Sorgulayan Denemeler; İktidar Güdüsü – Bertrand Russell

Bertrand-Russellİnsanlarla öteki hayvanlar arasında kimi ansal, kimi duygusal çeşitli ayrılıklar vardır. Duygusal ayrılıkların belli başlılarından biri, insanların güçlü isteklerinden bazılarının, hayvanlardakinin tersine, esas itibariyle sınırsız ve doyurulmak olanağından yoksun bulunuşudur. Boa yılanı yiyeceğini yedikten sonra, tekrar acıkıncaya kadar uyur; eğer öteki hayvanlar aynı şeyi yapmıyorlarsa bu, ya yiyeceklerinin yetmediğinden, ya da düşmandan korkmalarındandır. Birkaçı dışında, hayvanların eylemleri sağ kalma ve çoğalma gereksinmesine, bu iki temel gereksinmeye dayanır; hayvanların eylemleri, bu iyi gereksinmenin zorunlu kıldığı eylemler dışına çıkmaz.

İnsanlar için durum başkadır. Gerçi insan soyunun büyük bir bölümü vazgeçilmez gereksinmelerini karşılamak için, daha başka amaçlara harcayarak enerjileri kalmayacak kadar çok çalışmak zorundadır; ne var ki, geçimlerini sağlama bağlamış olanlar, eylemlerden geri kalmazlar. Xerxes Atina seferine çıktığı zaman, besin yönünden de, üst baş yönünden de, kadın yönünden de hiçbir eksiği yoktu.

Trinity Koleji’ne öğretim üyesi seçildiği andan itibaren. Newton’ın maddi rahatı sağlama bağlanmış bulunuyordu, ama Newton da Principia’sını, maddi rahatı sağlama aldıktan sonra yazdı. St. Francis ile İgnatius Loyola, tarikatını kurarlarken, gereksinmeleri gidermek zorunluluğuyla hareket etmemişlerdi. Bunların hepsinde sivrilmiş kişilerdi, ama aynı belirgin nitelikler, son derece tembel pek az insan dışında, herkeste görülebilir. Kocasının iş alanındaki başarısından emin olan ve çalışmak zorunda kalma korkusu bulunmayan Bayan A. zatürreye yakalanma tehlikesini çok daha ucuz bir yoldan önleyeceği halde, Bayan B’den daha iyi giyinmek ister. Eğer Bayan A’nın kocası bir soyluluk sanına kavuşur ya da parlementoya seçilirse, karı-koca ikisi de sevinirler buna. Kuruntularda hayal edilen zaferlere sınır yoktur, bu hayallere olabilir gözüyle bakıldı mı da, gerçekleşmeleri için çaba harcanır. Hayal gücü, temel gereksinmeleri doyurulmuş insanoğullarını, dur durak bilmeyen çabalara zorla yönelten bir üvendiredir. Pek çoğumuz yaşamımızda nadiren şöyle diyebilmişizdir: şimdi ölecek olsaydım eğer, bu benim en mutlu anım olurdu, zira korkarım ki, ruhum alabildiğine doymuştur ve korkarım ki, bilinmeyen bir akıbette böyle bir doymuşluğun yerini alacak huzur bulunmayacaktır.

Pek ender olan tam mutluluk anlarımızda da, doymuşluğun sürekli olmadığını bildiğimiz için, Othello gibi ölümü istememiz doğaldır. Sürekli mutluluğu sağlayacak şey, insanoğlu için olanaksızdır: Yalnız Tanrı’dır tam mutluluğa erişen, zira ‘saltanat ve iktidar ve şan ve şeref’ O’nundur. Yeryüzündeki saltanatlar, başka saltanatlarla sınırlıdır; yeryüzündeki iktidarı ölüm kısa keser; piramitler de diksek, ‘ölümsüz şiire bağlı’da olsak, yeryüzündeki şan ve şeref, yüzyılların geçişiyle söner. İktidarı az olanlara, şan ve şerefi az olanlara, biraz daha fazlası yetecekmiş gibi gelir, ama böyle sananlar yanılmış olurlar: İstekler doymak bilmezdir, sınırsızdır ve onlar ancak Tanrı’nın sonsuzluğuyla yatıştırılabilir. Varolmak ve çoğalmak hayvanlara yettiği halde, insanoğlu yayılmak ister ve insanoğlunun bu konudaki istekleri sadece hayal gücünün olanaklarıyla sınırlıdır. Her insan, eğer elinden gelse, Tanrı gibi olmak ister; pek az rastlanan bazı insanlar vardır ki, bunun olanaksızlığını kolay kolay kabul edemezler. Bunlar, Milton’un Şeytan’ıyla aynı hamurdan yoğurulmuş, tıpkı Milton’un Şeytan’ı gibi, soylulukla nisanlığı kendilerinde birleştirmiş kişilerdir. ‘İnsansızlık’la, dinsel inançlara dayanan şeyi söylemek istemiyorum: Birey olarak insan iktidarının sınırlarının kabul edilmeyişini anlatmak istiyorum. Soylulukla insansızlığın meydana getirdiği bu karışım, özellikle büyük fatihlerde belirgin olarak görülür, ama yine de bunun bir kırıntısı da her insanda vardır.

Toplumsal işbirliğini zorlaştıran da budur, zira her birimiz bu işbirliğini, içinde kendimize Tanrı yerini verdiğimiz, Tanrı ve Tanrı’ya tapanlar arasındaki işbirliği biçiminde anlamak isteriz. İşte, zaman zaman dalgalanmalara, kan dökülmesine yol açan rekabet hırsı, canı ve şerefi tehlikeye atarak başkalarını yönetmek gereksinmesi, başkaldırma dürtüsü bundan ileri gelir. Bireyin anarşi yolundan kendini zorla kabul ettirmesini önleyecek törel kuralların gerekliliği de yine bundan doğar. İnsanoğlunun sınır tanımayan isteklerinin en belli başlıları, iktidar ve şan kazanma istekleridir. Bunları her ne kadar yakın akraba iseler de, aynı şey değillerdir: Başbakan’ın şanından çok iktidarı, Kralın ise iktidarında çok şanı vardır. Bununla birlikte bir kural olarak, şan kazanmanın en kolay yolu iktidar kazanmaktır; bu özellikle, kamuyu ilgilendiren olaylarda eylemli rol oynayan kişiler için böyledir. Bundan ötürü, şan kazanma isteği de çoğunlukla, iktidar sahibi olma isteğinin doğurduğu davranışların aynını doğurur ve bu iki güdüye uygulama alanında hemen hemen hep özdeş gözüyle bakılır. Özel iktisadi çıkarın toplumbilimde temel güdü olarak kabul edilebileceğini ileri süren yerleşmiş fikirlere bağlı iktisatçılarla, bu konuda onların görüşünü paylaşan Marx yanılmışlardır. Mal hırsı, iktidar ve şan hırsında ayrıldığı zaman, sınırlıdır; geçimi sağlayacak insaflıca bir parayla doyurulabilir. Gerçekten de pahalıya doyurulabilecek güçlü istekleri bize veren şey ise, maddi rahatlığa kavuşma isteği değildir.

Bozulma dolayısıyla köle haline getirilmiş bir yasama organı, ya da uzmanlar tarafından seçilen eski şaheserler tarafında meydana getirilmiş özel bir resim galerisi gibi şeyler, içinde rahat rahat oturulacak bir yer sağlamak için değil, iktidar ve şan elde etmek için istenir. Akla yakın ölçüde bir rahat, sağlama bağlandı mı, bireyler de, toplumlar da servetten çok iktidar peşinde koşarlar: İktidar sağlamak için servet sahibi olmak ya da iktidarını artırmak amacıyla servetini artırmak isteyebilirler, ama her iki halde de bunların temel güdüleri iktisadi değildir. Yerleşmiş görüşlere bağlı iktisatla, marksist iktisadın düştüğü bu yanılgı sadece kurumsal olmayıp, uygulama alanında da çok daha büyük önem taşımaktadır ve son zamanlarda bazı belli başlı olayların yanlış anlaşılmasına yol açmıştır. Ancak, toplumsal sorunlarda önemli rol oynayan eylemlerin nedeninin iktidar aşkı olduğunu anlamak yoluyla Eski ya da Yakınçağ tarihi üzerine, doğru bir yorumda bulunulabilir. Fizikte nasıl enerji temel kavramsa, aynı şekilde sosyolojide de iktidar’ın temel kavram olduğunu kanıtlamaya çalışacağım. Enerji nasıl çeşitli biçimler alıyorsa, iktidarın da aynı şekilde, servet, silah gücü, sivil makamlar, düşünceye söz geçirme gibi biçimleri vardır. Bunların hiçbiri ötekine üstün sayılmayacağı gibi, bu biçimlerin hiçbiri ötekilerinde türetmiş değildir.

İktidarın bir biçimi, diyelim serveti , ötekilerden ayrı olarak incelemeye kalkışmak ancak yarım bir başarı sağlar, tıpkı enerjinin bir biçimini, öteki biçimleri de dikkate almadan incelemeye çalışmanın belirli noktalarda yetersiz kalacağı gibi. Servet nasıl askeri iktidarın ya da düşünce üzerine etki kurmanın sonucu olabilirse, aynı şekilde askeri iktidar ve düşünce üzerinde etki kurabilme de servetin sonucu olabilir. Toplumsal dinamiğin yasaları, iktidarın şu ya da bu biçim içinde değil, sadece iktidar içinde anlatılabilecek yasalardır. Eski zamanlarda askeri iktidar, iktidarın öteki biçimlerinde ayrı durumdaydı, bunun bir sonucu olarak da zaferler ya da yenilgiler kumandanların rastgele niteliklerine bağlı görünüyordu. Zamanımızda ise, iktisadi iktidar, bütün öteki iktidarlar biçimlerinin kaynağı olarak ele alınmaktadır; bu da bence, tarihi tamamıyla askeri yönden ele alan ve bundan ötürü modası geçen tarihçilerinki kadar büyük bir yanlıştır. Propagandaya iktidarın temel biçimi gözüyle bakanlar da vardır. Bu hiçte yeni bir görüş değildir; “gerçek yücedir ve sonunda egemen olacaktır (Lat. özdeyiş.) ya da “şehitlerin kanı kilise’nin ektiği tohumdur”, diyen eski özdeyişlerde bunu görüyoruz. Bu görüşte de, askeri ya da iktisadi görüşteki kadar gerçek ve yanılma payı vardır. Propaganda, yüzde yüze yakın ortak bir görüş yaratabilse, karşı konulmaz bir iktidar doğurabilir; öte yandan, askeri ya da iktisadi kontrolü elinde bulunduranlar, isterlerse, bunu propaganda amacıyla kullanabilirler.

Konumuzla fizik arasında analoji kurmayı sürdürelim. İktidar da enerji gibi, sürekli olarak bir biçimden bir başka biçime geçmektedir ve vu biçim değiştirmelerin yasalarını aramakta sosyolojiye düşer. İktidarın herhangi bir biçimini, hele günümüzde çok yapılageldiği gibi, özellikle iktisadi biçimini ötekilerden ayırmaya çalışmak, uygulama alanında büyük önem taşıyan yanlışlar doğmuştur, hala da doğurmaktadır. İktidar açısında çeşitli toplumlar birbirinden birçok bakımdan ayrılırlar. Önce, bireylerin ya da örgütlerin sahip oldukları iktidar derecesi bakımından ayrılırlar; örneğin, örgütlerdeki artış dolayısıyla Devletin bugün eskisine oranla çok daha fazla iktidara sahip olduğu apaçıktır. Toplumlar birbirinden en etkili örgütlerinin cinsine göre de ayrılırlar: Bir askeri despotizm, teokrasi, plütokrasi, benzerlikleri çok az olan tiplerdir.

Toplumlar bir de, iktidarın değişik yollardan elde edilişi bakımından ayrılırlar birbirlerinden: Babadan oğula kalan krallıklar bir tür yüce kişi ortaya çıkarır; büyük bir din adamında aranılan nitelikler ikinci bir türü; demokrasi, üçüncü bir tüe, savaşta dördüncü bir türü ortaya çıkarır. iktidara geçme olanağına sahip olan kişilerin sayısını sınırlayacak, aristokrasi ya da babadan oğula kalma krallıklar gibi toplumsal kurumların bulunmadığı yerlerde, genellikle, iktidara geçme şansına en çok sahip olanlar, iktidara geçmeyi en çok isteyendir. Bundan da, iktidarın herkese açık olduğu sistemlerde iktidar sağlayan makamlara bir kural olarak sıradan insanlardan olağanüstü iktidar aşkıyla ayrılan kimselerin oturacağı sonucu çıkar. İktidar aşkı, insanoğlunun en güçlü güdülerinden biri olmasına karşın, hiç te eşit dağıtılmamıştır ve rahatlık aşkı, zevk aşkı, hatta bazen onaylanmak aşkı ile sınırlanmıştır. İktidar aşkı fazla çekingen yaradılışlarda öndere uyma kılığına bürünmüştür ki, bu da atılgan insanlardaki iktidar dürtüsünün yayılma alanını büyütür. İktidar aşkı güçsüz olan kişilerin, olayların akışını etkileyebilmeleri olanağı da çok azdır. Toplumsal değişmelere yol açan kişiler bir kural olarak toplumu değiştirmek isteğini kendilerinde güçlü bir biçimde duyanlardır.

Bundan ötürüde iktidar aşkı önemliliklerini bir rastlantıdan ibaret olan kişilerin belirgin niteliğidir. İktidar aşkını insanoğlunun biricik güdüsü olarak kabul edersek, hiç kuşkusuz yanılmış oluruz, ama iktidar aşkı sosyolojinin inceleyeceği değişiklikleri meydana getiren belli başlı güdü olduğuna göre de , bu yanlış, sosyolojideki eğreti yasaları araştırmamamızda bizi sanıldığı kadar yolumuzdan saptırmaz. Toplumsal dinamiğin yasaları -bence- çeşitli biçimleri içince düşünülen iktidarla anlatılabilir. Bu yasaları bulabilmek için, önce iktidarın biçimlerini sınıflandırmamız, bireylerin ve örgütlerin insanların yaşamında kumanda etme olanağını ellerine geçirmiş yolları bakımından önem taşıyan, değişik tarihsel örnekleri gözden geçirmemiz gerekir.

Sorgulayan Denemeler; İktidar Güdüsü – Bertrand Russell

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial