Çocukluğumda, Ankara Radyosu’nda Klasik Batı Müziği ve Klasik Türk Müziği programlarını dinlerdim. Muzaffer Sarısözen’in “Yurttan Sesler”i ise pek ilgimi çekmezdi. Bir gün, Âşık Veysel’den Ali İzzet’in “Mecnun’um Leylâm’ı Gördüm” türküsünü, başka bir gün de bas bariton Ruhi Su’yu dinledim. Anneme : “Anne, bu türküler çok başka… Ne kadar güzel,” dediğimi çok iyi anımsıyorum.
Aradan yıllar geçti. Ya 1960 ya da 1961 yılıydı. Şişli’de Site Hanı’ndaki Kenterlerin tiyatrosunda bir pazartesi gecesi Ruhi Su’yu ilk kez sahnede gördüm ve soluğumu tutarak dinledim. Alkışların sonu gelmiyordu. “Umumi arzu” üzerine cumartesi “matine”de konser tekrarlandı. Ben tabii, aynı binada bulunan şarkı söylediğim klüpten ikinci kez kaçıp, yine gittim.
Ruhi Su’nun Ankara Devlet Konservatuvarı’na girişini, konservatuvan bitirdikten sonra da Devlet Operası’nda söylediğini, Fidelio’daki başarısını, mahpusluğunu, Schubert’leri Rossini’leri bırakıp türkü söylediğini ise Erdem Buri’den öğrendim.
1962 yılında : “Sen Amerikalı zenci değilsin. Bırak caz’ı onlar söylesin. Türksün. Neden kendi müziğini kendi dilinde söylemeyesin?” diyen Erdem Buri elimden tuttu ve beni Ruhi Su’ya götürdü. Böylece haftada üç kez olmak üzere Atıf Yılmaz’ın evinde Ruhi Su’dan ders almaya başladım. İlk öğrendiğim türkü “Madımak”tı.
Bir akşam vakti Erdem Buri’nin Moda’daki evinde Aziz Nesin, Orhan Kemal, Suat Derviş, Âşık Ali İzzet oturuyoruz, kapı çaldı. Ruhi Su elinde sazıyla değil, elinden tuttuğu ancak üç dört yaşlarında olan oğluyla geldi. Türküleri çok seslendirmekten konuştuk uzun uzun. Zorla, iki de türkü söylettiler Ruhi Su’ya. Buri de banda çekti. Şimdi bu yazıyı yazarken bir yandan da o bandı dinliyorum. “…Gelir değer bir kötünün eteği/Geri dur benli dilber geri dur”… Arkada, yaramaz mı yaramaz Ilgın’ın sesi, gülmesi de var. Erdem Buri doyamamış daha istiyor, Ruhi Su : “Yeter artık,” diyor.
11 Aralık 1964’te Saray Sineması’nda TİP için bir konser düzenlendi. Katılanlar : Âşık İnsani, Âşık Nesimi Çimen, Âşık Ali İzzet, Ruhi Su ve ben. Sanki dün gibi… Erdem Buri, Ruhi Su’yu sahneye çağınyor, kuliste Mehmet Ali Aybar sevgiyle elimi tutuyor, Ruhi’yi dinliyoruz.
İşte kundak İşte hapis
İşte Dursun Bebek bizim dünya.
Bir gün de Buri, “Tülay’ın şarkılarına radyoda olsun, kulüplerde olsun sansür var. Ruhi’yi konuşmayalım… Bu kadar büyük bir yorumcu neden türkü söyleyecek yer bulamasın da hayatım kazanmak için bankada çalışsın?” dedi ve “As Klüp” kuruldu. As Klüpte istediğimizi söyledik; Mehmet Ali Aybar, Sadun Aren, Kemal Tahir, Behice Boran, Cemal Hakkı Selek, Yaşar Kemal, Oktay Rifat, Edip Cansever, Yılmaz Güney, 1967’de “Oktobr” dergisine bu “garip” kulüple ilgili uzun bir yazı yazan, Nâzım’ın dostu, şair Radi Fiş de geldiler dinlediler; Âşık Veysel, Âşık Ali İzzet türkü ziyafetleri verdiler; François Truffaut sahnede Buri’yle “Nouvelle vague” (Yeni Dalga) üzerine konuştu; Buri’ye Ruhi Su yüzünden baskı üzerine baskı yapıldı; sivil polisler aşağıda beklediler… Bir gece de baktım, sahnenin hemen yanında ön masalardan birinde, beş altı genç kıyameti koparmakta!.. “Kim bunlar?” diye sordum. Kimseyi dinlemeyip geçip oturmuşlar, olay çıkarmak istiyorlar. Durmadan : “Ruhi Su ne zaman söyleyecek?” diye bağırmaktalar. “Bakın şu deyyusun kaç tarlası var” diye “Burçak Tarlası”nı söylerken, sahnede bana tabanca çekildiğinden beri tetikteyim. Tam Ruhi sahneye çıkarken, masalarına gittim : “Merhaba çocuklar, bir içkinizi içmeye geldim,” diyerek oturdum. Hocam sahnede ve ben öğrencisi, o kim olursa olsun biri şarkı söylerken çıt çıkmayan As Kulüp’te Fenerbahçe, Galatasaray diyerek aklıma ne gelirse söylüyorum, devamlı konuşuyorum çocuklarla… Herhalde o gece ne Ruhi Su bu davranışımdan bir şey anladı, ne de gelenler!.. Ruhi son olarak : “Kazak Abdal söz söyledi / Cümle halkı dahleyledi / Sorarlarsa kim söyledi / Soranın da avradını” türküsünü söyleyip sahneden indi, ben de çocuklara : “E hadi bana müsaade,” dedim, masalarından kalktım.
Neredeyse her Allahın günü, altında iskelet resimleri olan tehdit mektupları da gelirdi. İskeletlerden büyüğünün altında Ruhi Su, küçüğünün altında da Tülay German yazardı. Ruhi’ye söylemezdim.
18 Mayıs 1980’de Paris’te, sanki takvimde başka tarih kalmamış gibi, bir salonda Ruhi Su’nun, başka bir salonda da benim konserim oldu. Ruhi’yi ancak üç gün sonra Abidin Dino’nun sergisinde görebildim. Meğer son görüşümmüş… Çok sevdiğim babamı da, hocamı da aynı yıl, aynı hastahanede yitirdim. 12 Eylül yüzünden cenazelerinde bile bulunamadım. 21 Aralık 1985’te “Ruhi Su’yu Anma” gecesinde türkü söyledim Köln’de. Konserden sonra, Yılmaz Güney’i uğurladığımız 13 Eylül 1983’ten beri görmediğim Güzel İnsan Server Tanilli’nin güzel yüzündeki ifadeyi, söylediklerini bir ömür unutamam.
Ruhi Su : “Türkü söyledikçe yeşeriyorum, çiçekleniyorum,” derdi. Ben de âşıklan ve Ruhi Su’yu dinlediğimde yeşerip, çiçeklendim. Türk Halk Müziği’nde bir “okul” kuran, dünya çapındaki usta, hocam Ruhi Su’yu sevgiyle ve saygıyla anıyorum.
Adam Sanat