Platon’a Göre Evrenin Doğuşu (Kosmogonia) – Bertrand Russell

Evrenin doğuşu öğretisini, Timaeos diyalogunda ortaya koymuştur Platon. Bu diyalog, Cicero yönünden Latinceye çevrildiğinden, Platon’un orta çağlarda tanınan tek yapıtı olmuş. Gerek o çağlarda gerekse daha önce yeni Platonculukta, Platon, en çok bu yapıtıyla etki yapmıştır. Böyle bir durum çok şaşırtıcıdır.

Çünkü Timaeos, öbür diyaloglara bakıldığında, daha çok saçma bulunabilecek ögeler içerir. Felsefe yönünden önemsizdir. Yalnız, tarihsel etkisi açısından az çok ayrıntılı olarak ele alınmayı gerektirir.
Önceki diyaloglarda Sokrates’in aldığı yeri burada bir Pythagorasçı alır ve bu okulun, dünyayı sayıyla açıklayan görüş dahil, görüşleri esas olarak kabul edilir. Cumhuriyet’in ilk beş yapıtının özeti verilir önce. Sonra Cebel-i Tarık’tan dışarda, yüz ölçümü Asya ve Libya’nın yüzölçümü toplamından geniş Atlantis adasının efsanesi anlatılır. Pythagorasçı bir gökbilim ustası olan Timaeos, dünyanın insan yaradılana değin geçen tarihini öyküler. Özetle şöyle söyler:
Değişmez olan zekâ ve usla (akılla), değişense kanıyla kavranır. Dünya duyulur olduğundan ilksiz-sonsuz olamaz, Tanrı yönünden yaratılmış olmalıdır. Tanrı iyi olduğu için, dünyaya ilksiz-sonsuzu örnek alarak vücut vermiş; kıskanç olmadığı içinse, her şeyin olanaklı ölçüde kendine benzemesini istemiştir. “Tüm görünür gökleri, dinginlikte değil, düzensiz ve karmaşık biçimde devinirken buldu. Düzensizlikten düzen yarattı.” (Platon’un Tanrısı, İbrani ve Hristiyan Tanrısına benzemiyor. Dünyayı hiçten yaratmıyor. Daha önce var olan özdeği (material) yeniden düzene koyuyor.) Tanrı, tine zekâyı vermiş, bedene tini yerleştirmiştir. Dünyayı bütün olarak, tin ve zekâ sahibi, yaşayan bir yaratık yapmıştır. Pek çok değil, değişik Sokrates öncesi filosofların üzerinde durduğu gibi, tek bir dünya vardır. Birden çok dünya olamaz. Çünkü o Tanrıca, olanaklı ölçüde kavranan, ilksiz-sonsuz kökenle (orijinalle) uyuşacak biçimde tasarlanarak yaratılmış bir kopyadır. Bütünlüğü içinde dünya, bütün öbür hayvanları içinde bulunduran görünür bir hayvandır. Küre biçimindedir. Çünkü, benzer benzemezden hoştur. Her noktasında benzer olansa sadece küredir. Dünya döner, çünkü en yetkin devinim dönmektir. Çünkü, eli ayağı olmıyan için tek devinim yolu odur.
Dört ana element, yani ateş, su, hava ve yer bir sayıyla temsil edilir. Onlar sürekli bir orantı içindedir. Tanrı dünyayı yaparken bütün elementleri kullanmıştır. Dolayısıyla dünya yetkindir, yaşlanmaz, sayrılığa yakalanmaz. Orantıyla uyuşumlu olması sonucu dostluk tinine sahiptir. Bu bakımdan ancak, Tanrı’nın istemiyle çözüşür.
Tanrı önce, tini, sonra bedeni yaratmıştır. Tin, bölünmez ve değişmez olanla, bölünebilir ve değişebilir olandan kurulmuştur, üçüncü aracı bir özdür.

ZAMANIN KÖKENİ
Sonra, gezegenler konusunda Pythagorasçı görüşle karşılaşıyoruz. Bu görüş, zamanın kökenini (orijinini) de açıklamaya varıyor.
“Baba ve yaratıcı olan, ilksiz-sonsuz tanrıların yaratılmış imgesi niteliğindeki varlığın devindiğini ve yaşadığını görünce sevindi. Bu sevinçle, onun kökene daha çok benziyen bir kopyasını yapmaya karar verdi. Köken ilksiz-sonsuz olduğundan, evrenin de olanak ölçüsünde ilksiz-sonsuz olmasını diledi. Artık, ideal varlığın yapısı sonrasız olmuştu. Ancak bir yaratığa, bunu olanca bütünlüğüyle yüklemek olanaksızdı. Bu bakımdan Tanrı, devinen bir ilksiz-sonsuzluk imgesi yaratmaya karar verdi. Göğü düzene koyunca, bu imgeyi ilksiz-sonsuz, fakat sayıya göre devinir kıldı. Beri yandan, ilksiz-sonsuzluğun kendisi birlik içindedir. Bu imgeye zaman diyoruz biz.” (41)
Daha önce günler ve geceler yoktu. İlksiz-sonsuz özün var olmuş olduğunu ya da olacağını söyliyemeyiz. Onun sadece şu anda var olduğunu söylemek doğrudur. “Devinen ilksiz-sonsuzluk imgesi” deyiminde, ilksiz-sonsuz özün var olmuş olduğunu ve var olacağını söyleminin doğruluğu içerilir.
Zaman ve gökler aynı anda var olmuşlardır. Tanrı, hayvanlar aritmetiği öğrenebilsinler diye yaratmıştır güneşi. Günler geceler birbirini izlemesiydi, sayıları düşünemezdik. Günün, gecenin, ayların ve yılların ortaya çıkışı sayı bilgisini yarattı ve bize zaman kavramını getirdi. Görme’ye borçlu olduğumuz en büyük bağıştır bu.
Bütün olarak dünyadan ayrı dört hayvan türü vardır: Tanrılar, kuşlar, balıklar ve kara hayvanları. Tanrılar daha çok ateştir, durağan yıldızlarsa tanrısal ve ilksiz-sonsuz hayvan. Yaratıcı, tanrılara, onları yok edebileceğini ancak bunu yapmıyacağını bildirdi. Öbür bütün hayvanların, tanrısal ve ölümsüz yanlarını yarattıktan sonra, ölümlü yanlarını yaratma işini tanrılara bıraktı. “Bunlar, Platon’un tanrılarla ilgili öbür düşünceleri gibi belki ciddiye alınacak düşünceler değillerdir. Timaeos başlangıçta, sadece olasılığı araştırdığını hiçbir şeyden emin olamadığını söyler. Bu çok ayrıntılar açıkça imgeseldir, sözel olarak (literally) amaçlanmamıştır.”
Timaeos, yaratıcının her yıldız için bir tin yarattığını söyler. Bu tinler, duyum, sevgi, korku ve kızgınlığa sahiptir. Onları yenebilirlerse suç işlemeksizin yaşıyabilir. Yenemezlerse yaşıyamaz. Kişioğlu doğru yaşarsa, öldükten sonra yaşantısında kadın olacaktır. Eğer o (erkek ya da kadın) kötülük yapmayı sürdürüyorsa, vahşi bir yaratık olacak, us (akıl) başarı kazanana değin biçim değiştirip duracaktır. Tanrı, birtakım tinleri yeryüzüne, birtakımını aya, birtakımınıysa gezegene ve yıldızlara göndermiş ve onların vücudunu yapma işini tanrılara bırakmıştır.
İki tür neden vardır: 1) Zekâya bağlı olanlar. 2) Başka nedenlerle ortaya çıkarıldıkları için başka nedenleri ortaya çıkarmak zorunda olanlar. Zekâya bağlı nedenlere zihin bağışlanmıştır.
Bunlar iyi ve hoş şeylere, ikinci tür nedenlerse, belirli bir düzen ve tasıma bağlı bulunmaksızın rastlantı sonuçlarına yol açarlar. Yaratım, her iki nedenin, zorunluğun ve zihnin karışımından yapılmış olduğu için bu nedenlerin her ikisini de ele almak gerekir. (Zorunluğun Tanrı gücüne bağlı bulunmadığı aşağıda ortaya çıkacaktır.) Sonra, Timaeos, yaratılışın zorunlukla ilgili bölümünü ele alır.
Yer, hava, ateş ve su, ilk ilkeler ya da harfler ya da ana ögeler (elementler); dahası heceler, ya da ilk bileşenler bile değildir. Sözgelimi ateşe “bu” dememeli, “böyle” demelidir. Yani ateş bir töz değil bir töz durumudur. Bu noktada şöyle bir sorun çıkar karşımıza: anlaşılır özler sadece adlar mıdır? Karşılık, Platon’a göre, zihnin doğru kanıyle aynı olup olmamasına dayanır. Zihin, doğru kanının aynı değilse bilgi, özlerin bilgisi olmalıdır; dolayısıyla özler, yalnızca adlar olamaz. İmdi, zihin ve doğru kanı, kesinlikle birbirlerinden ayrıdır. Birincisi öğretim, ikincisi kandırımla yeteneklidir. Birincisine gerçek us eşlik eder. İkincisine etmez. Bütün insanlar doğru kanıyı paylaşır. Ancak zihin, tanrıların ve pek az insanın yüklemidir.

İKİ DÜNYA
Bu durum öz dünyasıyla, geçici duyulur nesneler dünyası arasında kalan acayip bir uzay kuramına götürür.
“Daima aynı, yaratılmış olmıyan, ortadan kaldırılamıyan, dışardan herhangi bir şeyi kendi içine alamıyan, dışında bulunan herhangi bir nesneye geçmiyen, herhangi bir duyunun gözleyip ayırt edemeyeceği, zekâya sadece düşüncesi verilmiş olan bir tür varlık vardır. Bu varlıkla aynı adı taşıyan, yine ona benzer duyuyla algılanabilen, yaratılmış, sürekli devinim durumunda, bir yerde olan, sonra o yerden ayrılan, sadece kanı ve duyuyla, kavranan başka bir varlık daha vardır. Uzaysal ve ilksiz-sonsuz olan, ortadan kaldırılamıyan, bütün yaratıklar için bir sığınak sağlıyan, duyunun yardımı olmaksızın ve arı olmayan bir usla kavranan, çok güç gerçek olabilen üçüncü bir varlıktan daha söz edilebilir. Bu sonuncuyu düşteymiş gibi kavrıyarak bütün varlık konusunda, varlığın zorunlukla bir yerde bulunması ve bir yer kaplaması gerektiğini, gökte ve yerde bulunmıyan şeyin varlığı olmadığını söyleriz.”
Bütünüyle anladığımı söyleyemeyeceğim çok güç bir parça bu. Dile getirilen kuram, sanıyorum, aritmetik gibi, salt us konusu görünen, yine de duyulur dünyanın bir görünüşü olan uzayla ilintili geometri üzerinde düşünmekten doğmuştur.
Daha sonraki filosoflarda aynı görüşü bulmak hayal. Kant’ın, kendi uzay düşüncesine yaklaşık böyle bir görüşten hoşlanmış olması gerektiğini düşünmemek de gelmiyor elden.

DÜNYA GEOMETRİKTİR
Özdeksel (material) dünyanın gerçek ana ögeleri (elementleri), Timacos’a göre, yer, hava, ateş ve su değil, biri bir karenin öbürüyse eşkenar üçgenin yarısı olan iki dik üçgendir. Aslında her şey bir karışıklık içindeydi. “Değişik ana ögeler (elementler), evreni biçimlemek üzere bir araya getirilmezden önce ayrı ayrı yerlere sahipti.” Sonra, Tanrı onları biçim ve sayıyla süslemiş, “hoş olmıyan, iyi olmıyan nesnelerden, olabildiğince hoş ve iyi nesneler yaratmıştır.” Bu iki tür üçgenin en güzel biçimler olduğu, dolayısıyla Tanrı’nın maddeyi yaratırken o üçgenleri kullandığı kabul edilir. Beş eşkenar cisimden dördünü bu üçgenler aracılığıyla kurmak olanaklıdır. Dört ana öğenin (elementin) her atomu eşkenar bir cisimdir. Toprağın atomları altı yüzlü, ateşin dört yüzlü, havanın sekiz yüzlü, suyun yirmi yüzlüdür. (Aşağıda oniki yüzlü cisimden söz edeceğim.)
Eukleides XIII. yapıtında ortaya atılmış olan düzenli katılar geometrisi, Platon zamanında yeni bir buluştu. Bu buluş, kendi adını taşıyan diyalogda çok genç olduğunu anladığımız Theaetetos’ça bütünlenmiştir. Geleneğe göre sadece beş düzenli katı olduğunu saptayan, sekizgenle onikigen’i bulan Theaetetos’tur.(42) Eşkenar dört-yüzlü, sekiz-yüzlü ve yirmi-yüzlü’nün yüzleri eşkenar üçgenlerdir. Oniki-yüzlünün yüzleriyse beş-köşedir. Sonuçta Platon’un iki üçgenini vermezler. Bu yüzden, oniki-yüzlüyü kullanmamıştır, dört ana ögenin yapısında Platon.
Oniki-yüzlü konusunda Platon, “tanrı’nın evrenin çizgilerini çizmekte kullandığı beşinci bir birleşim de vardır” der sadece. Karanlıktır bu tümce. Evrenin bir oniki-yüzlü olduğu kanısını uyandırır. Fakat başka yerde, “evren bir küredir” deniyor. Büyüde çok kullanılan beş köşeli yıldız, bu özelliğini, onda bu sağaltım özelliği bulan ve tarikat kardeşlerini birbirine tanıtan simgeye dönüştürmüş Pythagorasçılara borçludur. (43) Oniki-yüzlünün, beş köşe yüzlere ve bir bakıma evreni betimliyen özelliğe sahip olması; beş-çizgiye bu nitelikleri bağışlamış görünüyor. Konu ilgi çekici. Onun, belirgin usa yakın bir yanını bulmaksa güç.

İKİ TİN
Bir duyum tartışmasından sonra Timaeos insanda, biri Tanrı, öbürüyse tanrılarca yaratılmış, sırasıyla ölümsüz ve ölümlü iki tinin bulunduğunu anlatır. Ölümlü tin “önce kötülüğe doğru kışkırtıcı olan beğeniye (zevke), sonra iyilikten alıkoyan acıya tinin iki aptal danışmanı olan korku ve atılganlığa, yatıştırılması güç kızgınlığa, kolaylıkla yanlış yöne gidebilen, umut gibi dayanılmaz ve korkunç niteliklere açıktır. Tanrılar bu nitelikleri zorunlu yasalara göre, us dışı duyu ve her şeye karşı koyan gözü kapalı bir sevgiyle karıştırıp kişioğlunu biçimlediler.”
Ölümsüz tin başta, ölümlüsü göğüstedir.

FİZYOLOJİ GÖRÜŞÜ
Platon’un fizyoloji görüşü de şaşılacak gibi. Ona göre, barsakların ereği, yiyeceği vücutta tutarak oburluğu önlemek. Kanının başkaca dile getirilmesine de tanıklık ediyoruz. Korkak ve doğru olmayan kişiler öbür yanda kadın olacaklar. Gökbilimin yıldızlara bakarak matematik bilgisi olmaksızın öğrenilebileceği kanısındaki suçsuz (masum) fakat hafif düşüncelilerse kuş biçimine dönüşecek. Felsefesi olmayanlar, vahşi kara yaratıklarına, en aptal kişilerse balığa.
Diyalogun son paragrafı şöyle:
“Şimdi, evrenin yapısı konusundaki tartışmamızın bir sonu olduğunu söyleyebiliriz. Ölümlü ölümsüz hayvanlar geldi dünyaya. Dünya onlarla bütünlendi ve görüneni içeren görünür bir hayvan oldu. Görüneni, yani anlıksal en iyiyi, en büyük, en hoş, en yetkin olanın imgesi niteliğindeki duyulur Tanrı’yı, göğü tek yaradanı içeren.”
Timaeos’ta neyi ciddiye alacağımızı, neyi bir sanrı (hayal) oyunu sayacağımızı kestirmek güç. Yaratılışın kaostan düzen çıkarma biçiminde dile getirilmesi bütünüyle ciddiye alınabilir sanırım. Dört ana öge arasındaki oranlı, onların düzenli katılara ve kendilerini kuran üçgenlere bağlantısı da böyledir. Zaman ve uzay konusundaki anlatım, yaratılmış dünyanın ilksiz-sonsuz ana tipe (archytype) ilişkin bir kopya olması, tam Platon inancını dile getirir. Dünyada, zorunluğun ve ereğin birbirine karışmış olduğu, edimsel olarak (practically) bütün Greklere özgü bir inançtır ve felsefenin çıkışından önceye rastlar. Platon bu inancı kabul etmiş, dolayısıyla Hristiyan tanrıbilimini uğraştıran “kötü” sorunundan kaçınmıştır. Dünyayı hayvan sayan kanı, ciddilikle ileri sürülmüştür sanırım. Fakat, biçim değiştirme konusundaki ayrıntılar ve tanrılarla ilgili bölümler, esasa ilişkin olmıyan başka konular, olanaklı bir somutluk için sisteme katılmıştır görüşündeyim. Yukarıda da belirtmiş olduğu gibi, eski çağla orta çağın düşüncesine yaptığı etki yönünden, bütünüyle üzerinde durmaya değer bir eytişim (diyalog) Timacos. Bu etki, anılan çağların, boş inansal yönüne de bağlı kalmış değil ayrıca.

Bertrand Russell
Batı Felsefesi Tarihi 1 – Antikçağ

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz