Oyun: Kendini yeniden bulmak üzere yitip gitmek denir buna – Albert Camus

79

“Gösteri, kralın bilincini bu tuzakta yakalayacağım işte,” der Hamlet. Yakalamak tam yerinde. Çünkü bilinç çabucak gider ya da kıvrılıverir. Onu havada, kendi kendisine kaçamak bir göz attığı o ölçülmez anda yakalamak gerekir. Günü gününe yaşayan insan oyalanmayı pek sevmez.

Her şey onu sıkıştırır tersine. Aynı zamanda da hiçbir şey kendi kendinden fazla ilgilendirmez onu, hele ilerde ne olabileceği konusunda. Tiyatrodan, gösteriden hoşlanması bundandır, birçok yazgılar sunulur kendisine, bunların acılığının acısını çekmeden şiirini alır. Hiç değilse orada, bilinçsiz insanı tanırız, ne olduğu bilinmeyen bir umuda doğru koşar durur. Uyumsuz insan onun bittiği yerde, aklın oyuna hayran olmayı bırakarak onun derinliğine girmek istediği yerde başlar. Bütün bu yaşamlara girmek, onları çeşitlilikleri içinde duymak, tam anlamıyla onları oynamaktır. Oyuncuların genellikle bu çağrıya uyduklarını, uyumsuz insanlar olduklarını söylemiyorum. Yalnızca yazgılarının açık görüşlü bir yüreği çekebilecek, uyumsuz bir yazgı olduğunu söylüyorum. Bundan sonra söyleyeceklerimin ters anlaşılmaması için bunu belirtmem gerekli.

Oyuncu geçici olanın alanında egemendir. Biliriz; ünlerin en gelip geçicisi, onun ünüdür. Konuşmalarda böyle söylenir hiç değilse. Ama bütün ünler geçicidir. Sirius’un görüşüne göre, Goethe’nin yapıtları bin yıla kadar toza dönüşecek, adı da unutulacaktır. Belki de birkaç arkeolog, çağımızdan “izler”i arayacaktır. Bu düşünce her zaman öğretici olmuştur. İyice düşünülürse, bu görüş çırpınmalarımızı ilgisizlikte bulduğumuz derin soyluluğa indirger. Her şeyden önce de uğraşılarımız en kesin olana, yani dolaysıza doğru yöneltir. Bütün ünler içinde bizi en az aldatanı, kendi kendini yaşayan ündür.

Öyleyse oyuncu, sayılmaz ünü, kendini kendine adayıp kendini duyanı seçmiştir. Her şeyin günün birinde öleceğinden en iyi sonucu çıkaran odur. Bir oyuncu ya başarır, ya başaramaz. Bir yazar, değeri bilinmese bile, bir umut besler. Ne olduğuna yapıtlarının tanıklık edeceklerini tasarlar. Oyuncu fazla fazla fotoğrafını bırakacaktır bize, kendisini oluşturan şeylerin hiç biri, devinimleri ve susuşları, kesik soluğu ve aşk soluğu, bize kadar gelmeyecektir. Onun için tanınmamış olmak oynamamaktır, oynamamaksa canlandıracağı ya da dirilteceği bütün varlıklarla birlikte yüz kez ölmektir.

Yaratımların en geçicisi üzerine kurulmuş bir ünü geçici bulmakta şaşılacak ne var? Iago ya da Alceste, Phedre ya da Glocester olmak için üç saati vardır oyuncunun. Bu kısa aralıkta, onları elli metrekarelik bir alan üzerinde doğurtur ve öldürür. Uyumsuz hiçbir zaman bu kadar iyi, bu kadar da uzun süre örneklenmemiştir. Duvarlar arasında, birkaç saatliğine gelişip biten bu olağanüstü yaşamlar, bu tek ve tam yazgılar için bundan daha aydınlatıcı bir örnek beklenebilir mi? Sahneden çıktı mı Sigismond hiçbir şey değildir artık. İki saat sonra, lokantada yemek yediği görülür. Belki de yaşam o zaman bir düştür. Ama Sigismond’dan sonra bir başkası gelir. Kararsızlık içinde acı çeken kahramanın yerini, öcünü aldıktan sonra kükreyen kahraman alır. Böylece yüzyılları, tinsel varlıkları dolaşmakla, kendinde insanı olabileceği ve olduğu gibi yansıtmakla, yolcu dediğimiz şu öbür uyumsuz kişiye yetişir oyuncu. Onun gibi, bir şeyi tüketir, durmadan dolaşır. Zamanın yolcusudur. Nicelik ahlakı bir besi bulabilseydi, bu eşsiz sahne üzerinde bulurdu. Oyuncu bu kişilerden ne ölçüde yararlanır, bunu söylemek güç. Ama önemli olan bu değil. Bu yeri doldurulmaz yaşamlarla hangi noktaya kadar birleştiğini bilmek söz konusudur yalnız. Gerçekten de, onları kendinde taşıdığı, doğdukları zamanı ve uzamı azıcık aştıkları olur. Artık eski kimliğinden kolayca ayrılamayan oyuncuya eşlik ederler. Oyuncunun, bardağını alırken, kupasını kaldıran Hamlet’in devinimini yeniden bulduğu olur. Hayır, onu yaşattığı varlıklardan ayıran uzaklık o kadar fazla değildir. O zaman her ay ya da her gün şu çok verimli gerçeği, bir insanın olmak istediğiyle olduğu arasında sınır bulunmadığım bol bol ortaya koyar, öyle görünmek, öyle olmayı ne dereceye kadar gerçekleştirir, o her zaman daha iyi canlandırmaya çalışan kişi, bunu tanıtlar. Çünkü tümüyle yalandan yapmak, kendi yaşamı olmayan yaşamların elden geldiğince ilerilerine girmek, onun sanatıdır. Çabanın sonunda, iç çağrısı aydınlanır; bütün yüreğiyle hiçbir şey olmamaya ya da birçok olmaya çalışmak. Kahramanını yaratması için kendisine verilen süre ne kadar darsa, yeteneği de o kadar zorunludur. Üç saat içinde, bugün kendisinin olan yüzle ölecekti olağandışı yazgıyı üç saat içinde duyması ve göstermesi gerektir. Kendini yeniden bulmak üzere yitip gitmek denir buna. Bu üç saat içinde, salondaki adamın dolaşmak için bütün ömrünü harcadığı bu çıkışsız yolun sonuna dek gider.

Albert Camus
Sisyphos Söyleni

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz