Freud’un yazılarında, ego ideali teriminin değişmez bir anlamını bulmak oldukça zordur. Ego idealinin Freud’un yazılarındaki kronolojik gelişimi izlendiğinde, bu kavramın başlıca iki farklı anlamda kullanılmış olduğu dikkati çeker. Freud, ego ideali terimini ilk kez 1914’te, “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” isimli yazısında, çocukluğun narsisistik mükemmeliyetinin ebeveynlere yansıtılarak yeni bir biçimde oluşturulması anlamında kullanmıştır.
Bu kavram, ruhsal aygıtın yapısal kuramının gelişimiyle önemli bir değişikliğe uğramış ve ebeveynlerle, onların yerine geçenlerle ya da kolektif ideallerle özdeşimden kaynaklanan ruhsal bir yapıyla, yani süperegoyla eş anlamda kullanılır olmuştur.
Ego İdeali Kavramının Gelişimi
Freud’un yazılarını incelediğimizde, ego idealini tanımlamadan önce, bu kavrama temel oluşturabilecek bazı görüşler ortaya koyduğunu görmekteyiz. Bu tür bir gözden geçirme, ego ideali tanımına nasıl gelindiği konusunda aydınlatıcı olacaktır.
Bu görüşlerin ilki, insanın yaşamının başlangıcında çaresiz olduğu yolundadır. Çocuk doğumdan sonra uzunca bir süre aciz durumdadır ve uzayan acizliğin sonucunda korunmak, gereksinimlerini gidermek ve yaşamak için diğer memelilerden çok daha uzun bir süre çevresine bağımlı kalmaktadır. Bu durumun, çocuğun diğer insanlarla olan ilişkisini belirlemesi açısından önemli bir rol oynadığı söylenebilir. Freud, “Bilimsel Bir Psikoloji İçin Tasarı” (1895) yazısında, başlangıçta insan organizmasının, dış dünyada iç uyaranlarda bir azalma ortaya çıkartabilecek bir değişiklik oluşturma (örneğin, gerginliğin ortadan kalkmasına bağlı olan bir doyum yaşantısını oluşturmak üzere besin bulma) yeteneğinden yoksun olduğunu belirtmektedir. Bu tür bir boşalımın dış yardımla sağlandığı, bunun da iletişim gibi önemli bir ikincil işlevi beraberinde getirdiği ifade edilmiştir. Freud’a göre, insanın başlangıçtaki çaresizliği, tüm ahlaki güdülerinin birincil kaynağıdır. Freud 1915’te yazdığı “Dürtüler ve Uğradıkları Değişiklikler” yazısında yer alan bir dipnotta bu konuya tekrar değinerek, çaresiz ve bakıma muhtaç olunan ve gereksinimlerin bir dış etken tarafından doyurulduğu bir evreden geçilmemiş olsa, birincil narsisistik evreden öteye gelişimin mümkün olamayacağını belirtmiştir.
Ego ideali kavramına giden yolda bir diğer önemli görüş ise, Freud’un çocukların oyunlarına ilişkin gözlemlerinden çıkartılabilir. Freud, “Yaratıcı Yazarlar ve Düş Kurma” (1907-1908) yazısında, çocukların oyunlarını incelerken, bir çocuğun oyununun arzuları tarafından, özellikle de büyük olma ve büyümüş olma arzusu tarafından belirlendiğini yazmıştır. Freud’a göre, çocuk her zaman büyümüş olmayı oynamakta ve oyunlarında büyüklerin yaşantısı hakkında bildiklerini taklit etmektedir.
Çocuğun büyümüş olmayı oynamasına koşut bir biçimde, Freud, erişkinlerin fantezilerini incelemiştir. İlk tanımladığı şey, erişkinin fantezilerine karşı tutumudur. Freud, erişkinin fantezilerinden utandığını ve onu başkalarından gizlediğini belirtmiştir. Erişkin kişi, fantezilerini sahip olduğu en mahrem şey olarak görmekte, artık kendisinden oynamasının ya da fantezi kurmasının beklenmediğini bilmekte, çocuksu ve hoş görülemez olan fantezilerinden utanmaktadır. Freud’a göre fantezilerin güdüleyici güçleri doyurulmamış arzulardır ve her fantezi bir arzunun gerçekleştirilmesi, doyumsuz kalan gerçekliğin düzeltilmesidir. Bu arzuların, tutkulu ya da erotik olarak iki gruba ayrıldığı belirtilmiştir; her iki tip arzu çoğunlukla birlikte bulunmaktadır.
Freud’un, çocukların oyunları ve erişkinlerin fantezileri üzerine yazdıklarından, ego ideali kavramı açısından önemli bazı çıkarsamalar yapılabilir. Çocuğun oyunları ideali ile uyumludur. Bu bağlamda, büyümüş olma, erişkin olma, erişkinler gibi olma arzusunun, gelişimin normal seyrinde, bir çocuğun ego idealinin temel bileşenlerinden birini oluşturduğu ileri sürülmüştür. Erişkinin fantezilerinde ise çocuksu biçimlere bir gerileme söz konusudur. Fantezi etkinliği, içeriğinden bağımsız olarak, düşüncenin tümgüçlülüğü yoluyla engellemelerin ve güçsüzlüğün üstesinden gelme girişiminde bulunulduğu bir dünyaya girişi temsil eder. İçeriği ile de, ortaya çıkan kusurları telafi etme yeteneğine sahiptir. Aynı zamanda da, geriye yönelik (regresif), gülünç ve temel bir narsisistik yaralanmanın kalıntısını temsil etmesiyle utancın harekete geçiricisidir. Utanç duygusunun ego ile ego ideali arasındaki uyumsuzluğa bağlı olarak yaşandığı söylenebilir (Chasseguet-Smirgel, 1975).
Freud, “Aile Romansı” (1909) yazısında, çocuğun büyümüş olma arzusunu daha açık olarak tanımlamıştır. Burada, en azından tanımlama düzeyinde, ego ideali kavramına yaklaşılmıştır. Çocuğun, erken yaşlardaki en yoğun ve en önemli arzusu, ebeveyni (kendi cinsiyetinden ebeveyni) gibi olmaktır. Freud, bu yazısında, arzuların gerçekleştirilmesi ve gerçek yaşamın düzeltilmesine hizmet eden, erotik ve tutkulu olarak ifade ettiği fantezinin iki tipine tekrar değinmektedir. Çocuğun tutkusundan ve engellenmiş sevgisinden aile romansı ortaya çıkmaktadır. Baba aşırı değerli sayılmalı, idealize edilmelidir. Çocuğun, gerçek babasının yerine daha yüksek statüde birini koyması, babasını erkeklerin en asili, en kuvvetlisi, annesini de kadınların en sevgilisi olarak gördüğü, kaybolmuş mutlu günlerine duyduğu bir özlemi ifade etmektedir. Sanki çocuk bu aşamada, erken çocukluğunda büyüttüğü babasını yeniden keşfetme arzusundadır.
Freud, “Bir Paranoya Olgusunun Otobiyografik Anlatımı Üzerine Psikanalitik Notlar” (1911) yazısında ego ideali ve narsisizm sorununa, ego ideali terimini kullanmadan değinir. Freud, bu yazısında, zulüm görme paranoyasından dinsel bir paranoyaya geçiş ve bu gelişimi mümkün kılacak pasif eşcinsellik fantezisi üzerinde durmaktadır. Bir kadına dönüşüm, ciddi bir yaralanma ve zulüm görme olarak yaşanmaktadır. Freud bu durumu, bir utanç, düşmanca bir niyetle gözden düşürülme meselesi olarak alır. Schreber’in pasif eşcinsel arzusunun nesnesi bir dönüşüme uğradığında, söz konusu nesne doktordan Tanrı’ya dönüştüğünde, bu utanç kaybolur.
Feminizasyon, bir erkek için, ego ideali ile uyumsuzdur. Söz konusu narsisizm olduğunda baskın duygu utançtır. Schreber’in hastalığının zulüm görme evresinde de utanç duygusu ön plandadır. Ego için son derece tehlikeli olan hadım edilme, Tanrı yararına olduğunda, narsisistik olarak kabul edilebilir olmaktadır. Penisini kaybetmekte, ancak Tanrı’nın tasarımlarına hizmet ederek narsisistik bir fallus kazanmaktadır. Bu durum, en azından psikozda; cinsel hadım edilmeden daha temel olan bir korkunun, kişinin narsisistik değerini kaybetme korkusu olduğunu ortaya koymaktadır.
Narsisizm, bireyin, o ana kadar oto-erotik etkinlikler içinde yer almış olan cinsel dürtülerini, bir sevgi nesnesi elde etmek üzere birleştirdiği; kendisini, kendi bedenini sevgi nesnesi olarak aldığı ve ancak bunun ardından kendinden başka bir insanı nesnesi olarak seçmeye doğru ilerlediği bir evreyi temsil etmektedir. Diğer bir ifadeyle, narsisizm, sınırsız ve nesneden bağımsız olan, egonun enerji yatırımı (cathexis) olarak görülmelidir. Egonun cinsel karakteristiği, diğer bir evreye, eşcinsel nesne seçimine, ancak ondan sonra zıtcinselliğe gider. Eşcinsel nesne ile ilişki ne kadar çatışmalı, ne ölçüde cinselleştirilmiş olarak kalıyor ise, ego ideali de o kadar fazla soyut ve büyüklenmeci bir figüre, en uç noktada Tanrı’nın kendisine yansıtılacaktır (Chasseguet-Smirgel, 1975).
“Totem ve Tabu” (1912-13) yazısında Freud, ego ideali terimini kullanmadan, ego idealini tanımlamaktadır. Ego idealini, çocuksu (infantil) megalomani ile nesne sevgisi arasına yerleştirmiştir. Freud, kişinin evrensel görüşünün gelişimini, animistik, dinsel ve bilimsel olarak üç evreye ayırır: “Animistik evrede insanlar tümgüçlülüğü kendilerine atfetmektedirler. Dinsel evrede tümgüçlülüğü tanrılara aktarırlar; ancak, arzularına uygun yollarla tanrıları etkileme gücünü korudukları için, tümgüçlülüğü kesin olarak da terk etmezler. Evrenin bilimsel görüşü, kişinin tümgüçlülüğü için yer bırakmaz; insanlar kendi küçüklüklerini kabul ederler ve ölüme teslimiyetle boyun eğerler.”
Freud, animistik evreyi narsisizmle karşılaştırır. Nesne ilişkilerinin geliştirildiği aşama, dinsel evreye karşılık gelmektedir. Çocuk bu evrede, kendi birincil megalomanisini nesnesi lehine terk etmek zorunda olduğunu kabul etmektedir. Freud daha sonra, “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısında, çocuksu narsisizmin ebeveynlere yansıtılmasının ego idealinin temeli olduğunu belirtecektir. Bilimsel evre ise, bireyin gerçekliğin gerekliliklerini kabul ettiği olgunluk evresidir.
Ego İdeali ve Narsisizm
Freud, “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısının üçüncü bölümünde ego ideali kavramını ortaya atmakta ve ego idealinin narsisizmle ilişkisini ele almaktadır. Freud’a göre, kişi, libidoyu ilgilendiren her yerde olduğu gibi, bir kere zevk aldığı doyumdan vazgeçmeyi istememektedir. Çocukluğunun narsisistik mükemmeliyetinden de vazgeçmek niyetinde değildir. Büyüdüğünde, başkalarının ve kendi eleştirel yargısının uyarıları sonucunda, bu mükemmeliyeti daha fazla sürdüremez. “Çocuk, kendisinden alınmış olan erken döneme ait bu mükemmeliyeti, ego ideali şeklindeki yeni bir biçimde, yeniden oluşturma arayışındadır. İdeali olarak yansıttığı, idealinin kendisi olduğu çocukluğunun kaybolmuş narsisizmi için bir yedektir.”
Bu yazıda, ego idealini, ruhsal bir yapıya eşdeğer olarak yorumlamak yanlış olacaktır. Daha doğru olarak, kısmen bilinçdışı kalabilen ve ebeveynlerin etkisi altında kaybolan narsisistik mükemmeliyetin bir ürünü olarak görülebilir. Diğer yandan, ego ideali ile yan yana gelişen, ego idealinden narsisistik doyumun sağlamasını izleme görevini yerine getiren, aktüel egoyu gözleyen ve onu ideali ile ölçen “özel bir ruhsal oluşum”dan söz edilmektedir. Freud, bunun vicdan dediğimiz şey olduğunu belirtmiştir.
Freud’a göre, egonun gelişimi, birincil narsisizmden bir ayrılmayı içerir. Bu ayrılma, libidonun dışarıdan dayatılan bir ego idealine yer değiştirmesi yoluyla ortaya çıkar ve doyum bu idealin gerçekleştirilmesinden elde edilir.
Freud yazısını, ego idealinin grup psikolojisini anlamada çok önemli role sahip olduğunu belirterek bitirir. Ego idealinin, sadece kişinin narsisistik libidosunu değil, aynı zamanda da eşcinsel libidosunu sağladığını yazar: “İdealin gerçekleştirilmemesinden kaynaklanan tatmin yoksunluğu, eşcinsel libidoyu serbest bırakır, bu da bir suçluluk duygusuna (toplumsal kaygıya) dönüşür.”
Bu yazıda, ego idealinin narsisizmle ilişkisini ele alan görüşlerin yanında, dikkati çeken önemli bir diğer nokta, ilk kez, görevi aktüel egoyu gözlemek ve onu ego ideali ile ölçmek olan özel bir ruhsal oluşumdan (vicdan) söz edilmiş olmasıdır.
Ego İdeali ve Grup Psikolojisi
“Grup Psikolojisi ve Egonun Analizi” (1921) yazısında, ego ideali, önemli oranda narsisistik anlam içerirken, aynı zamanda da, daha sonra süperegoya ait olarak tanımlanacak ve eleştirici oluşuma (vicdan) atfedilecek olan özellikleri kapsamaya başlamıştır. Bu yazıda yer alan görüşler, ego idealinin, narsisizmin mirasçısı olma konumundan, oidipal nesne ilişkilerinin yerini alma konumuna doğru değişimine ait izler taşıması açısından önemlidir.
Bu yazının “Özdeşim” bölümünde, oidipus karmaşası ile ilişkisi göz önüne alınarak özdeşimin önemi üzerinde durulmaktadır. Erkek çocuk, ideali olarak alacağı babası gibi olmak arzusundadır. Üç çeşit özdeşimin mümkün olduğu belirtilmiştir: 1) Özdeşim, nesneyle bağın en ilkel biçimini oluşturur. 2) Özdeşim gerileme (regression) yoluyla, nesneye libidinal bir bağlanmanın yerini alabilir. 3) Özdeşim, kişinin diğer bir kişiyle ortak özelliğe sahip olmasını keşfetmesinin yerini alabilir. Bu tür bir özdeşim, bir grubu oluşturan kişilerin, her bireyi lidere bağlayan bağdan kaynaklanan paylaşılmış duygu nedeniyle, bir diğer kişiye bağlanmasını açıklamaktadır.
Freud aynı yazıda, melankoli örneğinden yola çıkarak, egonun iki parçaya bölündüğünü belirtir ve birinin diğerine karşı olan öfkesinden söz eder. Egonun öfkeli olan kısmı, egonun içinde eleştirici bir oluşumu, vicdanı içermektedir. Burada, “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısında ilk kez sözü edilen “özel bir ruhsal oluşum” daha açık bir biçimde tanımlanmıştır. Ancak, tanımlama düzeyinde iki yazı arasındaki önemli bir fark dikkati çekmektedir; ilkinde, “özel bir ruhsal oluşum”un ego idealinden farklı olduğunun özellikle vurgulanmasına karşın; ikincisinde, bu tür bir oluşum ego ideali olarak adlandırılmıştır. İşlevleri dolayısıyla ego idealine atfedilen kendini gözleme, ahlaki vicdan, rüyaların sansürü ve bastırmadaki ana etkidir. Ego idealinin, bu tanımıyla, eleştirici ruhsal oluşumdan ayrımı açık değildir. Bunun yanında, aynı yazıda, ego idealinin çocuksu egonun kendine yetmekten zevk aldığı orijinal narsisizminin mirasçısı olduğu belirtilmiş, bir anlamda “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısına gönderme yapılmıştır.
“Grup Psikolojisi ve Egonun Analizi” yazısının diğer bölümlerinde, ego idealinin henüz özgül konumunu ve narsisistik özelliklerini koruduğu görülmektedir. Freud yazısında, âşık olma durumunu, hipnozu ve grup oluşumunu incelemiştir. Âşık olma durumunda, âşık olunan nesne idealizasyona uğramakta ve ego idealinin yerine konulmaktadır. “Nesneye, kendi egomuza olduğu gibi davranılmaktadır. Böylece âşık olduğumuzda, önemli bir miktarda narsisistik libido nesneye akmaktadır. Nesne seçiminin birçok biçiminde, nesnenin, erişilemeyen kendi ego idealimiz için bir yedek olarak hizmet ettiği açıktır. Biz onu, egomuz için ulaşmaya çalıştığımız ve dolambaçlı yolla narsisizmimizi doyurmak için elde etmek istediğimiz mükemmelliklerden dolayı sevmekteyiz.” Freud’a göre, hipnoz yapan, öznesiyle ilişkisi açısından, âşık olunan nesneyle aynı konumdadır. Hipnoz yapan, ego idealinin yerine konulmaktadır. Freud, hipnotik ilişkinin, gruptaki bir bireyin lidere bağlanmasına benzer olduğunu belirtir.
Freud, grup liderini ilk nesne ilişkilerindeki babanın konumunda görür. Grup, sınırsız bir güç tarafından yönetilmeyi arzu etmektedir. Bireysel ego ideali, liderin şahsında somutlanan grubun ego ideali lehine terk edilir. Böylece, ortak bir dış nesne (grup lideri) ego ideali yerine konulurken, ego düzeyinde, grup üyeleri birbirleriyle özdeşirler.
Freud, aynı yazının bir diğer bölümünde, ego idealini egodan ayrımlaşmış bir oluşum olarak görür. Belirli yapılarda, ego ve ideali arasındaki ayrımlaşmamış bir duruma gerileme olmaktadır. “Ancak, ego ideali, egonun kabul etmek zorunda kaldığı bütün sınırlamaların bir toplamını içerir ve bu nedenle idealin kaldırılması ego için, yeniden kendi kendisiyle doyumu yaşayacağı muhteşem bir şenliktir.” Bu manik durumda olandır; ego ve ego ideali tek olur. Diğer uçta ise, melankolinin ıstırabı; ego ve ego ideali arasında aşırı gerginliğin bir uzantısı bulunmaktadır.
Ego İdeali ve SüperEgo
Freud’un yapısal kuramını geliştirmiş olduğu “Ego ve İd” (1923) yazısı, ego ideali kavramı açısından önemli bir değişim noktasıdır. “Grup Psikolojisi ve Egonun Analizi” yazısında, yukarıda da belirtildiği gibi, ego idealinin, “eleştirici oluşum”dan ayrımı netliğini yitirmiş de olsa, narsisizmle ilişkisi tümden koparılmış değildir. Bu yazısında ise, “eleştirici oluşum” artık süperego olarak adlandırılmakta ve süperego ile ego ideali eş anlamda kullanılmaktadır. Ego idealinin “Ego ve İd”de yer alan bu biçimi ile, “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısında tanımlanan narsisistik özellikteki öncülü arasında artık ortak bir yan bulunmadığını söyleyebiliriz. Bir yıl sonra kaleme aldığı “Mazohizmin Ekonomik Problemi” (1924) yazısında da, süperego, “Ego ve İd” de yer alan görüşleriyle aynı doğrultuda, idealize edilmiş ebeveynin içe atımından (introjection) kaynaklanan bir model, bir ideal olarak tanımlanmıştır.
Freud’un ego idealiyle eş anlamda kullandığı süperego üzerine olan görüşleri şu şekilde özetlenebilir:
Süperegonun başlangıcının preoidipal dönemde olduğu kabul edilir. Anne-babanın ya da anne-baba yerine geçen kişilerin ahlaki istekleri ve yasakları çocuğun ruhsal yaşamına erken dönemlerden itibaren etki etmektedir. Bu tür etkilerin en önemlilerinden biri de temizlik eğitimidir.
Preoidipal dönemde çocuk, kendinden istenilenleri çevrenin bir parçası olarak algılamaktadır. Örneğin, çocuk anneyi sevindirmek istiyorsa, kendi istediğini yapmaktan vazgeçebilir ya da anneye kızgın olduğunda, cezayı göze alarak kendi istediğini yapmayı tercih edebilir. Beş-altı yaş dolayında ahlak daha kişisel bir nitelik kazanmaya başlar; dokuz-on yaşlarında da yaşam boyu kalacak biçimde kökleşir. Bu içselleştirme (internalization) sürecini ortaya çıkartan olay, oidipal karmaşanın çözülümüdür.
Oidipus karmaşasının baskın olduğu cinsel evrenin genel sonucu; anne ve babayla özdeşimin bazı yollarla birbiriyle birleşmesi ve ego içinde bir tortunun oluşması olarak alınabilir. Egonun bu değişimi, ego ideali ya da süperego olarak ego içindeki bir ayrımlaşmaya karşılık gelmektedir.
Özdeşimler, oidipal karmaşaya ait, anne-babaya yönelik cinsel nesne ilişkilerinin bırakılmasının sonucudur. Özdeşimlerin nesne yatırımının yerini almasıyla, kaybolan bir nesnenin ego içinde tekrar kurulması mümkün olmaktadır. Dürtüsel yatırımlar bu nesneden geri çekilince, yeni bir nesne arama çabaları, ego içindeki ilk nesneyle özdeşime yol açar ve yatırımlar buna bağlanır. Egonun özel bir bölümünü oluşturan da, egoda ortaya çıkan bu özdeşimlerdir. Böylece id açısından süperego, oidipal nesne ilişkilerinin mirasçısıdır ve onların yerini almaktadır.
Ego, dürtüleri algılamaktan denetim altına almaya, dürtülere boyun eğmekten onları engellemeye doğru gelişmektedir. Bunu başarırken en büyük yardımcısı ego ideali, yani süperegodur. Ego idealinin yerleşmesiyle ego; oidipal karmaşaya hâkim olur ve aynı zamanda kendini idi hükmü altına alma konumuna getirir. Esas olarak dış dünyanın, gerçekliğin temsilcisi olan egonun karşısında süperego, idin yani iç dünyanın temsilcisi olarak zıt bir konumda durur. İd içinde derinliğe ulaşır ve bu nedenle bilinçten egonun olduğundan daha uzaktır. Bu yönüyle ego ile ideal arasındaki çatışma, dış dünya ile iç dünya arasındaki zıtlığı yansıtmaktadır.
Süperego basitçe erken nesne seçimlerinin bir kalıntısı olmanın ötesinde, bu tür seçimlere karşı enerjik bir karşıt tepki oluşumunu (reaction formation) temsil eder. Ego ile ilişkisi sadece, “onun (baban) gibi olmalısın” şeklinde değildir. Aynı zamanda yasak da içerir; “onun (baban) gibi olmayabilirsin”. Bu, “onun yaptığı her şeyi yapmayabilirsin, bazı şeyler onun ayrıcalığıdır” anlamındadır.
Ego idealinin bu ikili yönü, ego idealinin oidipus karmaşasını bastırma görevinin olmasından çıkar. Ebeveynini ve özellikle de babasını oidipal arzuların gerçekleşmesinde bir engel olarak algılayan erkek çocuğun çocuksu egosu, aynı engeli kendi içinde oluşturarak bastırmanın gerçekleşmesi için babasından ödünç kuvvet alır. Süperego, sonraki bütün etkilere açık olsa da, baba karmaşasından köken alması dolayısıyla kendisine verilen karakteri yaşam boyu korur. Bir anlamda, süperego babanın karakterini alıkoymaktadır.
Çocuğun büyümesiyle baba rolü, öğretmenler ve diğer otoriteler tarafından yerine getirilir. Onların emir ve yasakları ego idealinde güçlü bir biçimde kalır ve moral sansürün çalışması vicdan formunda sürer. Vicdanın talepleri ve egonun aktüel performansı arasındaki gerilim, bilinçdışı bir suçluluk duygusu olarak yaşanır. Vicdan ya da bilinçdışı suçluluk duygusu, aynı zamanda süperegonun egoya hükmetme biçimidir.
Bir yandan da, süperegonun egodan ayrımlaşması, bireyin ve türün gelişiminin en önemli karakteristiğini temsil eder. İnsan zihinsel yaşamının en aşağı parçası, idealin oluşumu yoluyla, en yüksek olana dönüşür. Toplumsal duygular, aynı ego idealine sahip olma temelinde, diğer insanlarla kurulan özdeşimlere dayanmaktadır.
Freud, “Psikanaliz Üzerine Yeni Giriş Konferansları”nda (1933), süperego tanımına bazı yeni açıklamalar getirir. Süperegoya, ego idealinin uygulayıcısı olma işlevi atfedilmiştir. Freud’a göre, “bu ego ideali şüphesiz, ebeveynlerin eski görünümünün bir kalıntısı, çocuğun onlara atfettiği mükemmelliğe hayranlığın ifadesidir”.
Süperego bu yazıda, kendini gözlemleme, vicdan ve idealin işlevlerini üzerinde toplayan kapsamlı bir yapı olarak tanımlanır. Vicdan ve idealin işlevleri arasındaki ayrım, Freud’un suçluluk duygusu ve aşağılık duygusu arasında oluşturmaya çalıştığı farklılıkta kendini gösterir. Bu iki duygu, ego ve süperego arasındaki bir gerginliğin sonucudur; ancak suçluluk duygusu vicdanla, aşağılık duygusu ise güçlü bir erotik kökene sahip olması nedeniyle ego idealiyle ilişkilidir.
Sonuç
“Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısından uzaklaşıldıkça, ego ideali tanımının, narsisizmin ebeveyne yansıtılmasından, idealize edilmiş ebeveynin içe alınmasına doğru kaydığı dikkati çekmektedir. Ego ideali kavramının, kişinin kendi için (kaybolmuş mükemmeliyetini tekrar elde etmek için) yarattığı bir ego idealinden, ebeveyn modelleriyle ilişkili bir ideale doğru değişim gösterdiği söylenebilir.
“Ego ve İd” yazısından sonra uzunca bir süre sözü edilmeyen ego ideali, “Yeni Giriş Konferansları”nda yer alan birkaç satırla yeniden karşımıza çıkar. Bu satırlarda, süperegoya ego idealinin uygulayıcısı olma işlevi atfedilerek, bir anlamda “Narsisizm Üzerine Bir Giriş” yazısındaki “özel bir ruhsal oluşum” ile “ego ideali” ayrımına geri dönülmüş olur.
Narsizm Üzerine ve Schreber Vakası
Psikanaliz | Freud’un Gelişim Dönemleri, İçgüdüler, İd, Ego ve Süperego