Sonunda her şey iyi olacak, inan ki öyle olacak!..
Sevgili Theo, içinde 100 frank bulunan güzel mektubuna hemen cevap yazmak isterdim ama, o sırada çok yorgun olduğumdan, doktor da hiçbir zihinsel çalışma yapmaksızın yalnızca yürüyüşe çıkmam konusunda kesin emir vermiş olduğu için, ancak bugün yazabiliyorum sana. Çalışma açısından bu son ay fena geçti sayılmaz; üstelik çalışmak beni avuttuğundan, daha doğrusu denetimi yitirmemi engellediğinden, kendimi çalışmaktan alıkoymuyorum. Beşik Sallayan Kadın’ı [1888 Kasım’ının başlarında yapılmış olan Arles’lı Kadın] üç kez yaptım. Mme. Roulin model, bense yalnızca ressam olduğumdan; yaptığım üç resimden birini, kocasıyla birlikte, seçmesine izin verdim; ancak o, seçtiğinin kendim için de bir eşini yapmayı şart koşmuştum, şimdi onu yapmakla uğraşıyorum. Mistral’ın La Mireille’ini okuyup okumadığımı soruyorsun [Provence’li bir şair]. Ben de senin gibiyim, ancak parça parça ve tercüme olarak okuyabiliyorum. Peki, sen aynı eseri dinledin mi? Belki biliyorsundur, Gounod bestelemiş bunu, ya da ben öyle sanıyorum. Ben müziği bilmiyorum tabii. Ayrıca dinlemeye gidecek olsam bile, müziğe kulak vereceğim yerde müzisyenleri seyrederim. Şu kadarını söyleyebilirim sana: Bu yörenin yerli dili, hele bir Arles’lı kadının ağzından işittin mi, olağanüstü müziksel… Beşik Sallayan Kadın’â bu çevrenin renklerindeki müziği ortaya çıkarma çabası var belki de. Boyanma tekniği oldukça kötü, burada dükkânlarda satılan renkli basma-resimler renklendirme tekniği açısından çok daha üstün, ama gene de…
Öte yandan, bu sözde iyi Arles kenti öylesine garip bir yer ki, bizim Gauguin buraya, haklı olarak, “güneyin en pis deliği” adını verdi. Ve eğer Rivet [iki kardeşin Paris’teki doktoru] bura halkını görmüş olsaydı epeyce kötü dakikalar geçirirdi kesinlikle, bize ikide bir dediği gibi buradakilere de durmadan “Çok hastalıklı bir grupsunuz, hepiniz” derdi; ancak bir kez yörenin hastalığına tutuldun mu, tamam artık, ölünceye dek kurtulamazsın. Bunu derken, kendi hakkımda artık hayalî umutlar beslemediğimi söylemek istiyorum. Şimdilik iyi gidiyor, doktorun tüm dediklerini de yapacağım ama…
İyi yürekli dostum Roulin ile birlikte hastaneden ilk çıktığımda, hiçbir şeyim yok ve de olmadı sanıyordum, hastalık geçirmiş olduğumu ancak bir süre sonra anlayabildim. Neyse işte, arada bir ya aşırı heves ya delilik ya pe- destal üstünde duran eski Yunan kahinleri gibi kehanet bunalımıyla sarsıldığım oluyor. O zaman da dilim fena halde çözülüyor ve Arles’lılar gibi konuşup duruyorum. Bütün bunlara karşın kendimi çok bitkin hissediyorum. Gövdesel gücüm kuvvetim bir yerine gelsin hele, en ufak ciddi bir belirti gösterecek olursam, Rey’e de [Hastahane başhekimi] daha önce söyledim bunu, geri dönüp Aix’deki akıl sağlığı uzmanlarına ya da kendisine teslim olacağım. Sağlığımız iyi olmadığı takdirde, bunun sonucu senin için de benim için de dert ve acıdan başka ne olabilir? Öyleyse sessiz sedasız çalışmayı sürdürelim, kendimize elimizden geldiğince iyi bakalım, kısır karşılıklı cömertlik çabalarıyla kendimizi yormayalım.
Sen görevini yerine getir ben de benimkini; ona bakarsan ikimizde yeterince ödedik işi dillendirmeksizin. Yolun sonunda yeniden sağlam kafa ile karşılaşabiliriz böylece. Benim o deliliğim en çok sevdiğim her şeyi altüst ettiğinde, bunu gerçek olarak kabullenmiyorum ve yalancı peygamberliğe kalkışacak da değilim. Hastalık ve hatta ölüm beni hiç korkutmuyor. Neyse ki ikimizin de tuttuğu mesleklerde aşırı hırsa yer yok. Benim anlamadığım ne biliyor musun? Şu sırada hem evlilik sözleşmesinin koşullarını hem de ölüm olasılığını aynı anda nasıl düşünebiliyorsun? Her şeyi karınla başlangıçta konuşman daha iyi olmaz mıydı? Kuzeylilerin adetleri böyle, biliyoruz. Kuzeylilerin adetlerinin iyi olmadığını söylemek ise bana düşmez. Sonunda her şey iyi olacak, inan ki öyle olacak. Gene de, ben ki bir kuruşum yok, paranın bir tür nakit, resmin ise bir başka tür nakit olduğunu söylemekte ısrar ediyorum. Üstelik, daha önceki mektuplarımda söz ettiğim türden bir koli mal göndermeye şimdiden hazırım. Gücüm kuvvetim yerine gelirse daha da büyük bir koli gönderebilirim. Ancak, benim ayçiçeklerime delice tutkun olan Gauguin o iki resmi birden alacak olursa, karşılığında nişanlına ya da sana kendi resimlerinden iki tanesini vermesini isterim -orta halli değil, orta-hallinin üstünde iki resim…
Ayrıca Beşik Sallayan Kadın’ların birini alırsa, üstüne kendi iyi tablolarından birini vermesi gerekir. Bu olmadan, sana sözünü ettiğim dizi tabloları tamamlayamam. O dizinin ise, birlikte sık sık, uzun uzun baktığımız o vitrine ulaşma olasılığı çok fazla. Bağımsızlar’a gelince, altı tablo gereğinden çok fazla bana sorarsan. Bence Hasat Zamanı ile Beyaz Meyva Bahçesi yeterli, yanlarına Provence’lı Kız ile Tohum Saçan Adam’ı da kat istersen, bence hava hoş. Hayatta en çok istediğim bir şey varsa, o da günün birinde, şu bizim ressamlık işi konusunda seni daha çok yüreklendirici bir izlenim yaratabilecek, otuz ya da daha çok ciddî etüdden oluşan bir koleksiyon sunabilmek sana. Böylece Gauguin, Guillermin, Bernard gibi gerçek dostlarımıza bir şeyler ürettiğimizi kanıtlayabiliriz. Küçük sarı ev konusuna gelince: Kirayı ödediğimde ev sahibinin vekilharcı çok nazikti ve bana eşitiymişim gibi davranmakla gerçek bir Ar les’lı olduğunu gösterdi. O zaman ben de ona, bir kontrata ya da yazılı sözleşmeye gerek olmadığını, hasta olsam bile, dostluk anlaşması gereği parayı ödeyeceğimi söyledim. Bura insanlarının yüreği sağlam ve ağızla verilen söz yazılı verilen sözden daha bağlayıcı…
Dolayısıyla, evi ne olur ne olmaz diye bırakmıyorum, çünkü ruhsal iyileşmem uğruna, burada bir yuvam olduğu duygusuna gereksinmem var. Evini Rue Lepic’den Rue Rodier’ye taşıman konusunda bir şey diyemem, çünkü görmedim. Ama önemli olan, öğle yemeklerini karınla birlikte yiyebilmen. Montmartre’da kalsan, madalya alman, Sanat Bakanlığı’na yükselmen daha kolay olur. Ama bu gibi şeylere hevesin olmadığına göre, yuvanda huzura kavuşman daha önemli; dolayısıyla taşınmakta haklısın bana kalırsa. Ben de biraz öyleyim. Burada sağlığımı soran herkese her zaman söylediğim gibi, hastalıktan ölmekle onlarla eşit duruma geleceğim, çünkü ben öldüğümde hastalığım da ölecek. Bu demek değildir ki arada uzun süre sağlıklı dönemler geçirmeyeceğim. Ama bir kez gerçekten hasta oldun mu, aynı hastalığa iki kez yakalanmayacağını biliyorsun, insan ya iyidir ya hasta, tıpkı ya genç ya da yaşlı olduğu gibi. Ancak, şundan emin ol ki, ben de senin gibi, hekimin dediklerini elimden geldiğince uyguluyorum ve bunu çalışmalarımın bir parçası, yerine getirmek zorunda olduğum bir görev olarak görüyorum. Sana şunu da söylemem gerekir ki, burada komşular falan bana özellikle iyi davranıyorlar… Bu yörede hemen herkes ya yüksek ateşten ya hayal görmelerden ya da delilikten şikâyetçi olduğu için, birbirimizi aynı ailenin üyeleri kadar iyi anlıyoruz.
Dün, aklımı kaçırdığımda görmeye gittiğim kıza (Vincent’in 23 Aralık’ta, kesik kulağını sunduğu genelev kızı Rachel…) yeniden gittim. Oradakiler bana, bu yörede bu gibi şeylerin olağandışı olmadığım söylediler. Kız birden sarsılmış ve bayılmıştı ama sonradan kendini toparlamışmış. Onun hakkında da iyi konuştular. Ancak, beni tümüyle akıllı ya da akıllanmış saymak doğru değil. Burada, hasta olan kişiler bana gerçeği anlattılar, insan yaşlı da olsa genç de, her an aklını kaçırdığı anlar olabilir. Dolayısıyla, çevrene bende hiçbir bozukluk olmadığını, ilerde de olmayacağını söylemeni istiyorum. Benim hastalığımın Ricord’u herhalde Raspail’dır ama buraların hummalarına kapılmadım henüz, ama ilerde yakalanmayacağım demek değil bu… [Vincent’in hastalığı o yörede yaygın olan frengiden değişik bir hastalıktı. Ricord, ABD’de zührevî hastalıklar uzmanı, Raspail ise Paris’te tanınmış bir nörologdu.] Ancak, buradaki hastane de bu işi iyi biliyor, iyi tanıyorlar, insan hiç utanmadan derdini anlatabiliyor ve herhangi bir yanlışla karşılaşmıyor. Mektubu bu akşamlık bitiriyorum. Ellerini sıkarım.
Senin, Vincent
Arles, 3 Şubat 1889
Kaynak: Teo’ya Mektuplar
[Bu mektuptan kısa bir süre sonra Vincent van Gogh ikinci bir kriz geçirdi. Herkesin kendisini zehirlemeye çalıştığı sanrısıyla yeniden hastaneye kaldırıldı ama çabuk iyileşti. Öyle ki, çok geçmeden The o ‘ya yeniden mektup’yazacak duruma geldi.]