tutukla beni.”
Soddu, Armanda’nın yanından kalkmadan, el yordamıyla iskemlenin arkasına asılı ceketinin cebindeki tabancayı buldu. “Kim var orada?”
“Gim Bolero.”
“Eller yukarı!”
“Silahım yok, komiser. Bırak enayiliği. Teslim oluyorum.” Ceketi omzunda, kollarını havaya kaldırmış, yatağın başucunda duruyordu.
Armanda “Oh, Gim,” dedi.
Gim “Birkaç güne varmaz, yine uğrarım Armanda,” dedi.
Soddu söylene söylene yataktan kalkıp pantolonunu giydi. “Kahrolası görev… Hiç rahat, huzur yok…”
Gim komodinin üstünden bir sigara alıp yaktı, sonra paketi cebine indirdi.
Armanda pörsümüş memelerini yayarak öne eğildi, “Bana da bir tane ver, Gim.”
Gim onun ağzına bir sigara sokup yaktı, sonra Soddu’nun ceketini giymesine yardım etti. “Haydi gidelim, komiser.”
Soddu “Eh artık, buluşmamız başka sefere kaldı, Armanda,” dedi.
Kadın “Hoşça kal Angelo,” diye yanıtladı. Soddu yine “Haydi hoşçakal, Armanda,” dedi. “Güle güle, Gim.” Çıktılar.
Koridorda, yayları çökmüş sedirin kenarına yapışan Lilin uyuyordu, yerinden kımıldamadı bile.
Armanda kocaman yatakta oturmuş, sigara içiyordu; pencereden soluk bir ışık girdiği için uzanıp lambayı söndürdü. “Lilin” diye seslendi, “gel Lilin, hadi gel yatağa Lilinciğim.”
Lilin yastığını, kül tablasını falan toplamaya başlamıştı bile.
Çeviren: Semin Sayıt
Italo Calvino – Öyküler