Şairler ve yazarlar ölümünden sonra Nazım Hikmet Ran için ne yazdılar? (1)

Jean-Paul Sartre (1905-1980)
“Ben her şeyden önce onun insan olarak büyüklüğünü ve kabına sığmaz enerjisini hatırlatmak istiyorum. Onu ağır hastalığı sırasında tanımış, yaşamak ve savaşmak iradesi karşısında şaşıp kalmıştım. Ama beni asıl etkileyen onun hüzünlü ve alaycı uyanıklığı oldu. Eziyetlerden, ölümlerden kaçıp kurtulan bu adam – başkalarının yaptığı gibi – dinlenmiyordu. Biten hiçbir şey yoktu onun için. Dıştaki düşmanla savaşırken içteki dostların hatalarına karşı da kardeşçe bir savaşı sürdürüyordu. Herkesle birlikte barış uğruna, emperyalizme ve faşizme karşı savaştığı sırada bile, Moskova’da oynanan bir piyesinde, bürokrasinin tehlikelerine karşı arkadaşlarını uyarıyordu. Ne militan disiplininden geçti, ne de yazar eleştiriciliğinden. Bu çelişmeyi sonuna kadar yaşadı. Bu sürekli gerginlik, son yıllarda, mahpusluktan artakalan güçlerini de yedi bitirdi. Ama asıl bu yönüyle bugün bir örnek insan olarak kalıyor aramızda.
“Vefalı dost, yiğit
militan, insan düşmanlarının amansız düşmanı, her yerde hizmet etmek ama hiçbir şeyi görmezden gelmek istemiyordu. (…)
“Durup dinlenmeden nöbet tutan bir insanın eserleri, ölümünden sonra da, sizin için aynı işi yapıyor.” (“Nâzım Hikmet’e Saygı” başlıklı yazısından.)

Pablo Neruda (1904-1973)
Şilili şair GÜZ ÇİÇEKLERİNDEN NÂZIM’A ÇELENK
Niçin öldün Nâzım?
Ne yaparız şimdi biz
şarkılarından yoksun?
Nerde buluruz başka bir pınar ki
onda bizi karşıladığın gülümseme olsun?
Seninki gibi ateşle su karışık
acıyla sevinç dolu,
gerçeğe çağıran bakışı nerde bulalım?

Kardeşim,
öyle derin duygular, düşünceler yarattın ki bende,
denizden esen acı rüzgâr
kapacak olsa bunları
bulut gibi, yaprak gibi sürüklenir,
yaşarken seçtiğin
ve ölümden sonra sana barınak olan
oraya, uzak toprağa düşerler.

Al sana bir demet Şili kasımpatlarından,
al güney denizleri üstündeki ayın soğuk parlaklığını,
halkların savaşını, kendi dövüşümü
ve yurdumun kederli davullarının boğuk gürültüsünü
kardeşim benim, dünyada nasıl yalnızım sensiz,
çiçek açmış kiraz ağacının altınına benzeyen yüzüne hasret,
benim için ekmek olan, susuzluğumu gideren, kanıma güç
veren dostluğundan yoksun.

Hapisten çıktığında karşılaşmıştık seninle,
zorbalık ve acı kuyusu gibi loş hapisten,
zulmün izlerini görmüştüm ellerinde,
kinin oklarını aramıştım gözlerinde,
ama parlak bir yüreğin vardı,
yara ve ışık dolu bir yürek.

Ne yapayım ben şimdi?
Tasarlanabilir mi dünya
her yana ektiğin çiçekler olmadan?
Nasıl yaşamalı seni örnek almadan,
senin halk zekânı, ozanlık gücünü duymadan?
Böyle olduğun için teşekkürler,
teşekkürler türkülerinle yaktığın ateş için.
Çeviren: Ataol Behramoğlu

Howard Fast (1914-199?) A.B.D.’li romancı
NÂZIM HİKMET’E
Kendi duvarların nasıl tutamadıysa kelimelerini,
bizim duvarlarımız da tutamadı, kardeşim,
kelimelerin buldu bizi.
O gün cezaevinde geldi yanıma
pek iyi bildiğin cezaevi fısıltısıyla
o ince yazar, Albert Maltz…
Hayatı anlatan şeyler söylemekti onun suçu da,
barışı, umudu, özlenen şeyleri…
Özgür olduğunu söyledi bana.
Özgür, dedi, Nâzım Hikmet özgür artık,
özgürlük içinde dolaşıyor kendi ülkesinde,
açık alınla söylüyor türkülerini bütün insanlar için.
Nasıl anlatırım dostum, yoldaşım, kardeşim,
hiç görmediğim ama çok yakından bildiğim,
başımın üstünde tuttuğum kardeşim benim…
nasıl anlatırım bunun anlamını sana?
O anda biz de kurtulmuştuk çünkü.
Çünkü seninki gibi bir türkü tutturmuştu benim kalbim de,
kimseyi senin kadar yakından tanımadım,
senin kadar, senin gibiler, bizim gibiler kadar,
ulusların üstünde bir kardeşlik kuran;
bir de bizi susturacaklarını sanıyorlar,
suspus edeceklerini duvarların ardında.
Senin uğruna ufak bir tokat atmıştık bir zamanlar,
ama sen oldun bizi kurtaran
ülkenden millerce ötedeki bir ülkenin iki yazarını,
kötülerin kötü işler çevirdikleri bir ülkenin,
özgürlüğün utançla başını eğdiği bir ülkenin,
ama uyanacak bir ülkenin yazarlarını.
Sen kurtulunca anladık biz
kısa süresini kendi duvarlarımızın,
soytarıların, yılışık katillerin kurduğu duvarların;
ışığa, zafere giden yolda kısa bir süredir bu…
ama bunları anlatmanın ne gereği var,
sen zaten biliyorsun yüreğimizin türkülerini!
Çeviren: Ülkü Tamer

Yevgeni Yevtuşenko (d.1933) Sovyet şairi
NÂZIM’IN YÜREĞİ
Usanınca gerçeklerin yalanından,
kaygan, yüzsüz baskıdan,
tunç Nâzım’ı anımsarım
ve sesini
biraz hançerimsi :
“Merhaba kardaşım…
Ne o, neden yüzün asık öyle
Boş ver!
Yoksa şiir mi takıldı bir yerde?
Gel, birlikte bitirelim.
Paran mı yok?
Bakarız bir çaresine, dert değil.
Kız mı?
Aldırma bulunur…”
Oysa asıl kendisinde var bir şey,
içini kemiren
yüz çizgilerinden dehşetle akan :
“Hepsi iyi de,
şu yürek ağrısı…
Adam sen de
ağrıyadursun, yaşıyoruz ya…”
Kimisi için şiir bir roldür,
Kimisine bir dükkân,
kazançtır.
Onun içinse ağrıdır şiir,
rol değil.
Nâzım’ın yüreği de ağrıdı durdu işte.
Üzerine titreyen doktoru bir gün,
hani pek de güvenemeyerek,
uyarmıştı beni :
“Bakın” demişti,
“keskin konulardan kaçının ki
ağrımasın Nâzım’ın yüreği…”
Hey gidi doktor…
Hastanız gitti.
Yaramadı çabalarınız.
Yüreğiyse onun
gizli gizli çarparak
sürdürdü ağrısını
ölümünden sonra da.
İçindeki acı için ağrıyor,
Türkler için, Ruslar için ağrıyor,
kendisi gibi mahpusta özgür olanlar için
özgürlükte mahpus gibiler için
ağrıyor.
Hapishane acılarıyla yanan o yürek
– ölümden sonra bile –
dinlemiyor doktorları,
korkak olduğumuz zaman
ağrıyor.
Neme gerek dersek
ağrıyor.
Onun gibi açık yürekle :
“Merhaba kardaşım…”
diyemezsek ağrıyor…

Varsın ağrısın
hepsi için yüreklerimiz,
tek ağrımasın Nâzım’ın yüreği.
Çeviren: Ziya Yamaç

Cahit Sıtkı Tarancı (1910-1956)
BİR ŞEY
Bir şey ki hava gibi ekmek gibi su gibi
Lazım insana lazım onsuz yaşanılmıyor
Ana baba gibi dost gibi yavuklu gibi
Kalp titremeden göz yaşarmadan anılmıyor.

Bir şey ki gözümüzde memleket kadar aziz
Aşk ettiğimiz kendimize dert ettiğimiz
Adını çocuklarımıza bellettiğimiz
Bir şey ki artık hasretine dayanılmıyor.

II

Bir şey daha var yürekler acısı
Utandırır insanı düşündürür
Öylesine başka bir kalp ağrısı
Alır beni ta Bursa’ya götürür.

Yeşil Bursa’da konuk bir garip kuş
Otur denmiş oracıkta oturmuş
Ta yüreğinden bir türkü tutturmuş
Ne güzel şey dünyada hür olmak hür.

Benerci Jokond Varan Üç Bedrettin
Hey kahpe felek ne oyunlar ettin
En yavuz evladı bu memleketin
Nâzım ağbey hapislerde çürür.

Attilâ İlhan (d.1925)
MÜJGÂN’A AŞK ŞARKILARI
o akşam da lambamızı söndürmüştük nedîm ile
nedîm’den bile kıskandığım sevdiğim ile
son şarkılar dağılmıştı mevsim ile
yalnız çamlıca’da bir ud yankılanırdı

dünyayı tumturaklı bir yalan sayanlar
yalanın dehşetini yaşlandıkça anlar
nâzım’ın piraye’yi sevdiği zamanlar
ölse ölümünden ne suçlar çıkarılırdı

boğucu bir sessizlikte ateşten goncalardır
o demirden şiirler ki sanki tabancalardır
umutsuz hangi gününde el atsan ateşe hazır
nâzım onları yazarken duvarlar çatırdardı

gördün sessizce buluştuğunu nâzım’la nedîm’in
lacivert ıssızlığında yıldızlı bir serviliğin
birinin elinde varidat’ı simavnalı bedreddin’in
birini ağzında gül elinde mey kâsesi vardı

Arif Damar (d.1925)
FERHAT’IN KAZMASI DÜŞMEZ ELİNDEN
Bizim Anadolu’muz var ya Erzurum Yaylası Palandökenler
Ağrı Çukurova’mız
Aklıma düşünce öyle bir seviniyor öyle bir seviniyorum ki
Bizim çetin halkımız
Çanakkale Kurtuluş Savaşı’mız
Şeyh Bedreddin Pir Sultan Nâzım Hikmet
Aklıma düşünce öyle bir seviniyor öyle bir seviniyorum ki
Kızılırmak Yeşilırmak Dicle Fırat
Bütün öteki akarsular
Hep birlikte akıyorlar akıyorlar akıyorlar
Aklıma düşünce öyle bir seviniyor öyle bir seviniyorum ki

DÖRTLÜK

Büyük şairdi sevdi sevdalandı Nâzım Hikmet
Karasevdamızı sevdi türküsünü güzel de söyleyerek
O kadar aşk her şey türküsünü sürdürmek içindi
Karasevda emekçinindi emek içindi

Turgut Uyar (1927-1985)

BÜYÜK GURBETÇİ

Senin adın bir deftere yazıldı
Eskimez bir mavi deftere
Adın
Yazıldı

Erenköyünde bir bahar eskir
Savrulur ve eskir sürekavları
Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Aşkı Türkçe kavramanın sağlamlığı başlayınca
Bir öğrenci yatakhanesinde
Uzak asyalı bir başka öğrenciyle çatışınca
Bir sürü ıvır zıvır ve ekimler
Bir kahramanlık sandığımız kendimizi
Eskir ucuz ormanlarda yürek avları
Ve eski anaların belbağladığı hekimler
Eskimez senin gurbetçiliğin
Yanar, tüter, dağılır
Ve ince bir duman eskir bir kalın duman adına

Gurbet bir yazgıdır ulusuna
Güneşe çıkmak gibi, alınteri bilinir
Gurbet bilinir, bir duyarlıktır, bir meslektir

Sen herhalde en iyi bilirdin bayramları
Paşalarla, yalılarla uzlaştırılan
Kısa kış akşamlarını, uzun yaz akşamlarını
Kayalar, kayalar ve sahipsiz dağlar adına
Bir türkü gibi öfkede söylenen
Issız hanlar, bilgece susmalar, bakımsız bağlar adına
Puslu ve telaşlı garlardan kaçırdığın
Bir pençeden, bir katılıktan kayırdığın
Her ülkede söylenen bir türkü gibi
Aklığın, eskimez bir kış güzelliğinde
Sıcak evler, karlı yollar, bağlılıklar adına
Bir zorbalığa direnmek adına
Anlaşılmazsa
Söğütler yeşermez, balıklar bırakmaz döllerini

Ellerin bir gezinmedir uykularda
Kimine korkudur, ısınmak kimine

Eskimez bir kış güzelliğinde
Kuzey yarımkürenin çok koyu mavi bir gecesinde
Büyük bir alanda, küçük bir cezaevinde
Ve çok yabancı dilden iki istasyon-arası biletinle
Biliyorum nasıl yaşadığını senin Türkçe yokken
Mahzun ve yaşamaklı – eskimez elbet –
Ülkeni dirençle yaşamak, ülken olmayınca sözlüğünde

Sen bir ağlayış gibisin neden
Bir çocukluğu sürüklüyorsun kanında
Bir güvercin gibi parlar şaşkınlığın
Ölüme yakınlığında bir köylünün, uyumasında
Gök durur ve boncuklar durur pazarlarda
Iğdır’da, Orta Anadolu tarlalarında
Akşam oldu muydu gaz lambası yakılır
Nerde olursa olsun artık. Coğrafyada
Sürekli bir gurbet vardır.

Eskimezsin bir mayıs serpintisi gibi
Bir mayıs serpintisi ki sağlıklı
Ağustos günlerini hazırlayan. Güllerini
Sürer gurbetçiliğin.
Halksız bir yazarın acısını taşıyan
Kalebent bir şehzade gibi mahzun
Börklüce gibi sabırsız haklılığında

Öyle bir şey
Biraz uzak, biraz çıplak, ve yayan.

Cemal Süreya (1931-1990)

“Nâzım Hikmet’in önemi şurda : Bir devrim düşüncesini toptan üstlenmiş ve sonuna kadar götürmek cesaretini göstermiştir. Öte yandan şiirinde – anlatımında, kullandığı imgelerde, dil tutumunda – düşüncesinin, hayatının, varoluşunun karşılığını bulmuştur. Başka şairlerde görmeye alıştığımız, düşüncenin süs ve biçim olarak, iğreti olarak serpilişi, fikrin biçim cilveleri ve anlam oyunları halinde kalıp sırıtışı yoktur onda. Düşünce biçimsel olarak değil, yapısal [structurel] olarak yerleşir Nâzım Hikmet’in şiirine. Tümdengelmez onda düşünce. Daha çok hayatın verilerinden çıkışını yapar. Bu yüzden Tevfik Fikret gibi düşünceye boğulmaz. ‘Bereketli bir ırmak’ gibi çoğala çoğala büyür.
“Nâzım Hikmet, şiirini hayatıyla tam doğrulamış bir şairdir. Ama daha önemlisi, siyasal tutumdaki birçok şairin aksine, hayatını şiiriyle eksiksiz bir planda doğrulamayı da bilmiştir. Devrim düşüncesiyle şiirsel yük müthiş bir bütünlenme içindedir onda. Ve bu bizim şiirimizde Nâzım Hikmet’e kadar rastlanmayan, dünya şiirinde de seyrek rastlanan bir özelliktir. Şiirsel onur yiğitlik tavrıyla bir arada gider Nâzım Hikmet’te. Şiirin en büyük deneylerinden biri.” (“Sonuna Kadar” adlı yazısından)

KALIN ABDAL

ağıtı önce söylenen
sen nereye uçuyorsun,
ağıtı önce söylenen
ölüm korkusunu atar,
sen nereye uçuyorsun
boynu usul telli turna

Pir Sultan benim ağıtım
ben de senin ağıtınım
uzar gideriz bu yolda,
sen nereye uçuyorsun
gökyüzünde kana kana

benim söylendi ağıtım
yazda kışta haziranda,
ben hep zindanlarda yattım,
en müşkülü daha sonra
kendi kendim sürgün ettim,
sen nereye gidiyorsun
bir yerlere konmayana

silah çatuben askerler,
neden silah çatıyorsun
dostum dostum aslan dostum
sen nereye uçuyorsun,
Kerem Aslı’nın koynunda
çiçeği hiç solmayana
biz ki Nâzım’dık dünyada
rumelli kalın abdal,
uçan kuşa selam saldık
sevdik oluklar boşaldık,
cemi cümle bir sofrada
muhannetlik kalmayana

Gülten Akın (d.1933)

NÂZIM NÂZIM

Suç çağında suçsuzluğa katlananları
Ben şairim, nasıl bağışlarım
Gül değse incinen bu yürek
Yandı bir başka biçimde Nâzım Nâzım

Tavus tüylerine şiir dizdiler
Can gözüyle baktım ayağını gördüm
Yani çirkinliği gördüm, yani cüceliği gördüm
Ömrümde kişiye şiir yazmadım

Nâzım Nâzım

Yurdunu satanın adını anmam
Hayına hırsıza yok sözüm
Duydum ki dünyayı aşıyorlar
Yadellerin yiğitleri, dal boyluları
Ne sağcı oldular ne solcu
Beni aşsın diye doğurduklarım
Bir kez daha yandık, bir kez daha yandım

Nâzım Nâzım

Her bilgi bir yeni burjuva
Her üst okul birkaç kuru başı çekip çıkarmaya
Ne alçalma bir lokma bir çul için
Bir yol bulup kurtulan kurtulana
İttin sınıfını rahatını, düştün mapusa yokluğa
Bey soylum paşa soylum güzel emekçim

Nâzım Nâzım

Ülkende şiirlerin dolanıyor
Kavgan içten içe sürüp dayanıyor
Uzak mezarında bir kırmızı karanfil
Ne denli tutsam kendimi
Usul usul bir yerlerim kanıyor
Sonsuz gurbetçim, koca şairim

Nâzım Nâzım

Suç çağında suçsuzluğa katlananları
Ben şairim, nasıl bağışlarım
Gül değse incinen bu yürek
Yandı bir başka biçimde Nâzım Nâzım

Kemal Özer (d.1933)

3 HAZİRAN 1973

korkmadan yazdı şiirlerini sokağa çıkar gibi rahat
ancak yalan söylemeyenler korkmaz rahat yazmaktan
sokağa çıkarken bildi karıştığını kimlerin arasına
kimlerin yanında yer alacağını kimlere karşı
bildi bir kavgaya raslayınca kaçmayacağını
güçlüyse bir yanı kavganın bir yanı haklı
bildi yerini alacağını haklının yanında
savaşacağını yılmadan boyun eğmeden güçlüye

apaçık yazdı şiirlerini bir avuç su içer gibi yalın
ancak haklı olanlar korkmaz yalın konuşmaktan
ırmağa bakarken dedi su nasıl her şeyi gösterirse
hangi kaynaktan çıktığını döküleceğini hangi denize
ağaç nasıl sererse gözler önüne tohumu ve çiçeği
duru olmalı öyle konuşulan söz de eylem de
insana aykırıdır çünkü doğaya aykırı olan
çünkü engelleyen yok bulanıklıktan başka gerçeği

umutla yazdı şiirlerini sabahı bekler gibi doluyürek
ancak emek verenler korkmaz yarını beklemekten
içeri girerken düşündü bir gün açılacağını kapıların
toprakta tohum neyse insan odur dört duvar arasında
ne çaresizlik yaraşır ona ne eli kolu bağlı oturmak
yeter ki bilsin terden varılacağını mutluluk harmanına
bilsin girdi mi savaşa dayanmak gerekeceğini
güneşin er geç buluttan çıkacağını ihanet etseler de

verimli bir şafak dölüdür nâzım’ın şiiri
inmiş yeryüzü tarlasına insan dilinden
eğitir bilinç ocağında kiminin yüreğini
kiminin ateş yağmurudur ter dökmeyen alnına

DEVAMI>>

1 Yorum

  1. Bilmek isterdim ki bizim soysuzlar ne yazmışlar Nazım öldüğünde. Elbette hakaretin bini bir para, küfrün bini bir para! Küçültmez Nazım’ı bunlar yayımlansa. Sanıyorum tükürdüğünü yalayanlar da olacak. Eğer hayattaysalar, eğer biraz insansalar.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz