Varoluşçu Düşünürlerde Yaşamın Ayrılmaz Bir Parçası Olan Ölüm ve Ölüm Problemi

Varoluşçu Düşünürlerde Ölüm Problemi Veya Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre’da Ölüm Problemleri; İnsanlık tarihine baktığımızda ölüm, insanın varoluşundan itibaren en önemli fenomenleri arasında yer almış ve yer almakta alan fenomenlerden biridir. Bunun en belirgin örneğini “Felsefe yapmak, ölmeyi öğrenmektir” diyen İlkçağın en büyük düşünürlerinden biri olan Platon’da görmekteyiz.
Ölümün varoluşçu düşünürlerde konumuna geçmeden önce onunla ilgili soruların bazılarını ortaya koymak gerekiyor: Ölüm nedir? Ölüm gerçekten yok oluş mu? Yoksa yeni bir hayatın başlangıcı mı? Ölüm korkusu nedir ve bizi niçin etkiler? Daha açık bir ifadeyle teorik olduğu kadar pratik bir vakıa olan ölüm materyalistlere ve spiritualistlere göre nedir? Varoluşçu düşünürlerin ölüm hakkında düşünceleri nelerdir? Ölümü nasıl açıklamaktadırlar?… işte tüm bu soruları ve benzerlerini Martin Heidegger ve Jean-Paul Sartre felsefesinde ele alacağız.

Konumuzu geniş açıdan ele almadan kimine göre bir yok oluş, kimine göre ölümsüz bir hayata başlamak 2 olan ölüm; başta materyalist  varoluşçularda insanı yok eden bir olgudur. Diğer bir ifadeyle ilkçağ ve 17. ve 18. yüzyıl materyalistlerine göre ruh gözle görülemeyen çok küçük ve birbirinden tamamen ayrı atomlardan oluşmuştu. Bu düşünürler duyguları, aklı, iradeyi ve şuurun varlığını atomların faaliyetlerine ve uyumlarına bağlamışlardır. Onlara göre şuur materyalizmin daha ileri seviyesinde beynin bir fonksiyonu olarak algılanır. Kısaca onlara göre ölüm insan varlığının tamamen ve mutlak olarak yok oluşudur.

Bunların karşısında yer alan ve bu konu hakkında daha spesifik düşünenler ruhu; şuurlu, ölümden önce olduğu gibi sonra da yaşayan, faaliyetlerine devam eden bir varlık kabul etmektedirler. Daha açık bir ifadeyle, gerek idealistler gerek spiritüalistler şuurla ruhu bir ve aynı kabul edip, şuurun daha önceki aktivitelerini ve belleklerini koruyarak ölümden sonra da varlığına devam ettiğini savunurlar. Buna ferdin veya benliğin devamını içerdiğinden şahsın ölümsüzlüğü doktrini denilir. Daha çok Platon, Saint Thomas, Leibniz, G. Berkeley ile diğer spiritualist ve idealistler tarafından savunulmuştur.

20. yüzyılın başlarında ortaya çıkan La Lebensphilosophie pek çok yeni düşünce akımlarının da ortaya çıkmasına sebep olmuştur. Bu felsefi ekolün ele aldığı en önemli fenomenlerden biri olan ölüm varoluşçu düşünürlerin de önemle üzerinde durdukları bir konudur. Gerek Hıristiyan gerek ateist varoluşçuların en ateşli şekilde ele aldıkları ölüm fenomenini önce Martin Heidegger düşüncesinde göreceğiz.

1. Ölüm İçin Varlık ve Varlığın Anlamı Sorunu :
Martin Heidegger’in ölümle ilgili düşüncelerini varlık felsefesi kapsamında görmekteyiz. Diğer bir ifadeyle onun ölümle ilgili görüşleri varlık düşüncesiyle iç içedir. Çünkü varlık onun felsefesinin en temel ve en önemli öğeleri arasında yer almaktadır.

Onun ölüm hakkında görüşlerine açıklık getirmek için öncelikle temel kavramları açıklamamız gerekmektedir. Bu bağlamda ele alacağımız ilk kavram varolmak ‘tır. Bu, Heidegger’in düşüncesinde bir taraftan şuura diğer taraftan varlığa dayanmaktadır. Yine buradan hareketle dünya kavramını anlamamız da kendimizi anlamamıza bağlıdır. Bu bağlamda varolmanın özellikleri nelerdir sorusuyla karşılaşmamız mümkündür? Bu soruya verilecek ilk cevap onun herkes için özel olduğudur. Diğer bir anlatımla varolmanın kişisel ve ferdi olduğudur. Nasıl J.P. Sartre’a göre varoluş özden önce geliyorsa , Heidegger’e göre varoluşun özü kendinde saklıdır. Fakat buna rağmen o basit olarak ne burada ne de başkasındadır. Buradan uzak, kendi varlığında varolmak varlıkla bağlantılı olarak bulunmaktadır.

Buna paralel Heidegger’in anladığı anlamda dünya tabiatla aynı anlamı içermemektedir. Ona göre tabiat dünyada bir olandır ve oluştur. Bu ise değişik boyutları ve konumları olan olgudur. Yine bu bağlamda tabiat dünyanın içinde yer almakta varoluş ise dünyada varlık gibi burada bulunmaktadır. Kısaca Heidegger’in dünya kavramından anladığı yaşadığımız bu ortak ve zorunlu dünyadır. Çünkü Heidegger aynı zamanda varlığı, obje (das Zeug), olabilirlilik (zuhandenheit) ve burada –varlık (Vartandensein) olarak kabul etmektedir.
Bu açıklamalara paralel olarak ölüm-için-varlık konusunu şimdi daha geniş şekilde ele alabiliriz.

Heidegger’e göre ölüm, varlığın en belirgin özelliği olduğundan varlığın kendisine doğru yönelişini durdurur ve bunları birbirinden ayırır. Dolayısıyla ölüm, kendisinden ayrılmayan bir özelliği içerdiğinden ve kendisinin etkinliği ve önceliği olduğundan buradaki varlığı diğer bir ifadeyle insanı, bir bütün ve tam olarak ele alır. İnsanın diğer tüm özellikleri bundan sonra gelir. Diğer bir ifadeyle Heidegger’e göre ölüm ve zaman; varlık gibi varlığın modaliteleri olarak düşüncedirler. Bizzat konumuz ölüm olduğundan onun Heidegger felsefesinde dünyada – varlığın sonu olduğunun altını bir kez daha çizmemiz gerekmektedir. Bu durum aynı zamanda ölümü korku olarak da tanıtmaktadır. Kısmen ölüm buradaki varlığın yıkımından başka şey değildir. Daha açık ifadeyle Heidegger’e göre ölüm ortaya koyma veya realizasyon olmayıp aksine tüm realitenin yokluğudur. Yine ölümün varlığa bağlılığından başka herhangi bir ilişkisi yoktur. Yukarıda asıl vurgulanmak istenen ölümün bir hiç ve olumsuzluk olduğu ve özellikle diğer varlıklar gibi bir obje olmadığının belirtilmesidir.

Diğer taraftan ölüm olayının Heidegger felsefesinde başka bir boyutunu da görmemiz mümkündür. Ona göre varoluşun tüm imkanları kapsamında olan ölüm, bu imkanın yaşamasını sınırlandırır ve önüne bir engel koyar. Bu bağlamda ölüm yukarıda vurguladığımız gibi varoluşun basit olumsuzluğundan başkası değildir. Dolayısıyla Martin Heidegger ölü bir insanın hayatını bir bütün olarak kavrayabilmek, anlamak için insanın ölümünün veya ölmüş olmasının ontolojik anlamını kavramamız gerektiğini vurgular. Çünkü burada söz konusu olan insanın diğer bir ifadeyle Dasein’in yaşamının bütünlüğü ve tümlüğüdür.

2. Heidegger’de Ölüm ve Ölümsüzlük
Martin Heidegger’in “L’Etre et Le Temes” adlı yapıtta ele aldığı en önemli konulardan biri hiç şüphesiz ölüm fenomenidir. Ona göre ölüm insan varlığının en belirgin bir özelliği olduğu gibi aynı zamanda Dasein’in varoluşunun sonunu hazırlayan ve bitiren bir olgudur. Bir başka ifadeyle hiçbir Dasein bizzat kendi ölümünü deneyimleme olanağına sahip olmadığından bir bütün olarak da kendi varoluşunu kavrayamayacağının altını çizmemiz gerekiyor. J. Charon’un belirttiği gibi Heidegger’de kelimenin geniş anlamıyla ölüm, canlı bir olgudur. Bu bağlamda Dasein’in hayatının sonu olan ölüm hiçbir durumda ortadan kaldırılamaz ve yok edilemez. Çünkü o Dasein’in ayrılmaz bir parçasıdır.

Ölümün canlı bir olgu olması, bir hayvanın ölümle olan ilişkisiyle bir insanın yani Dasein’in ölümle olan ilişkisi arasındaki fark gibi hayvanın varoluşuyla insanın varoluşu arasındaki fark kadar büyük ve farklıdır. O bu ayrımıyla hayvanın ölmesine telef olma derken Dasein’inkine vefat etti der. Çünkü Dasein’in vefatı yani ölümü insanın dışındaki canlıların ölümünden farklıdır. Dolayısıyla Dasein, biyolojik yapısını ve çok daha önemlisi şuura sahip olma özelliğiyle kendi varlığını varoluşsal özelliklerle biçimlendirir ve şekillendirir. Bu bağlamda Heidegger’e göre ölümü anlamak; varoluşsal boyutta Dasein’in ölümle olan ilişkisini yaşanan, bilinen ve idrak edilen bir ilişki olarak anlamak demektir. Diğer bir anlatımla Dasein için ölüm bir oluş biçimidir. O bir olay olmayıp olanaksızlığın olanağıdır. Kısaca Dasein’in burada olmamasıdır.

Diğer taraftan yine Heidegger’e göre Dasein’in veya diğer canlıların ölümlü olması, sounda ölüm bulunan sınırlı bir hayat sürecine sahip olması demek değildir. Bu hiçbir durumun, hayat tarzının ölüm olasılığını ortadan kaldırmaz. Çünkü biz ne kadar özenli ve dikkatli olursak olalım ölümü hayatımızdan çıkarıp atamayız. Dasein içinde bulunduğu her anın son olması olasılığı içine fırlatılmış ve atılmış bir varlıktır. Bu bağlamda Dasein’in varlık’ı ölüme-doğru-oluş’tur. Dünyaya-atılmış-varlık olmanın diğer bir anlamı ölümlü-varlık diğer bir ifadeyle ölüm-için-varlık demektir. Ölüm-için-varlığın diğer anlamı kaygıdır. Ölüm, varoluşun varlığı olarak nitelenen kaygı üzerine kurulmuştur. Bundan dolayı ölüm-için-varlık, varoluştan ayrılamayan bir parça ve öğedir. Ölümün varoluş bakımından yorumlanması Dasein’in gerek isteyerek gerek bilerek boyun eğmesini sağlar. Bunun diğer bir anlamı ise gerçek sıkıntının ölüm-için-özgürlük’e dönüşmesidir.

Heidegger’in düşüncesinde kaygı olarak vurgulanmak istenen, varlığın-yanında-olduğu gibi –bir- dünyada-daha-önceden-varlığın-içinde-kendinde-olmaktır. Diğer bir ifadeyle Dasein’in düşüşü ve kaygılı olmasıdır. Ölüm korkusu diğer adıyla ölüm kaygısı Dasein’de vefat korkusunu kapsamak zorunda da değildir. Bu Dasein’in zayıflığının veya acizliğinin de bir yansıması değildir. Bu diğer ifadeyle kaygı, varoluşun temeli ve en önemli öğesidir. Kendinden-önce-olmak olanaklara atılmak ve dünyada olmaktır. Kaygının genel olarak anlamı acı, korku, şüphe ifade etmesine karşın Heidegger’de çok daha özel anlam ifade ettiğini unutmamak gerekir. Dasein’in varlığının tamlığını ölüm ve olanaklar açısından ele aldığımızda kaygının önemi daha da artmaktadır.

Martin Heidegger’e göre ölüm-için-varlık düşüncesi bizi bilinçlendirmekte, yönlendirmekte bunun ötesinde yeni bir hayata itmektedir. Çünkü ölümlü-varlık-düşüncesi veya ölümle yüzleşme düşüncesi, kaygısı Dasein’in dünya-içinde-varlık olmasını sağlar. Varoluşsal imkanlar bakımından ölüm kaygıda kendini bulur ve temellenir. Kendisi aşılamaz bir fenomen olan ölümün kendisiyle tüm olanaklar biter. Dolayısıyla Dasein’in burada oluşunun her anı her dakikası ölümle biçimlenir ve şekillenir. Çünkü ölüm yaşamı birlik ve bütünlük haline getirmekle, yaşama anlam vererek etkinliğini ve önemini daha da ortaya koymaktadır. Dasein, ölüm korkusunu günlük işler ve projeleriyle uzaklaştırmak istese de ondan uzaklaşamayacaktır. Bu insanın sadece kendi ölümü karşısında korkması ve kaçmasıdır. Ölümlü-varlık bilinciyle kendi varoluşuna ulaşır.

Heidegger felsefesinde ölümlü olma veya, ölümlülüğün pür fenomeni karşısına bizi yerleştirme düşüncesi hayata bir sınır koymaktan diğer bir ifadeyle Dasein’in bizzat kendi ölümünü anlamasından başka şey değildir. Çünkü Dasein kendi ölümünü düşünen ve ölümle iç içe olan bir varlıktır. Daha önce de vurguladığımız gibi kişinin ölümü konusunda Heidegger’e göre her Dasein sürekli, zorunlu olarak kendi kendini kuşatır. Ölüm bizzat kendisi içindir. Ona göre Dasein’in veya varlığın genel özü olmadığından ölümün de genel özü yoktur. Bir başka ifadeyle ölümün ve varoluşun başkasına geçmeyen, aktarılamayan, yansıtılamayan deneyimi vardır.

Heidegger’e göre konumuzu bir başka boyuttan ele aldığımızda varoluşun ölüm fenomeni dış etkenler sebebiyle kesintiye uğradığı gibi etkileşime uğradığını görürüz.

Ona göre varoluş olarak adlandırılan bu ilişki ve bağıntı herhangi birisinin ölümünü gözlemekten başka bir durum olmadığı gibi kendi ölüm korkusundan başkası da olamaz. Burada vurgulanmak istenen bu bağlantının ve ilişkinin saptanmasıdır. Ben’lik başkasının ölümünden ayrı hissedilen bir olgu olarak fertten başka şey de değilse bizzat kendindedir ve zorunlu bir ilişki içinde varlık ölmektir.

Heidegger’e göre aynı zamanda ölüm yaşamın bir kısmını oluşturan geniş anlamlı bir fenomendir. Örneğin Dasein biyoloji bilimlerinin objesi olarak bir canlı gibi de incelenebilir. Çünkü ölüm üzerine bu perspektifte gelişen ve yapılan araştırmalar mevcuttur. Dolayısıyla ölüm konusunda çalışan herhangi bir araştırmacının verilerinin tamamı bu perspektiften başka ortaya koyulamaz. Diğer bir ifadeyle bu, Dasein’in ölümsüzlüğünü kendi kendine bilip dünyada bir yere sahip olan objektif bir hakikatin önemini kavramaktır. Heidegger’e göre Dasein’in ölümü, başkasının ölümü gibi dünyanın bir hakikatidir. Hayatın dışına çıkma olan bu olay dostlardan ayrılma manasına vefat etmektir. Sona ulaşmayı bilmede herhangi bir canlı için söylenen Dasein için söz konusu olamaz. Zira bu Dasein’in vefat etmesine karşın tamamen saf ve doğal olmayan kendi ölümünü ortaya koymak ve incelemekten başka şey değildir. Yani kendi ölümüne bağlı ve ölümlü varlık olarak hayatın dışına çıkmaktır. Burada Heidegger, kendi ölümüyle birlikte bulunan Dasein tarafından var olma sebebini açıklayan düşünce gibi ölümü tarife çalışır. Bu anlamda ölmek insan hayatının bitişidir. Daha spesifik anlamda ölümü veya ölümde-varolmayı bilmektir. Kısaca insanlar ölümlüdür. Çünkü sadece bizler bu bağlantıyı kurar ve kendimizi ölümlü bir varlık olarak biliriz.

Burada Heidegger’in ölümden amacı, Dasein’e ait olan özelliği ve olanağı belirtmiş olmasıdır. Dasein’i kuşatan, yok etmekle tehdit eden ölüm aynı zamanda varoluşu da ortaya koyar. Bu bağlantı ve çok yakın ilişki sebebiyle varoluş Dasein için önemli konuma gelmektedir. Ölüm fenomeni yalnız kişiyi değil diğerlerini de ilgilendirir. Ölüm kişinin diğerleriyle olan tüm bağlantılarını ve ilişkilerini ortadan kaldırır. Dasein’i ölümden, ölümü de Dasein’den uzaklaştırmak mümkün değildir.

Martin Heidegger’in felsefesinin temel ve sihirli kavramı olan Dasein’in bazı özelliklerini konumuzla bağlantılı olarak ortaya koymamız gerekiyor. Bunlardan birincisi Dasein’in olay özelliği olarak karşımıza çıkmakta bu daha önce de belirttiğimiz gibi insanın atılmışlığını terkedilmişliğini, yalnızlığını Gabriel Marcel’in de belirttiği gibi dünyaya indirilmişliği ifade eder. Çünkü Dasein kendisine sorulmadan ve görüşü alınmadan buraya atılmış olduğundan dünyada-varlık’tır. Dasein, zaman kavramıyla kendisinin daha önceden dünya-içinde-varlık olduğunu fark eder.

Dasein’in ontolojik boyutta ikinci özelliği varoluşçu yapıya sahip olmasıdır. Yani insan yaptıklarından, ortaya koyduklarından başkası olmadığı gibi aynı zamanda olabileceğidir. Sorumluluk, özgürlük, kaygı, salt sübjektivite ….vs. misyonu olan bir varlık olan insan bunlarla kendi varoluşunu oluşturur. Aynı zamanda bunlar varoluşçu özelliğin yapı taşları ve temel unsurlarıdırlar.
Dasein’in diğer bir özelliği eksikmedir. Eksilme geleceğin ferdi olanaklarından insanın kendini uzaklaştırıp soğutarak günlük hayatın ilgileri içinde kaybolmasıdır. Eksik insan insan geçmişinden ve geleceğinden koparak sadece bugünü yaşayan ve aynı zamanda benliğinin dışına çıkmış insandır.

İşte yukarıda özelliklere sahip olan Dasein, dünya içinde-varlık olarak ölümle kendi hayatına bir düzen ve sorumluluk getirmek zorundadır. Ölüme-doğru-varlık düşüncesiyle Heidegger, Dasein’in, sübjektifliğiyle iç içe bulunan ölüm denemesini ifade eder.

3. Ölüme – Doğru – Oluş
Ölüm olayı Martin Heidegger’in düşüncesinde görüldüğü gibi Dasein’in kendisiyle birlikte bulunmasına bağlıdır. Diğer bir ifadeyle ölüm, Dasein’in kendine bağlı olan bir mümkün varlık olduğu gibi buna paralel olarak da Dasein ölümle kendine en fazla ait olan özellik olarak yüz yüze gelmektir. Ölüme-doğru-oluşun diğer bir anlamı Dasein’in, kendi ölümlülüğünün bilincinde olarak varlık-oluşsal bir olasılık üzerine tüm olanaklarını seferber etmesi ve ortaya koymasıdır. Bir başka ifadeyle bunun anlamı ölümlü-bir-varlık olduğu bilincine varıp aynı zamanda bir tedirginliği de üzerinde taşımaktır. Bu tedirginlikle birlikte Dasein, kendi varlığından istemeyerek ve arzu etmeyerek ortaya çıkıp kendi varoluşunun hiçliği karşısında varlık-oluşsal tercihlerini yapmasıdır. Ölüme-doğru-varlık’ın diğer bir anlamı ölümlülüğü kabul etmek ve Dasein’in kendi varoluşunu bizzat kabullenmesi demektir.

Dasein, ölüm gibi hiçbir şeyin denemediği ölümlü-bir-varlık veya ölüme-doğru-bir varlık olma özelliğini koruyacaktır. Bu durum ancak başkalarına ait olan ilgimizden ve ilişkilerimizden dolayı ortaya çıkmış bir anlatımı ifade eder. Bu bağlamda ölüm başkalarının arasında bulunan imkan, kişinin en doğal özelliği ve başkalarına intikal etmeyen en açık bir vasfıdır. Heidegger’e göre ölüm, var olmayan varlığın olasılığı gibi mümkün olan her şeyin de yokluğunun olasılığıdır. Yani ölüm Dasein’in basit ve saf olanaksızlığının sonucudur.
Heidegger’in ölüm hakkında görüşlerini burada bitirmeden önce şunu bir kez daha vurgulamamız gerekiyor. Heidegger, Dasein’i ölümü yaratan bir varlık olarak kabul edip ölüme bağlı olma onun üzerinde bir geçiştir. Bu aynı zamanda aşkınlığın diğer bir versiyonudur. Aşkınlık, Dasein’in kendini geçebilmeyi ve var olmayı ifade eder. Kendi kendinin varlığı içinde en önde olmak ölümü ortaya koyan olasılığın bu özelliğini vurgulayan varolmayı anlamaktır.

Ölüm konusunda keskin görüş ve düşünceleriyle bu alanda kendini kanıtlamış bir diğer düşünür J.P. Sartre’dir. Onu bu sahada varoluşçuluğun en önde gelen ve kurucularından biri olarak görmekteyiz. Ele aldığı en önemli konulardan biri de ölümdür. Bunu kendine özgü ve spesifik bir boyutta ortaya koymaktadır.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz