Onlar ki aydınlık üzre
ecel toprağına umut
ektiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki karanlık üzre
korku mazgalına
zulüm serdiler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
Onlar ki cehennem üzre
yürekten cennet
süzdüler. Ay dolandı vay deli gönlüm
Ölüm şaşırdı menzilini
ÇIRAK ARANIYOR
Elim sanata düşer usta
Dilim küfre, yüreğim acıya
Ölüm hep bana
Bana mı düşer usta?
Sevda ne yana düşer usta
Hicran ne yana
Yalnızlık hep bana
Bana mı düşer usta?
Gurbet ne yana düşer usta
Sıla ne yana
Hasret hep bana
Bana mı düşer usta?
OĞLUM ÖLÜM
Tenim kurudu hasretinden
sulara adamıştım senin
sulardan narin bedenini
gözümde yaş kurudu oğul
Göklerin poyrazına
bağışlamıştım senin
ölümünü, benim ecelimi
bağrımda taş kurudu oğul
Ateşin rahminden çalmıştım
benim ihtiyarlığımı, senin
sevdalara kurban ömrünü
yaşmağımda kan kurudu oğul
Vazgeçtim ben ecelimden
sen de gel vazgeç bugün olsun
hayın ölümden, zalım ölümden
canevimde can kurudu oğul
YENİ YIL GÜNLERİ
Bir yeni yıla daha
eylül geldi
sevgime sevgin geldi
bana, sen geldin.
Güllerle süsledim günleri
seni, sevincim ve sevdamla
beni yanlızlığımla
süslediğim günler geldi.
Günlere eylül geldi
bir yeni yıla daha
ömrüme ömrün geldi
sana, ben geldim.
KARŞILAMA
Anılardan yontulmuş yüze değil
bir felakete adadım kendimi
deneyerek sesimi yeni bir ölüde, her gün
sabahla, baharın geldiğini
resimlerde yaşayan ikindileri
akşamın yalnızlığa düşürdüğü kafiyeyi
kılıçla kesilen yatsıları
mavi kuş zındanlarını
ve sıkıntıyı adlandıran geceleri müjdeledim.
o, yüreğinde uzun hüzünler besledi.
Oysa acılar çoğalmış, dağlar uyumuştu
karanlığın kollarında şehir uyumuştu
denizin derinliğinde söken şafak
yüzündeki dalgınlık
ağzındaki ince harfler uyumuştu
Fala mı inanırdım artık, kelimelere mi
su terazilerine ölü tüccarlarına
geceye ve gündüze mi?
O gitti.Bir sevdaya yasladı kendini
Ben kaldım.Yalnızlıkla karşıladım her şeyi.
BİN KUŞ AYIŞIĞINDA
Şimdi senin soluğunda akşam
çiçekler ve sular kadar yalnızım
bir o kadar da esmer saçların
bin kuş esiyor sanki ayışığından
GÜZ ERKEN GELDİ
Güz erken geldi,sen gelmedin
gelecektin,ben sigarayı bırakacaktım
nikotin bantları yerine
yağmuru akıtacaktım damarlarıma
Bir de intiharını ihtiyarlığımın
Gençliğimin geçmiş baharlarını bir de…
Çocuklar körebe oynamak için yağmurla
gülüşleriyle donatacaklardı sokakları
kanatları gümüşten bir serçe
çocukların körebesi olacaktı
Ben uçurtması olacaktım serçelerin
Memelerinin billurdan gökkuşağı
gecelerimi kuşatacaktı
alnından öpecektim karanlığın
senin uzundan da uzun çığlığından
kirpiklerinin karasına sinmiş
kokundan ve korkundan bir de…
Ah! sana dokunmanın yangını
zemheride buza kesmiş sular misali
sana yorganı olmanın sevdanın
yak ucundan saçının en ince teline
öpmenin,öpüşmenin,koklaşmanın
dudaklarıyla öpecektim seni
Rüzgarın kollarıyla saracaktım
bedenime dar gelen bedenini…
Sen gelmedin,güz erken geldi
gölgem pencere önlerinden
ara sokaklarına düştü karasevdanın
Kalbim hüzün ve kedere…
Gelişini bekliyorum şimdi
gidişini özlediğim gibi…
Kara kuytusunda sevişmenin
şehvetiyle emziresin diye beni
kara urganıyla boğasın diye beni
kara karanlığında unutasın diye beni
Güz erken geldi,sen gelmedin.
PUSULA
Annemin öldüğü yaşı çoktan geçtim
suyun vefası ve acılar
-bir de gökyüzü
çocuklarım olsa da
Babamın öldüğü yaştayım artık
gurbeti sıla, sılası hicran
Bir de yalnızlık
arkadaşım olsa da
Rüzgârlar yazsın aşkımı
Ama gönlüm hâlâ
oğlumun âşık olduğu yaşta
-sevdanın pusulası
anılarım olsa da
İki güvercin ey ömrüm
yılların omuzuna tünemiş
biri hayat, öteki ölüm
yaşadığım olsa da
Biri Refik, öteki Durbaş aslında
HÜCREMDE AYIŞIĞI
Sesimi sesinin üstüne koyma
kara gecede, karanlıkta, acılı
yüreğimde yeşerdiyse de alevi ölümün
kan boğmadı daha korkuyu
kırılmadı kin ve öfkenin fidanı
Sesini sesimin üstüne koyma
ağzımda prangası tutuklu rüzgâr
Yanlış arama ölümden başka
kurşuna dizilen resimlerde
acıyla örülmüşse cesetler
ve ağlıyorsa hücremde ayışığı
üzgün değilim, hüzünlü asla
Yanlış arama ölümden başka
sırtımda falakası tutuklu rüzgâr
Yüreğimde mezarlar açma artık
kazıdım hücremin duvarına çünkü
zamanı kucaklayan öfkemi
acıdan üretilen sesimi
gençliği damıtılmış günlerimi
Yüreğimde mezarlar açma artık
elinde kırbaçları tutuklu rüzgâr
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
korkuyu mu bekliyor o nöbetçi
niçin hiç konuşmuyor yıldızlar
şafak söktüyse nerde kar filizleri
uyusam uyansam her yerde bahar
Çıplak taş, demir kapı, sessizlik
sesimde zincirleri tutuklu rüzgâr
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
deli rüzgâr, çıplak suyun rahminde
artık ne hücrem, ne yalnızlık
eskisinden düşmanım karanlığa
ama hâlâ yanıyor yüreğimde işkence
Tek değilim artık, çoğaldım ölüme
yüzümde kelepçesi tutuklu rüzgâr
-Söyle kim hak kazandı ölüme
BU ŞİİRLER
Kalbimde kan izleri anıların
tarçın kokusu, belki menekşeler
Belki bir ünlem işareti merak
nasıl solgun ve bulanık şiirler
Şiirlere uyanmak istedim de
Çünkü soruda ve sorguda gelecek
günler: neyin bedeli bu işkence
Bu ruhsatsız gurbet, tükenmiş sıla
kimin adına yazıldı söylesene
Yüzümde kuş sesleri acıların
Kır çiçekleri getirdim sana
bir umut, tanıdık korkular biraz
Günler: biraz olsun akılnda tut
ve unutma nasıl, kime yazıldı
Anılarını unutmuş bu şiirler
ŞAİR NEREDE
Sonbaharın ara sokaklarında günlerim
yazım nerde, kışım nerde
Dağlara ırmaklara yükleyecektim derdimi
atım nerde, bahtım nerde
Yüzümün kırık aynasında uyurdu geceler
adım nerde, çağım nerde
– Şair, hangi kara karanlığında geleceğin
çağrın nerde, çağrım nerde
Eser şimdi ihtiyarlığın yeli zamanı hayatta
Refik nerde, Durbaş nerde
AĞITLAR
Gözleri bir umudu, bir dalgınlığı yaşıyor
Ağzında kalabalık bir öpüşme ormanı
-Kalbindeki katiyyen ben değilim
yüzünde küçük inzal kuşları.
SÖZ
yazılsam ayrılığın menziline
söz nereye uçar
yalnızlık nereye sensiz
nereye acılar
nereye uçar gökyüzü
ses nereye uçar
öyle sevmişim ki seni
ölüm nereye bensiz
KİME NE
Öpüşün öpüşüme karışsaydı
Yüzün yüzüme
Gecen gündüzüme karışsaydı
Hüznün kederime
Baharlar açardı kalbimde
Yazlar ve kışlar bir de
Tenin tenime karışsaydı
Cennet ve cehennemden
Kime ne?
Şiirler
sevgilim acemi bir karanfil gibi açıyor
her sabah şehrin yanaklarında
bense her gece sıkıntıdan ve yeminden
elbiseler biçiyorum, namussuz ve onurlu sevdalar
dağları dağları da deliyor yalnızlık
ışıdım yoksulluğa, perişanlığa.
uykusuz kamyonlar çizdim gecenin alnına
devşirme köyler, puslu kasabalarda dolaştım.
kaç yıl
umudun ve ezilmişliğin çadırında besledim
yorgunluğu
sokakların dilber ellerinden öptüm
saçlarını okşadım dağların
ve kuşlar bile uğramazken karanlığıma
şimdi hey desem şehri saçaklarından sarsıyor yalnızlığım
eğil yüzüme sevgilim, çöz iplerini
o uslanmaz hayvanlığımı utandır, bırakılmışlığımı çınla
çünkü doymuyorum abazanlığıma pazar
mecmuaları, şahane çirkinliğim ve hülyalarımla
ey serseriliğim, ey anılarımın ahşap kraliçesi
şarabı sev, tütünü incitme, beni de unut artık
KİMSE HATIRLAMIYOR
Kimse hatırlamıyor adımı
Bahar gelmiş.
Balkonlar serin
Annelerin çocuk ambarı balkonlar serin
Su dalgın değil. bademler açmış
– Sahi kaç yıldır yalnızım ben
Çiçekler çürümüş saçlarımda
Bembeyaz uzun kuşlar da uçmuş fotoğraflarımdan
Bulutlar da
Yüreğimde karanfillerden damıtılmış bir yaz
Yaşıyor muyum acaba?
KAR ALTINDA BİR SABAH
Ağzında yasın gülleri
tuğladan çocuklar döküyor
kar altında bir sabah
toprak kokuyor nefesi
Silmiş künyesini haritadan
taze bedenler yontuyor
kar altında bir sabah
kederin ve aşkın dülgeri
Ruj ve kelebek mimarisidir
geçmiş günlerden düşen alnına
kar altında bir sabah
erkenden aydınlanıyor kefeni
Bulutlar ve yaralı kuşlardan
serin mezarlıklara
kar altında bir sabah
gül ve rüzgardır yağan şimdi
Kim anlar şairlerden başka
çürüyüp solsa da şiirler
kar altında bir sabah
ölümün yüzündeki cevheri
GÜL YAĞSIN UFKUMUZA
Ufka gül yağdığı akşam
yüzleri ucuz
sevdası ezberinde
kiralık evler gibi serin
turfanda kadınlarda sevdi
Ufka gül yağdığı akşam
ölüme ve ayrılığa cesur
esrara dayanıklı
masraf makbuzu kullanmayan
az şekerli kadınlar da sevdi
Ufka gül yağdığı akşam
aynalara abone
kalçalarından gayrı her şeyi helal
çocuk bitmez tarlasını sürdüğü
vadesi dolmuş, kadınlarda sevdi
Ufka gül yağdığı akşam
Herkesten uzakta şimdi
1944 yilinda Erzurum’un Pasinler ilçesinde dogdu. Istanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyati Bölümü’ndeki ögrenimini bitirmeden ayrildi. Yeni Istanbul ve Cumhuriyet gazetelerinde düzeltmenlik yapti. Alan 67, Devinim, Evrim, Gösteri, Sanat Olayi, Soyut gibi dergilerde siirleri yayinlandi. Ikinci Yeni esintisi ile basladigi siir yasami, zamanla toplumcu yönelim kazandi. Kendi özgü dili ve benzetmeleriyle, bastan beri tavrini ve varligini keskinlestiren, anlam kadar biçime de önem veren seçkinlesen siirler yazdi.