SIMONE DE BEAUVOIR: İNSAN DOĞDUĞU İÇİN, YAŞAMIŞ OLDUĞU VEYA YAŞLANDIĞI İÇİN ÖLMÜYOR!

Annesini yitirdiği için bitkin, beli bükük, elli yaşında bir kadına rastladığım zaman, sinir hastası bir kişi diye bakardım ona: Hepimiz ölümlüyüz çünkü; insan seksen yaşına gelmişse, ölecek yaşa artık gelmiş demektir, diyordum. Öyle değilmiş. İnsan doğduğu için, yaşamış olduğu için veya yaşlandığı için ölmüyor. Bir şeylerden ölüyor. Annemin yaşının gereği, ister istemez yakında yok olacağını bilmek, beklenmedik olayın ürkünçlüğünü hiç de azaltmadı. Kanser, atardamar tıkanması, akciğere kan akını… Bir motorun göğün orta yerinde duruvermesi kadar kaba, beklenmedik şeyler…

SIMONE DE BEAUVOIR ANNESİNİN ÖLÜMÜNÜ ANLATIYOR

Annemin ölümü niye beni bu kadar derinden sarstı? Evden çıktığım günden bu yana, ancak birkaç kez, gönül atılışları uyandırmıştı bende. Babamı yitirdiği zaman duyduğu üzüntünün yeğinliği, özentisizliği, heyecanlandırmıştı beni; bir de, o sırada, benim için duyduğu kaygı içime dokunmuştu: Kendi üzüntüsünü arttırmamak için gözyaşlarımı tuttuğumu düşünerek bana: Sen kendini üzme, sıkma, diyordu. Bir yıl sonra, annesinin can çekişmesi, acısını tazeleyerek, kocasınınkini anılatmıştı: Cenaze günü, sinir bozukluğundan ötürü yatağından çıkamamıştı: Geceyi yanı başında geçirmiştim; içinde doğduğum, babamın öldüğü bu evlilik döşeğine duyduğum iğrentiyi unutarak, annemin uyuyuşuna bakmıştım; elli beş yaşında, gözleri kapalı, yüzü dinginleşmiş haliyle, hala güzeldi, zorlu heyecanlarının iradesinden baskın çıkışına hayranlık duyuyordum. Genellikle, onu düşündüğümde, aldırışsızlık duyardım içimde.

Bununla birlikte uykularımda -babamın ancak pek seyrek, o da, beni etkilemeyecek biçimde, düşüme girmesine karşılık- sık sık en önemli yeri tutardı: Sartre’la karışıp aynı insan haline gelirdi; birlikte mutlu olurduk. Sonra da düşüm karabasana dönüşürdü: Niye yeniden onunla birlikte oturuyordum? Boyunduruğu altına nasıl girmiştim yeniden? Eski ilişkimiz, çifte yüzüyle, hem sevilen hem tiksinilen bir bağımlılık haliyle, içimde yaşamasını sürdürüyordu demek. Annemin geçirdiği kaza, hastalığı, ölümü, şimdilerde ilişkilerimizi düzenleyen göreneği altüst edince, bu eski ilişki bütün gücüyle dirildi. Bu dünyadan göçüp gidenlerin ardından zaman yok olur; ayrıca, yaşım ilerlediği ölçüde geçmişim de, bözülüp küçülüyor. On yaşlarımın sevgili anneciğim’i, yeni yetmeliğimi baskısı altında ezen, düşmanca davranan kadından ayırt edilecek gibi değil artık; yaşlı annemin ardından ağladığım zaman, bunların her ikisine de ağlamış oldum.

Artık sineye çektiğimi sandığım başarısızlığımızın üzüntüsü yeniden geldi, yüreğime yerleşti. Aynı yıllardan kalma resimlerimize bakıyorum. Ben on sekiz yaşınday ım, o kırkına merdiven dayamış. Bugün, neredeyse, onun anası, üzgün bakışlı bu genç kızın da ninesi olabilirdim. İkisine de acıyorum; kendime, o kadar genç olduğum, dünyayı anlamadığım için; ona da, geleceği kapanmış, hiçbir zaman hiçbir şey anlamamış olduğu için… Ne var ki, hiçbirine herhangi bir öğüt vermeye kalkışmazdım. Annemin, -beni mutsuz kılmasına kendisini mahkum eden, ona da bu yüzden acı çektiren, -çocukluk mutsuzluklarını yok etmek elimden gelmezdi. Annem, ömrümün birçok yılını ağıladı; ama ben de, -isteyerek olmasa da, -ona bir o kadarını ettim. Ruhumun öbür dünyadaki esenliğini düşünerek kaygılara kapılmıştı. Bu dünyadaysa, başarılarımdan sevin duyuyor ama çevresindeki insanların davranışlarımı rezalet diye ayıplaması, kınaması, onu fena halde üzüyordu. Amca çocuklarımızdan birinin Simone, ailesinin yüzkarası, dediğini işitmek hoşuna gidecek şey değildi.

Hastalığı sırasında annemde meydana gelen değişiklikler, pişmanlığımı büsbütün artırdı. Daha önce de söyledim: Sağlam, ateşli bir yaradılışı olduğu halde, birçok şeyden el çekmesi kendisini yolundan sapıtmış, tedirgin edici bir kişi yapmıştı.

Yatağa düşünce, kendi yaşayışından başka bir şey düşünmemeye karar vermiş, gene de, başkaları için kaygı duymaktan geri durmamıştı: İç çatışmalarından bir uyum doğmuş çıkmıştı.

Babam, kendi toplumsal kişiliğine tamamıyla uyuyordu: Konuştuğu zaman, aynı seste, hem kendi ağzı söylüyordu, hem de sınıfının ağzı… Son sözleri -Sen erkenden hayatını kazandın: Kızkardeşin bana pahalıya mal oldu -insanı ağlamaktan vazgeçirecek sözlerdi. Annemse, tinselci bir öğretiye kulaklarına dek batmıştı; ama hayvanlarınkine benzer bir tutkuyla yaşamaya sarılmıştı; yürek pekliğinin kaynağı buydu; gövdesinin ağırlığını duyduğu, kavradığı zaman da onu hakikate yaklaştıran buydu. İçinde, candan, çekici ne varsa, örtüp gizleyen basmakalıplıklardan kendini kurtardı. O zaman, kıskançlığın sık sık biçmini bozmuş olduğu, açağa vurmakta, anlatmakta bu kadar beceriksizlik gösterdiği bir sevecenliğin sıcaklığını duydum. Kağıtlarının arasında buna tanıklık edecek pek dokunaklı belgeler buldum.

MAKSİM GORKİ, BABASININ VE KARDEŞİNİN ÖLÜMÜNÜ ANLATIYOR

Benim günün birinde Tanrı yoluna, inana yeniden döneceğim inancasını veren, -birini bir cizvitin yazdığı, öbürünü bir arkadaşının yolladığı- iki mektubu, bir yana ayırmıştı.

Chanıson’dan bir parçayı kendi elceğiziyle kopya etmişti; parçanın özü şuydu: -Yirmi yaşlarındayken bana Nietszche’den, Gide’den, erkinlikten söz açacak etkili, kandırıcı bir ağabey karşıma çıkmış olsaydı, baba ocağıyla ilişkimi keserdim. Bu dosyayı, gazeteden kesilmiş bir yazı bütünlüyordu: Jean-Paul Sartre bir ruh kurtardı. Bu yazıda Remy Roure -aslı faslı olmayan- şu öyküyü anlatıyor: Stalag 12 D’de, Bariona’nın oynanmasından sonra, tanrı tanımaz bir hekim dine dönmüştü…

Annemin bu yazılardan ne beklediğini çok iyi biliyorum: Benim için duyduğu kaygıyı dağıtmalarını, kendisine güven vermelerini bekliyordu; ne var ki, ruhumun esenliği baş kaygısı olmasaydı, bu güveni, bu avuntuyu da gereksemezdi.

Elbette cennete gitmek isterim, diye yazmıştı genç bir rahibeye, ama yalnız gitmek, kızlarım yanımda olmaksızın gitmek istemiyorum. Aşkın, dostluğun, arkadaşlığın, pek seyrek de olsa, ölümün yalnızlığını yendiği görülür; görünüşe karşın, annemin elini elimde tuttuğum zamanlar bile, onunla birlikte değildim: Yalan söylüyordum ona. Kendisine hep yalanlar yutturulmuş olduğu için, bu en büyük, en son aldatmaca, yutturmaca, bana tiksinç görünüyordu. Kendisine kıyan yazgısının yardakçısı oluyordum. Bununla birlikte, gövdemin her hücresi, ölümü istemeyişinde, ölüme karşı başkaldırışında ondan yana çıkıyor, onu destekliyordu: Uğradığı bozgunun beni yere vurmasının bir nedeni de bu.

Can verdiği zaman yanında bulunmadığım halde -buna karşılık, can çekişen bir insanın son anlarını, üç kez, yanı başında durarak gördüğüm, yaşadığım halde- sırıtkanlığı, alaycılığıyla, ölüm danslarının Ölümünü, akşam oturmalarında anlatılan masalların elinde tırpanı kapıyı vuran Ölümünü, başka bir yerlerden gelen yabancı, insanlıktan uzak, kıyıcı Ölümü, asıl annemin başucunda gördüm: Bu Ölümün yüzü, annemin yüzüydü, kocaman bir bilmezlik gülümseyişiyle, dişleri sırıtan.

Ölecek yaşa geldi artık. Çok kocamış kimselerin üzüncü, sürgünlüğü… Çoğu, bu yaşın kendileri için de gelip çattığını düşünmez. Ben de, annemden söz ederken bile, bu beylik lakırdıyı ettim. Yetmişi aşmış bir ananın, bir atanın, ağanların arkasından içtenlikle ağlanabileceğini aklım kesmiyordu.

Annesini yitirdiği için bitkin, beli bükük, elli yaşında bir kadına rastladığım zaman, sinir hastası bir kişi diye bakardım ona: Hepimiz ölümlüyüz çünkü; insan seksen yaşına gelmişse, ölecek yaşa artık gelmiş demektir, diyordum. Öyle değilmiş. İnsan doğduğu için, yaşamış olduğu için veya yaşlandığı için ölmüyor. Bir şeylerden ölüyor. Annemin yaşının gereği, ister istemez yakında yok olacağını bilmek, beklenmedik olayın -sarkom olmasının- ürkünçlüğünü hiç de azaltmadı. Kanser, atardamar tıkanması, akciğere kan akını… Bir motorun göğün orta yerinde duruvermesi kadar kaba, beklenmedik şeyler… Annem, yatalak, ölümsek haliyle, her anın paha biçilmez değerini kesinlerken, insana iyimserlik aşılıyordu; ama, sonunda bir işe yaramayan, yaşamaya dört elle sarılışı da, gündelik orta malı yaşayışın güven verici perdesini boydan boya yırtıyordu. Doğal ölüm diye bir şey yoktur: İnsanın varlığı dünyanın düzenini konuşma, tartışma konusu haline getirdiğine göre, onun başına gelenlerin de hiçbiri hiçbir zaman doğal sayılamaz. Bütün insanlar ölümlüdür: Ama her insan için, ölümü, bir çaparızdır; ölümünün geleceğini bilse bile, ona boyun eğse bile, insan için, bu ölüm, olağana aykırı bir yamanlık taşır.

Simone De Beauvoir
Kaynak: Sessiz Bir Ölüm

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz