Psikanalitik Açıdan Bilinçdışı Süreçler: Rüyaların Yorumu – Psikiyatr Engin Geçtan

rüyaPsikanaliz kuramının gelişiminde en önemli aşama, histeri belirtileri üzerinde yaptığı çalışmalardan edindiği izlenimler ve özellikle bilinçdışı kavramının belirlenmeye başlaması sonucu, Freud’un, dikkatini kendi kişiliğini çözümlemeye odaklaştırması olmuştur. O günlerde Freud, bir dostuna şöyle yazmıştı: “Kendi kişiliğimi çözümleme şu anda elimdeki en önemli çalışma aracı ve bu süreci tamamladığımda benim için çok büyük değeri olacak.” Kendi iç dünyasına inebilmek için kullandığı başlıca veri ise, rüyalar olmuştu.
Freud, serbest çağrışım uygulamalarında hastaların sıklıkla rüyalarından söz ettiklerini, üstelik bu rüyaların çoğu kez o anda çağrışım yapılan konularla ilintili olduğunu gözlemeye başlamıştı. Giderek, rüyaların belirli bir anlam taşıdığını, ancak bu anlamın genellikle maskelenmiş bir biçimde görüntülendiğini fark etti. Üstelik rüya parçacıkları üzerinde serbest çağrışım yapmaları istendiğinde hastalar, uyanıkken yaşadıkları olayları anlatırken çağrıştırmadıkları birçok bastırılmış anı ve duyguyu dile getirebiliyorlardı.

Az önce de belirtildiği gibi Freud, bu konuya açıklık getirebilmek için kendi rüyalarım çözümleme çabasına girişmişti. Gerçekten de Rüyaların Yorumu adlı kitabında verilen örneklerin çoğu, Freud’un kendi rüyalarıydı. Bu çalışmalar sonunda Freud rüyaları, bilinçdışında gizlenen isteklerin bilinç düzeyindeki anlatımı olarak tanımladı.

Bu tanıma göre rüyalar, bilinçdışı süreçlerin normal bir anlatımı olarak nitelendiriliyordu. Freud, normal sayılan insanların rüya içeriğinin, psikotik hastalarda bilinç düzeyinde gözlenen normaldışı duygu ve düşünce süreçlerine çok benzediğini fark etmişti. Bu benzerliği, rüya imgelerinin, bilinçdışındaki istek ve düşüncelerin, simgeleştirme sürecinden ya da diğer saptırıcı işlemlerden geçmiş biçimleri olarak açıklamıştır. Freud’a göre bu, zihnin bilinçdışı bölümüyle bilinçöncesi düzeyi arasındaki sınırın korunması için gerekli bir sansür mekanizmasıdır. Bu mekanizma, bilinçdışındaki isteklerin bilinç düzeyine çıkmasına engel olur. Uyku süresinde bu sansür gevşer ve bilinçdışındaki bazı duygu ve düşüncelerin, önce biçim değiştirdikten sonra, bu sınırı aşmasına olanak verilir. Rüya gören kişinin algıladığı imgeler, sınırı aşmış olan bilinçdışı duygu ve düşüncelerin maskelenmiş biçimleridir.

Freud, bu sansür mekanizmasının, egonun savunma etkinliklerinden biri olduğu görüşündeydi. Ona göre, uyku süresince bilinçdışı zihinsel etkinlikler kişiyi uyandırabilecek oranda yoğunlaşır. Sansür mekanizması sayesinde kişi uykusunu sürdürebilir. Bir başka deyişle, uyumakta olan kişi, bilinçdışından taşan bu düşüncelerle uyanacağı yerde rüya görür.

Freud, çeşitli uyaranların rüyaları başlatabileceğine inanmıştı. Günümüzde ise, rüyaların merkezi sinir sisteminin bağımsız bir işlevi olduğu ve uyku süresinde belirli aralıklarla ortaya çıktığı kabul edilmektedir. Freud’un uykuyu başlattığını sandığı çevresel ya da bedensel uyaranların da gerçekte uykuyu başlatmadığı, ancak rüyanın içeriğine geçişerek rüya konularını etkilediği sanılmaktadır. Buna göre, ağrı, açlık, susuzluk ve idrar kesesinin dolması gibi uyaranlar, yalnızca rüya içeriğinin şekillenmesinde etken olabilirler.

Freud’a göre, rüyaların içeriğini etkileyen bir diğer önemli etmen de, rüyanın görüldüğü geceden önceki gün boyunca yaşanan duygu ve düşüncelerin kalıntılarıdır. Bu kalıntılar bilinçdışında etkinliklerini sürdürdükleri için, fiziksel uyaranlarda olduğu gibi, rüya içeriğinin bir parçası durumuna gelirler. Önceki günün kalıntıları, çoğu kez içgüdülerden kaynaklanan ve bilinçdışı düzeyinde varlığını sürdüren çocukluk döneminden kalma isteklerle iç içe geçişerek karma bir görüntü alırlar. Bir başka deyişle, çocukluk döneminden kalma içgüdüsel dürtüler, günün kalıntıları tarafından maskelenmiş bir biçimde rüyaların içeriğini oluştururlar.

Freud’un rüyalar ve onların oluşum süreçleri üzerindeki incelemeleri, bilinçdışı süreçlerin işleyiş biçimlerini anlayabilmek için kullandığı başlıca araç olmuştur. Rüyaların Yorumu adlı yapıtı günümüzde de bilinçdışı süreçleri en iyi açıklayan belge olarak geçerliğini sürdürmektedir. Bu yapıtında Freud, her bir rüyanın aslında bilinçdışı isteklere doyum sağlama görevini üstlendiği görüşünü savunmuştur. Freud bu sonuca, hastalarından topladığı çok sayıda verinin yanı sıra, kendi rüyalarını da çözümlemeye çalışarak ulaşmıştır.

Günümüzde rüyalar çok daha geniş kapsamlı bir psikolojik süreçler topluluğu olarak tanımlanmaktadır. Bilinçdışı isteklere doyum sağlama öğesinin rüyaların önde gelen boyutlarından biri olduğu kabul edilmekle birlikte, Freud’un inancından biraz farklı olarak, bu öğenin salt koşul olmadığı görüşü çoğu psikanalist tarafından paylaşılmaktadır. Çocukluğun ilk dönemlerinde görülen rüyalarda istekler oldukları gibi canlandırılabildikleri halde, daha sonraki dönemlerde istekler bilinçdışında tutulduklarından, rüyalara ancak maskelenmiş bir biçimde yansırlar. Bu nedenle, yetişkin bir insanın rüyasının görünür içeriğine bakarak o rüyanın “gizil içeriğini” anlayabilmek oldukça güçtür.

Bir rüyanın gizil içeriği çeşitli mekanizmalarla “görünür içeriğe” dönüştürülür. Bu mekanizmaların Başlıcaları simgeleştirme, daraltma, yön değiştirme ve yansıtmadır.

Simgeleştirme: Bu mekanizmada beden bölgeleri ve işlevleri, aile üyeleri, doğum, ölüm gibi çeşitli nesneler ve kavramlar rüya içeriğinde doğrudan değil, bazı simgelerle dolaylı olarak anlatım bulurlar. Örneğin, para dışkıyı, pencereler kadın cinsel organını simgeleyebilir.

Simgeleştirme, gerek insanlığın ve gerekse bireyin evrimi açısından, zihin gelişiminin ilk basamaklarına bir gerilemeyi içerir. Bir başka deyişle, simgeler, çocukluğun ilk dönemlerinde ya da ilkel topluluklar tarafından kullanılan anlatım biçimleridir.

Simgeleştirilen düşüncelere, genellikle kabul edilmesi güç nitelikte duygular ya da çatışmalar eşlik eder. Bu nedenle Freud, simgeleştirmenin amacının, rüyanın gerçek içeriğinin rüyayı gören kişiden gizli tutarak, onun tedirgin olmasını engellemek olduğuna inanmıştı. Simgeler kabul edilmeyecek nitelikteki duyguları maskelerken, bu duyguların kısmen olsun boşaltılmasına ve doyum sağlanmasına da imkan sağlar.

Yön Değiştirme: Bu mekanizmayla, ruhsal enerji, rüyanın gizil içeriğinden görünür içeriğine, yani simgelere aktarılır. Simgeler oldukça zararsız görünümlü olduklarında, rüyadaki sansür mekanizmasından etkilenmezler. Böylece, gizil içeriğe ait ruhsal enerji de sansür sınırını geçmekte güçlük çekmez. Ne var ki, enerjinin bir nesneden diğerine aktarılmasına karşın, bilinçdışındaki dürtünün amacı değişmez. Örneğin, rüya gören kişi, annesinin yerine tanımadığı bir kadının imgesini görebilir. Dolayısıyla, anneye ilişkin ruhsal enerji bu yabancı kadın simgesine aktarılır. Ancak, rüyayı sürdüren güç yine de anneden kaynaklanır.

Daraltma: Bu mekanizmayla bilinçdışındaki türlü istekler ve dürtüler birleştirilerek, görünür rüya içeriğindeki tek bir imgeye bağlanır. Örneğin bir çocuk, rüyasında korkunç ve saldırgan bir yaratık görmekteyse, bu yaratık yalnızca babasını simgelemekle sınırlanmayabilir, annesinin bazı yönlerini, hatta çocuğun kendi düşmanca dürtülerini de yansıtmakta olabilir.

Yansıtma: Bu mekanizmada kişi, aslında kendi bilinçdışından kaynaklanan, ancak kabul edilir nitelikte olmayan istek ya da dürtüleri, rüyasında, bir diğer kişiden kendisine yöneltiliyormuşçasına görür. Çoğu kez, bu kişi aslında kendi dürtülerini yöneltmek istediği kişiden başka biri değildir.

Psikiyatr Engin Geçtan

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz