Yabancılaşma: Bir Araştırma Konusu Olarak Toplumsal İlişkiler – Bertell Ollman

158

I  Marx’ın kavramlarının (ya da kategorilerinin) ve de ifadesini bu kavram ve kategorilerde bulan toplumsal gerçeklik anlayışının geniş bir şekilde tartışıldığı yegâne yer, yarım kalan Ekonomi Politiğin Eleştirisi’ne Önsöz’dür.

İlk kez Karl Kautsky tarafından 1903’te basılan ve zihnimizde yeni ufuklar açan bu çalışma Marksizm üzerine çalışan Anglosakson yazarların çoğu tarafından görmezden gelinmiştir.32 Hâlbuki bu çalışmadan öğreniyoruz ki “Bütün tarihsel ve toplumsal bilimleri olduğu gibi, ekonomik kategorileri çalışırken de aslında çalıştığımız konu, yani şu an için modern burjuva toplumu, gerçekte olduğu üzere akıllarımızda da verilidir ve bu nedenle de kategorilerin, elimizdeki konunun yalnızca ifade biçimleri, varlığın dışa vurumları olduğunu ve sıklıkla bu konunun, bu belirli toplumun tek yanlı boyutları olduğunu akılda tutmak gerekir.” Konu ve kategoriler arasındaki bu ayrım, gerçek dünyaya ilişkin bilgilerimizle, zihnimizde inşa ettiğimiz kavramlar üzerinden dolayım kurduğumuzu; gerçekliğin ayırdına varmamız itibariyle onunla kurduğumuz temasın, kavramsallaştırılmış gerçeklikle kurduğumuz temas olduğunu kabul etmemizdir.

Marx’ın sözlerinde alışılmadık olan şey, kategoriler ve toplum arasında kurduğu özel ilişkidir. Kapitalizmi betimlemenin basit bir aracı (yani, taraflı bir hikâyeyi anlatan tarafsız araçlar) olacakları yerde, bu kategorilerin kendi konularının birer “biçimi”, “dışa vurumu” ve “yönü” oldukları beyan ediliyor. Yahut Önsöz’ün başka bir yerinde söylediği gibi, burjuva toplumunun kategorileri “[bu toplumun] koşullarının ifade edilmesine ve örgütlenişinin kavranmasına hizmet ederler”.  Demek oluyor ki kategoriler, uygulanmaları için gerekli olan gerçek koşulları; anlamlı, sistemli ve anlaşılır koşullar olarak ifade ediyorlar. Bu sadece, kategorilerin anlatabilecekleri şeyler açısından sınırlı olduğu gerçeğini göstermekle kalmaz; anlatılan hikâyenin kendisinin de bir şekilde bu hikâyeyi anlatan kavramların bir parçası olduğunu düşündürür. Bu durum, Marx’ın şu sözünde açığa çıkar: “En basit iktisadi kategori, diyelim ki mübadele değeri, üretimi, belirli ilişkiler dâhilinde gerçekleştiren bir nüfusun varlığını kabul eder. Aynı zamanda bu kategori, belli aile, sınıf, devlet, vs. tiplerinin varlığını da kabul eder. O halde bu kategori, halihazırda verili somut ve yaşayan bir toplamın soyut ve tek taraflı ilişkisi olmaktan başka bir varoluşa sahip değildir.” (vurgu bana ait)
Dil karşısındaki bu yaklaşımın en çarpıcı sonuçlarından biri, sadece kategorilerin içeriğinin değil; aynı zamanda kategorilerin ta kendilerinin Marx tarafından “doğru” ve “yanlış” olarak değerlendirilmesidir. Şöyle ki, Proudhon’u eleştirirken Marx “iktisadi-politik kategorilerin” “gerçek, geçici, tarihsel, toplumsal ilişkilerin soyut ifadeleri” olduğunu ve bu kategorilerin “sadece bu ilişkiler var oldukları sürece doğruluklarını koruyabildiğini” savunur (vurgu bana it). Marx’a göre, kapitalist kategorilerle çalışmaya karar vererek Proudhon, bu kategorilerin içerdiği “doğrulardan” kendisini bütünüyle koparamaz. Sağduyuya göre, sadece yargılar doğru ya da yanlış olabilir ve bu ölçütü, kavramları değerlendirmek için kullanmak yersiz ve kafa karıştırıcı görülür.
Bu tartışmanın öne çıkardığı üç sonuç var: Bir; Marx, politik-iktisadi kavramların her birini toplumun kendisinin bir bileşeni olarak ele almıştır; kendi ifadesiyle bu kavramlar “halihazırda verili somut ve yaşayan bir toplamın, soyut ve tek taraflı ilişkisi”dir. İki; bir kavram, belirli bir yapı oluşturmak üzere diğer toplumsal bileşenlerle yakından ilintilidir. Üç; bu bütün ya da en azından bu bütünün en önemli parçaları, kavramın kendisinde ifade edilirler. Vardığımız bu sonuçlar açık değilse, bunun sebebi, verili kabul edilen yapının hâlâ anlaşılması güç ve belirsiz olmasıdır. Belirli bir birliği yansıtan kavramları düzgünce anlamak için, bu birliğin niteliğine, yani, bileşenlerinin bir araya gelme yöntemine, bu bileşimlerin özelliklerine ve bunların hepsinin oluşturduğu bütünün doğasına dair aklımızın berrak olması gerekir. O zaman sadece, Marx’ın, çalışma konusunun birimlerini nasıl yapılandırdığını öğrenmemiz ve sadece, Marx’ın bir şey bildiğini düşündüğü yerlerde bu bilginin nitelik ve kapsamının farkında olmamız, vardığımız bu sonuçların ortaya koyduğu kavramlar ve gerçeklik arasındaki ilişkiyi netliğe kavuşturmakta yeterli olacaktır.

II

Marx’ın toplumsal gerçeklik anlayışının ayırt edici özelliğini, belirli toplumsal faktörlere atfettiği nitelikler kümesi aracılığıyla anlayabiliriz. Sermayeyi örnek olarak alalım. Marx’ın sermayeyi “ücretli emeği sömüren ve yeni sömürü için yeni ücretli emek arzı bulma koşulu dışında çoğalamayan bir mülkiyet çeşidi” olarak resmettiğini görüyoruz. Burada dikkat edilmesi gereken nokta şu: Sermaye ve emek arasındaki ilişki, sermayenin kendisinin bir işlevi ve “sermaye” kavramının anlamının bir parçası olarak ele alınmıştır. Bu bağ, Marx’ın işçiden “değişir sermaye” olarak bahsettiği yerlerde işçiyi de kapsayacak şekilde genişletilir. Dahası, kapitalist de aynı bütünün içine dâhil edilir: “Sermaye zorunlu ve eş zamanlı olarak kapitalisttir (…) kapitalist, sermaye kavramına dâhildir.” Marx başka yerlerde “toplumun belli bir kesiminin tekelinde bulunan üretim araçlarının”, “emekçilerin bağımsız birer güce dönüşen ürünlerinin”, “paranın”, “metaların” ve hatta “değer üreten gücü sömüren değerin” de birer sermaye olduğunu iddia ediyor. Bu farklı nitelemelerin ortaya çıkardığı şey, aynı kavramın birbirine bağlı birden fazla yüzü olduğudur. Kavramın kendisinin anlamı ise, bileşenleri arasında Marx’ın olduğuna inandığı ilişkilere bağlıdır; yani mülkiyet, ücretli emek, işçi, işçinin ürünü, metalar, üretim araçları, kapitalist, para ve değer arasındaki ilişkilere… (bu liste daha da uzatılabilir).
Marx’ı gevşek ve yanlış yönlendiren bir sunum yaptı diyerek suçlamak yeterli değildir; zira göreceğimiz üzere bütün toplumsal faktörler aynı tarzda ele alınır. Ancak eğer bu eksik bir ifade değilse, o halde Marx bize, genelde sermayeyle dışarıdan ilintili olduğu düşünülen etkenlerin aynı yapı içerisindeki ortak unsurlar olarak görüldüğü bir sermaye anlayışı sunmaktadır.
Sermayeden “belirgin bir toplumsal ilişki” olarak bahsederken Marx’ın aklındaki, sermayenin bu sistemsel niteliğidir. Bu anlayış, Ricardo’nun sadece “birikmiş emek” olarak “doğrudan emekten” farklılaştığı sermaye tanımıyla karşılaştırılır. Marx, sermayenin “tamamıyla maddi bir şey, emek sürecindeki unsurlarından yalnızca biri” olarak görüldüğü bu anlayışta “emek ve sermaye, ücretler ve kâr arasındaki ilişkilerin asla geliştirilemeyeceğini” iddia eder. Marx bu bağlantıların yalnızca kendisi tarafından yerli yerine oturtulduğuna, zira bunların zaten kendi geniş sermaye kavramında içkin olduğuna inanır. Böyle olmasa, o da Ricardo gibi başarısızlığa mahkum olurdu. Marx’ın kapitalizm incelemesine giren bütün faktörler “belirgin bir toplumsal ilişkidir.”

III

Marx’ın toplumsal gerçeklik anlayışındaki bütün unsurlar için ilişki, daha azına indirgenemeyecek olan asgari birimdir. Gerçekten de, konusu basitçe toplum değil “ilişkisel” olarak kurgulanmış toplum olan Marksizmi kavramak konusunda karşılaştığımız zorlukların özü işte bu noktadır. Sermaye, emek, değer, meta, vs.’nin hepsi, kendilerine dışarıdan bağlı olarak görme eğiliminde olduğumuz parçaları, varlıklarının içsel unsurları olarak bünyesinde barındıran birer ilişki olarak anlaşılırlar. Esas itibariyle bağımsız faktörlerden, bu faktörlerin birbirleriyle ilişkili oldukları özgül biçimlere, oradan da bu bağı kavramın ilettiği anlamın bir parçası olarak algılamaya doğru kademeli bir kayma yaşanmıştır. Bu son nokta, her bir faktörün merkezî bir anlamı olduğunu yadsımaz; ancak bu merkezî anlamı bir ilişkiler kümesi olarak ele alır.
Sağduyuya göre, bir toplumsal faktör, ilişkili olduğu diğer toplumsal faktörlerden mantıksal olarak bağımsızdır. Faktörler arasındaki bağlar zorunlu değil, olumsaldır (contingent); bu bağlar, faktörlerin yaşamsal karakterini hiç etkilemeyen, çok başka şeyler de olabilirler; kaldı ki bu karakter diğerlerinden bağımsız olduğu düşünülen bir parçaya [faktöre] aittir. Bu tezin devamı olarak, herhangi bir toplumsal faktörün diğerleriyle ilişki kurmadan var olabilmesi de mantık olarak düşünülebilir. Oysa ki, Marx’a göre bu ilişkiler, her bir faktör için içseldir (bunlar ontolojik ilişkilerdir); öyle ki, önemli bir tanesi değişiklik yaşadığında faktörün kendisi değişir, başka bir şey olur. Öte yandan faktörün görünümü ve/veya işlevi yeterli derecede değişmişse, ona karşılık gelen yeni bir kavrama ihtiyaç var demektir. Bu nedenle, örneğin, eğer ücretli emek yok olmuşsa; yani eğer işçilerin sermayeyle olan bağları radikal bir şekilde değişmişse, sermaye de artık yok olmuş demektir. Doğal olarak, tersi de doğrudur: Marx, “sermayenin olmadığı yerde artık ücretli emek de olmaz” yargısının “totoloji” olduğunu söylüyor. Bu nedenle, “‘sermayeyi işçiyi sömürmenin ve boyun eğdirmenin aracı’ olarak tanımlarsak, sahibi olan çiftçi tarafından kullanılan makine sermaye olmaz; ama çiftçi makineyi çalıştırması için bir adam tutuyorsa makine o zaman sermaye olur” derken Max Hirsch tamamen haklıdır. Bu paradoks, Hirsch’in niyetlendiği gibi apaçık bir eleştiri olmaktan ziyade, bir toplumsal ilişki olarak sermayenin niteliğini örneklendirmekten başka bir şey yapmaz.
Bu çalışmada “ilişki” terimini iki anlamda kullanacağım: ilki, sermayeye ilişki derken yaptığım gibi faktörün kendisine işaret etmek içindir; ikincisi ise, faktörler arasındaki ilişkiden bahsederken kullandığımız gibi, yani “bağlantı” kavramıyla eş anlamlı olarak. Marx ve Engels de terimi bu iki farklı anlamıyla kullanır. Sermayeyi bir “toplumsal üretim ilişkisi” (Almanca “Verhaltnis”) olarak adlandırmanın yanı sıra, Marx paradan bir “üretim ilişkisi” ve üretim tarzının kendisinden “üretici güçleri geliştiren ilişki” olarak bahseder; ki bu atıfların sayısı daha da çoğaltılabilir. Yine de, Marx’ın “ilişkiyi” “bağlantının” eşanlamlısı olarak kullanması çok daha yaygındır; öyle ki Marx’ın yazılarında hiçbir ifade Verhaltnis kadar sık karşımıza çıkıp, hem eleştirmenleri hem de çevirmenleri sıkıntıya sokmuyordur. Aslında, her iki anlamı birden vermek için “ilişki” terimini kullanmak doyurucu olmuyor. Ama yeni bir kavram ortaya atmak yerine, Marx’ın kullanımını ben de kabul ediyorum; lakin ufak bir değişiklikle: Kitabın geri kalanında “ilişki”, bir faktöre atıfta bulunduğunda teriminin ilk harfini büyük yazacağım (İlişki olarak); faktörler arasındaki bağlantıyı işaret ettiğinde ise terim olduğu gibi kalacak. Böylece okuyucuların bu önemli ayrımı yapmalarına yardımcı olmayı umuyorum. Öte yandan, belirgin şekilde “İlişki”ye alternatif olabilecek “yapı”, “birim”, “sistem” gibi kavramlar Marx’ın toplumsal faktörleri ele alış biçimi tarafından yadsınan kapalı ve sonlanmış bir karakter ima ediyor. Toplumsal yaşamın büyük bir bölümünü oluşturan değişimler ve belirsizlikleri hesaba katarken daha iyi uyarlanabilecek bir kavram olarak “İlişki” bana, Marx için de öyle olmalı, cazip geliyor.

Bertell Ollman
Yabancılaşma 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz