Rıfat Ilgaz’ın yaşamına yön vermiş 2 Temmuz!.. – Sunay Akın

İstiklal Marşı yarışmasına şiir gönderen yüzlerce katılımcıdan biri de odur. On beş yaşında, genç bir şair adayıdır o yıllarda. Okumaya öylesine düşkündür ki, arkadaşları tarafından ”Romancı” diye çağrılır. Ağaçları bol olan Kastamonu’da yaşadığından dolayı bu lakap zamanla ”Ormancı” ya dönüşür!
Henüz on üç yaşındayken 1924 yılında, evde dinlediği Şarlok Holmes öykülerinden etkilenerek bir roman yazar. Konusu hiç görmediği İstanbul’da geçen romanda, hırsızı Beşiktaş’tan bir tramvaya bindirir ve Üsküdar’da indirir!..
İstanbul’daki yaşıtları oyuncaklarla oynarken o, roman yazma uğraşındadır, Karadeniz’in kıyıcığında!.. Boğaz’ı unutarak İstanbul’un karşı kıyısına gönderdiği tramvay ise bir oyuncak olarak girer, çocukluğunu anımsadığı bir şiirine:
Ne kurulunca koşan
Tramvaylarım vardı,
Ne çekince giden develerim.
Balıklarımızı tanırdım,
Adlarını bilirdim kuşların;
Seçerdim düdüğünden
Limanımıza uğrayan vapurları.

Sivas katliamından sonra yaşama azmini yitirdi
1928 yılının 2 Temmuz’u unutulmaz bir gündür hayatında. O gün, arkadaşlarıyla kaydırak oynarken, hademe tarafından müdürün okulda kendisini beklediği haberini alır. Maarif Vekili Faruk Nafiz Çamlıbel, Kastamonu’da çıkan Açıksöz gazetesinde yayımlanan ”Mehmet Rıfat” imzalı şiiri çok beğenmiş ve şairle tanışmak istemiştir. Mehmet Rıfat, kendisine yazma aşkının aşılandığı 2 Temmuz gününü hiç unutmayacak ve tam 65 yıl sonra, yine bir 2 Temmuz günü şairlerin, yazarların Sıvas’ta yakıldığı haberini alınca yaşama azmini yitirip son nefesini verecektir. Sıvas katliamından beş gün sonra yaşama veda eder Mehmet Rıfat; sizin tanıdığınız adıyla Rıfat Ilgaz. Bir ”2 Temmuz” günü dünyayı aydınlatma umuduyla sarıldığı kalemi yine bir ”2 Temmuz” günü bırakır elinden. Annesinin sütü yetmediği için keçi sütüyle beslenmişti. Rıfat Ilgaz , bu özelliğinden dolayı annesinin kızdığında ”N’olacak, keçi sütüyle beslenmiş, keçi inadı var sende!” diye seslendiğini anımsar. Keçi sütüyle beslenen şair, ölümcül hastalıklar ve işkencelerden sıyrılır ama kurt sütüyle beslenenlere yenik düşer sonunda. İnsan kanı içerek beslenen aç kurtlar Sıvas’ta karnını parçalamamışlardı onun, ama yakılan 35 insanın acısını kaldıramaz Rıfaz Ilgaz’ın yorgun yüreği. O yürek ki kendi için değil, başkalarının mutluluğu için atmamış mıydı bir ömür boyu? Hem de ailesiyle, çocuklarıyla arasına demir parmaklıklar konulması pahasına!..

Çocuklarına oyuncak alabilen bir baba değildir Rıfat Ilgaz. Kızı Yıldız ‘a ”Doğdun doğalı, ne oyun gördün,/ Ne oyuncak” dizeleriyle seslenir bir şiirinde. Oğlu Aydın Ilgaz da ya hapishane ya da hastanede görür babasını. Elinde kendi yaptığı oyuncaklar vardır. Rıfat Ilgaz , bir şiirinde dile getirir oğlunun bu becerisini:
Çeşitli oyuncakların yoksa da
Bir saniyede tren yapacak kadar
Kibrit kutularını,
Tecrüben var benden fazla.
Benden üstünsün kuşkusuz,
Sigaradan top,
Kutusundan tank,
Kâğıtlardan uçak yapmada!

1944 yılında yayımlanan ”Sınıf” adlı şiir kitabı, kitapçı raflarında yalnızca 25 gün kalır ve satışı yasaklanır. Kitabın kapağı ne de olsa ”kırmızı” renktedir ve daha da önemlisi sayfalarında şu ”tehlikeli” dizeler vardır:
Yoklama defterinden
öğrenmedim sizi,
benim haylaz çocuklarım!
Sınıfın en devamsızını
bir sinema dönüşü tanıdım,
koltuğunda satılmamış
gazeteler…

Sıkıyönetim kararıyla şiir kitabı toplatılan Rıfat Ilgaz , doktordan aldığı rapor sayesinde birkaç hafta dışarda kalmayı başarır. Ciğerleri su toplamış, hastadır. Bu halde, üç öğrencisiyle karşılaşır Aksaray’da. Çocuklardan biri çantasını açar ve ”Sınıf” adlı kitabı uzatır. Ilgaz, çocuğu tanımıştır: 3/A sınıfından Remzi… Koltuğunda satılmamış gazetelerle, sinema dönüşü karşısına çıkan öğrencisi!.. Kitabı imzalar şair ama, bir zarar gelmesin düşüncesiyle çocuğun adını yazmaz.

‘Turancılar’la aynı hapishanede kaldı
Rıfat Ilgaz, 24 Mayıs 1944’te, faşizmin yenilgiye uğramasıyla gizlenmekten vazgeçer ve teslim olmaya karar verir. Savaş sırasında Hitler ‘i destekleyen ”Turancılar” la aynı hapishaneye konur. Şair, yan hücresinde Alparslan Türkeş ‘in yattığı o günler hakkında şu çarpıcı bilgileri sunar: ”Aynı kurallara bağlı cezaevindeydik ama, aynı davranışları görmüyorduk. Benim çeşitli kelepçelerim vardı. Zincirli yerli kelepçelerim; sustalı Alman kelepçelerim; yolculuklarda iki baş parmağıma iki yüzük gibi geçirilen kelepçelerim vardı. Onların hiçbir şeyi yoktu. Manevra kayışları bile. Yalnız, aylıklarını alıp 30 Ağustos’larda terfi ediyorlardı!..”

Rıfat Ilgaz’ın şiirlerinde Ceyhun Atuf Kansu ve Fazıl Hüsnü Dağlarca ‘da olduğu gibi oyun ve de oyuncak çokça çıkar karşımıza. ”Çember” adlı şiirinde unutulan bu oyuncağı, bir virüs gibi tüm kenti saran otomobil sevdasıyla karşılaştırır:
Nerde bu hoyratça dönen
Tekerlekler
Gösteriş için…
Nerde o başımızı döndüren
Şıkır şıkır çemberin güzelliği!

Ve nerde, Rıfat Ilgaz gibi insanlığı aydınlatma yolundan dönmeyen şairin ışıklı yüzü!?..

Rıfat Ilgaz ve 2 Temmuz!..
Sunay Akın (13 Temmuz 2003- Cumhuriyet)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz