Yakın Tarihimizden Bir Cesaret Öyküsü: 1984 Aydınlar Dilekçesi (ve imzasını geri çekenler)

aziz nesinTürkiye ve benzeri üçüncü dünya ülkelerindeki aydın kimliği ve üstlenmek zorunda oldukları sorumluluklar çok tartışmalıdır. Batılı örnekleriyle kıyas kabul edilemez büyük sorumluluklar ve sonucunda katlanmak zorunda oldukları yükümlülükler düşünüldüğünde “Aydın” olabilme cesaretine sahip insan sayısının neden bu kadar düşük olduğu da anlaşılabilecektir. Aydın ister sanat ile uğraşsın isterse salt bir düşün insanı olsun, toplumcu yaklaşmak ve ilerici olmak gibi niteliklere haiz olmalıdır. Zaman zaman bu mutlak özelliklere sahip olamayan düşünürlerin de kendirlerini “aydın” olarak tanımlamaları ve bunun da belirli ölçüde karşılık bulabilmesi “gerçek aydın kim?” sorusunu ister istemez gündeme getirmektedir. İşte, 15 Mayıs 1984 günü bu sorunun yanıtı aranmak istenmiştir.

Gerçek aydının diğer sözde aydınlardan ayırt edilmesi için tarihin çok ender anlarına tanıklık etmek gerekir. Gerçek aydın ancak toplumun ve tarihin en zor zamanlarında ortaya çıkabilecek büyüklükte olandır. Kişilerin birey olarak sorumlulukları bir yana aydının temel olarak düşüncesiyle topluma yol göstermekte üstlendiği rol ancak böyle zamanlarda anlam ifade edebilmektir. Ne yazık ki kültürel, düşünsel ve ekonomik olarak gelişememiş toplumlar olan üçüncü dünya ülkelerinde böyle anlar sıklıkla tekrar etmekte ve gerçek aydının rüştünü ispat etmek için birçok fırsat yaratmaktadır. Tarihin not ettiği her adımıyla aydın gerçekliği böylece ortaya koyabilmektedir.

[srizonfbalbum id=55]

Toplumumuzun son otuz yıldır etkilerinden sıyrılmaya çalıştığı 1980 Askeri Darbesi de işte tam da böyle bir rüşt ispat etme fırsatı olarak ortaya çıkmıştır. Askeri darbenin tarihsel nedenselliği, sorumlularının günümüze değin yargılanamaması ve ülkeyi darbeye sürükleyen olayların hesabının hala görülememesi bir yana asker postalının kafalarımızı toprağa gömdüğü o acılı günlerde bir grup aydın tarihe notlarını düşmüşlerdir. Birçoklarının ülkeyi terk ettiği aşırı politize olmuş toplumun üzerinden askerin silindir gibi geçtiği o günlerde dik durabilmeyi başarmış bu bir grup yürekli insan onur ile anılmayı fazlasıyla hak ediyorlar
.
Askeri darbenin yapılığı 12 Eylül 1980 günü yaşanan şaşkınlık ve panik havası gün geçtikçe iktidara kendisini iyice yerleştiren askerin varlığı karşısında büyük bir ezilmişliğe ve suskunluğa dönüşmüştü. Asker ile birlikte yükselen ekonomik libarelizasyon Turgut Özal ellerinde şekillenmiş, askerlerce beslenmiş ve sözde sivilleşme ile birlikte devletin içine perçinleşmişti. Devlet Planlama Teşkilatı’nın başındaki darbe öncesi dönemin son ismi olan Özal önce tarihi 10 Ocak kararlarının çıkmasını sağlamıştır. Ardından gelen darbenin baş aktörü Kenan Evren’in ise ekonomi danışmanlığını yapan Özal, geçiş hükümetinin ekonomi bakanlığına yükselmiştir.

Evren’in açıktan desteklediği ve emekli askerlerden kurulan XXXX partisinin yanından seçime giren ANAP ise geçiş döneminin bütün eko-politik düşüncesine imza atan bir bütünleşik kadronun imzasını taşıyordu. Bu noktada Özal’a askerin sempatik bakmadığını, hatta Özal’ın Askerin adamı olmadığını kimse iddia edemez. Özal’ın sözde sivilleşme ve ekonomik liberalizasyon laflarının arkasında gizlediği dayatmacı, baskıcı ve kendisinden başka kimseye söz hakkı tanımayan kelimenin tam anlamıyla askeri bir düzenin yattığı açıktır. O kadar açıktır ki düşün insanlarının baktığı noktada Özal ile Evren arasından milim fark yoktur.

Evren’in geçiş hükümetini sonlandırması, yeni anayasa ile birlikte kendisini de Cumhurbaşkanı olarak ataması ve MGK’nin tümünü ömür boyu dokunulmazlık zırhına alması ve darbecilerin memnu haklarını ömür boyu anayasal güvenceye almasıyla asker perde arkasına geçmiş ama yönetim perde önündeki sivillerin ihtiras yarışına rağmen rejim kesinlikle sivilleşmemiştir. Sivilleşme rüyası ile gözleri büyülenen çoğunluğun aksine resmi görebilen azınlık yine gerçek aydınlar olabilmiştir.

Rejimin bütün sivilleşme iddialarına rağmen yıllardır devam eden askeri iktidar 15 Mayıs 1984 günü bir grup aydın tarafından köseye sıkıştırılmaya çalışılmıştır. O gün Cumhurbaşkanlığı Köşküne giden temsili heyetten bir kısmının ismi şöyleydi: Aziz Nesin, Prof. Dr. Bahri Savcı, Prof. Dr. Fehmi Yavuz, Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Bilgesu Erenus, Esin Afşar. Sinema sanatçılarından gazetecilere, doktorlardan yazarlara kadar birçok meslek dalından aydını birleştiren “Türkiye’de Demokratik Düzene İlişkin Gözlem ve İstekler” başlıklı dilekçe cumhurbaşkanlığına ve TBMM Başkanlığına ibraz edilmiştir. Tarihe Aydınlar Dilekçesi olarak geçen metin sayıları iki bini bulan aydının çeşitli görüşmelerde bir araya gelerek oluşturdukları kolektif bir çalışmadır.

Aydınlarımızın bu tarihi dilekçesi verilir verilmez hakkında Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından yayın yasağı kararı alındı. Üç gün sonra askerlerin bir numaralı “sivil”i olan Başbakan Özal’a Reuters Muhabiri Hugh Carnegy tarafından sorula bir soruyla Dilekçe yayın yasağına rağmen basına yansımış oldu. Özal verilen dilekçeden bazı pasajları ilk kez kamuoyu ile paylaşıyordu. Anca Sıkıyönetim Komutanlığı Özal’ın bu küçük kabahatini duyar duymaz Başbakan’ın basın toplantısının Dilekçe ile ilgili kısımlarına da yayın yasağı getirdi. Ancak sözde sivilleşen rejimimizde başbakanın sözlerinin sansürlenmiş olmasının ülke içi ve dışında yarattığı psikolojik baskı ile aynı gün ileri saatlerde Başbakanın yayın yasağı konulmuş olan sözlerindeki yasak kaldırıldı.

18 Mayıs 1984’te yayın yasağı getirilen Aydınlar Dilekçesi hakkında bu kez 20 Mayıs 1984 günü Ankara Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından soruşturma açıldığı açıklandı. Sözde sivilleşen rejimimiz bir grup sivil tarafından yasal olarak verilen bir dilekçeye karşı bütün haşmetiyle yürümeye devam ediyordu. Dilekçeye imza attıkları gerekçesi ile Ankara, İstanbul, İzmir ve Eskişehir’de ardı ardına tutuklamalar yapılıyordu. Aydınlarımız cesaretlerinin bedelini ödemeye hazırlanıyordu. Yayın yasağı nedeniyle basın sadece tutuklamaları duyurmakla yetiniyor, tutuklamalara neden olan dilekçeden tek satır dahi bahsedemiyordu. Halkın gözü önünde bir grup ünlü kişi sebepsiz yere götürülüyordu. Dilekçe ile ilgili basına yansımayan dilekçe sahiplerine ait tek açıklaması Prof. Hüsnü Göksel tarafından yapılmıştı: “Türk aydınlarının gözlemlerini, Anayasa’nın 74. Maddesinin bize verdiği yetkiye dayanarak en yüksek makama sunmaya geldik” Bu basit ifade ancak bir hafta sonra Nokta dergisinde yayımlanabilmiştir.

Aziz Nesin’in öncülüğünde hazırlanan metne son şeklini Prof. Dr. Hüsnü Göksel, Prof. Dr. Bahri Savcı, Doç. Dr. Haluk Gerger, Prof. Dr. Yakup Kepenek, Prof. Dr. İlhan Tekeli, Doç. Dr. Yalçın Küçük, Erbil Tuşalp, Uğur Mumcu, Prof. Dr. Şerafettin Turan, Doç. Dr. Murat Belge ve Doç. Dr. Mete Tuncay uzun tartışmalar sonucunda vermişti. Metin hazırlanırken bir yandan yürürlükteki yasalar içerisinden hareket etmeye çalışılırken bir yandan da aydınların sorumluluklarını yeri getirme güdüleri tatmin edilmeye çalışılmıştı. Aydınımız kaldıysa helalliğini böylece almış, vardıysa vatan borcunu böylece ödemiş olmak istemiştir. Sonuç böyle de olmuştur aslında.

Dilekçeye imza verenlerin çeşitliliği de dikkat çekmektedir. İbrahim Tatlıses ve Türkan Şoray gibi iki popüler ismin de böyle bir dilekçeye imza veren olarak anılması kimi çevrelerde eleştiriyle karşılanmıştır. Aziz Nesin’in bu eleştiriye cevabı kısadır: “Çok haklıdırlar, ama biz aydın tanımlamaya gitmedik. Çok sorumsuz tartışmalara girerdik. Önce diploma gelirdi. Diplomasız aydınlar olamaz mı yani? …Türk toplumu üstünde yaygınlığı ve adıyla etkinliği olan insanları aldık. İşçi olur, sendikacıdır, aydındır ama elinde diploması yoktur. Türkan Şoray üniversite bitirmemiş olabilir ama bugünkü konumuyla, kültürel ve sanatsal konumuyla Türk halkı üzerinde etkisi vardır.” Böylesi geniş bir bakış açısıyla hazırlanan dilekçeye nedense, bütün çabalara rağmen, sağcı olarak bilinen kesimlerden destek alınamaz.

Rejimin tek sahibi olarak görülen Kenan Evren’in ise aynı günlerde bu girişimi kastederek verdiği cevap ise gerçekten de dikkate değerdir. Evren, “Aydın olabilirsiniz. Ama aydınım diye ortaya çıkarsanız diğer kitleyi kızdırır, kendinize küstürürsünüz” diyerek nasıl bir aydın tahayyülü içinde olduğunu ortaya dökmüştür. Daha sonra hakkında dava açılacak kadar şanslı olan imzacılar ise aylarca süren bir yargılama sürecinin içine çekilmişlerdir. Savcılık iddianamesine göre adı geçen dilekçe verildiği söylenen yere verilmeden aylar önce çoğaltılıp gazetelerde yayınlanmış, halka dağıtılmış ve siyasi propaganda yapılmıştır. Her biri ders niteliğindeki sanıkların savunması sonucunda mahkeme heyeti ise suçun maddi ve manevi unsurlarının oluşmaması sebebiyle sanıkları beraat ettirmiştir.

Devletin askeri bir darbe ile zorla değiştirilen nitelikleri karşısında sessiz kalamayan her kesimden sanatçı, aydın ve yazarımızın göstermiş oldukları bu cesaret tarihe geçmiştir. Aziz Nesin ve onun önderliğinde bir araya gelen sayıları iki binin bulan bilim insanı, gazeteci, yazar, sinemacı ve sanatçımız tarihe olan imzalarını böylece atmışlar ve devlete karşı halkın yanında nasıl durulduğunu sözde siyasetçilere karşı açıkça ortaya koymuşlardır.

Haklarında Dava Açılan İmza Sahipleri

Aziz Nesin, Hasan Gürsel, İlhan Tekeli, Uğur Mumcu, Erbil Tuşalp, Haluk Gerger, Bahri Savcı, Yalçın Küçük, Mahmut Öngören, Mete Tunçay, Şerafettin Turan, Yakup Kepenek, Murat Belge, Halit Çelenk, Mehmet Emin Değer, Korkut Boratav, Mustafa Ekmekçi, Tahsin Saraç, Nurkut İnan, İnci Aral, Güler Tanyolaç, Güngör Aydın, Haldun Özen, Haki Bülent Tanık, Güngör Dilmen, Gencay Gürsoy, Vedat Türkali, Özay Erkılıç, Salih Şencan, Kemal Demirel, Vecdi Sayar, Tullui Sönmez, Onat Kutlar, İlhan Selçuk, Ümit Erdoğan, Berna Moran, Minu İnkaya, Veli Lök, Emre Kapkın, Cahit Tanör, Yılmaz Tokman, Şinasi Acar, Ali Oralp Basım, Ruşen Hakkı Özpençe, Hayri Tütüncüler, Güngör Türkeli, Atıf Yılmaz, Başar Sabuncu, Orhan Ş. Balcıoğlu, Erdal Öz, Turgut Kazan, Talat Mete, Ercan Ülker, Ahmet Kocabıyık, Ali Cumhur Ertekin, Yılmaz Polat, Gürsoy Dinç, Cemal Nedret Erdem, Muhittin Yavuz Aksu

Güncel Tarih

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz