Türkiye Kadın Hareketi’ni kısaca üç evreye ayırabiliriz. Birincisi, 1. dalga feminizmin etkilediği dönem, ki bu dönem Osmanlı’dan Cumhuriyet’in ilk dönemine (1869’dan 1935’e) kadar uzanır. İkincisi, 1935-1975 arası durgunluk dönemi: Hayırsever ve kalkınmacı kadınlar. Üçüncüsü ise 1980’ler ve sonrasını kapsayan 2. dalga feminizmin etkilediği dönemdir.
Dünyadaki kadın hareketlerinin etkisi Osmanlı’da ancak 19. yüzyılın başlarından itibaren görülmeye başladı ki Osmanlı’dan Türkiye Cumhuriyetine giden yolda hangi ulustan olursa olsun kadınlar devletin baskısını üzerlerinde yoğun bir biçimde hissetmişlerdir.
Osmanlı, asker ve yönetici erkeklerin mutlak egemenliğine dayalı bir devlet düzeni içinde, kadınları hareme kapama kuralını benimsemiş antik Bizans geleneği ile cinselliğiyle erkekler ümmetinin iç düzenini sarsan kadını evlenme ve örtünmeye zorlayan patriarkal bir dini mükemmel şekilde bütünleştirmiş, mutlak anlamda patriarkal bir toplum kurmaktadır. (Şirin Tekeli, “1980’lerde Türkiye’de Kadınların Kurtuluşu Hareketinin Gelişmesi”, Birikim, Temmuz 1989, s. 34.)
Osmanlı fethettiği yerlerden haremine kadınlar almıştır. Krallar, padişahın gazabından kızlarını hediye ederek kurtulmuşlardır. Köle pazarlarında savaşlarda ganimet olarak getirilen kadınlar satılmış, Türk ve Müslüman olmayan kadınlara fahişelik yaptırılmıştır. Osmanlı’da şehirlerde yaşayan kadınların nasıl yaşayacakları, giysi biçimi ve boyu, hangi mahallelerde hangi saatte, ne tür arabalara binerek nereye gideceklerine dair ferman çıkartılmıştır ve yasak gezinti yerleri ile serbest dolaşılan sokaklar fermanda belirtilmiştir.
II. Meşrutiyete gelene kadar kadınlar vapurlarda alt bölümlere oturur, faytonlara kocalarının yanında bile olsa oturamazlardı. Kadınların hak alma mücadelesine başlamaları II. Meşrutiyete denk düşer. Bu dönem ile birlikte kadınlar çeşitli dernekler kurdular, gazete ve dergi çıkardılar. Bu mücadele Tanzimat’tan Cumhuriyetin ilk yıllarına kadar sürer.
Türkiye’de kadın hareketinin 80’lerden sonra ortaya çıktığına dair yaygın bir söylem geliştirilse de bu durum böyle değildir. Osmanlı’da kadın hareketleri 1870’lere kadar uzanır ve o dönemki kadınlar hem batıda yükselen feminist hareketle iletişime geçmiş, hem de kendi topraklarında kadın dernekleri kurarak kendi örgütlenmelerini sürdürmüşlerdir. Kadınlar o dönemde söz söyleme hakkı, eğitim hakkı, çalışma hakkı ve aile içinde saygın bir yer edinme hakkı, poligaminin ilgası, tek taraflı bir hak olan boşanmanın kısıtlanması için mücadele başlatmışlardır.
Yine 1870’lerden itibaren kadınlar kendi dergilerini çıkarmış, dernekler kurmuş erkeklerle polemiklere girişmişlerdir. Kadınlar Tanzimat ile birlikte gelen yenilikleri savundular. Yine bu dönemde 1869’de Terakki-i Muhaderat’la başlayan kadın dergi ve gazetelerinin sayısı Cumhuriyet’e kadar 40’a ulaştı. Bunlardan bazılarına örnek vermek gerekirse Terakki-i Muhaderat (1869), Hanımlara Mahsus Gazete (1895 -1908), Şüküfezar, Demet, Mehasin, Kadın (Selanik ve İstanbul), Süs, Kadınlar Dünyası, Kadınlık Hayatı sayılabilir.
20. yy başlarında bu mücadele daha da şiddetlenmiş ve feminist kadın dernekleri sayıca artmıştır. Bu döneme dair Balkan Savaşları ve 1. Dünya Savaşının kadınları iyice siyasallaştırdığını söyleyebiliriz. 1919’dan itibaren oy hakkı aktif bir biçimde talep edilmeye başlanmıştır.
1913-1921 arasında yayınlanan ‘’Kadınlar Dünyası’’ dergisi önce günlük gazete olarak çıkmış sonra haftada 25 sayfa yayınlanan bir dergiye dönüşmüştür. Yine bu dönemde 30 kadar dernek kurulmuştur. Bunlardan bazılarını sıralayacak olursak: Ulusal sorunlarla ilgilenenler (Savunma kaygısı taşıyanlar): Donanma Cemiyeti Hanımlar Şubesi, vb. Savaşın yaralarını sarmak amaçlı yardım dernekleri: Hilal-i Ahmer Cemiyeti Kadınlar Heyet-i Merkeziyesi. Mesleki eğitim veren ya da istihdam olanağı sağlayan dernekler: Osmanlı Kadınları Çalıştırma Cemiyeti Hayriyesi, Biçki Yurdu, Osmanlı Türk Kadınları Esirgeme Derneği (Kızları okutmak için) vb. Kadınları bilgilendirme, bilinçlendirme dernekleri: Asri Kadın Cemiyeti, Cemiyet-i Nisvan Heyet-i Edebiyesi, Teali-i Nisvan Cemiyeti, Kırmızı-Beyaz Kulübü vb. Osmanlı Müdafaa-ı Hukuk-u Nisvan Cemiyeti (Osmanlı kadınının Hakkını Savunma Derneği). Çeşitli etnik grupların kurduğu kadın dernekleri, Azkaniver Hayuhyaç İngerutyan Derneği, Beyoğlu Rum Cemiyet-i Hayriye-i Nisvaniyesi, Türk ve Ermeni Kadınlar İttihat Cemiyet-i Hayriyesi, Kürt Kadınları Teal-i Nisvan Cemiyeti , Çerkes Kadınları Teavün Cemiyeti dernekleri sayılabilir.
Bu dönemde yukarıda da belirttiğim gibi Osmanlıda ki kadın hareketi, dünyada yükselen 1. Dalga femnist hareketle yakın iletişim girmiş ve feminizmin temel gündemlerini tartışma konusu yapmıştır. Mesela Nimet Cemil’in 19 Şubat 1921’deki “Bir çok mühim şey vardır ki, her millette mevcut olduğu halde, birçok millette ismi hatta tercümesi bile yoktur (telgraf, otomobil, vapur, v.b)Binaenalyh nisailik, nisaiyun tabirlerine hiçbir ihtiyaç hissetmiyoruz. Feminizm kelimesini aynen kullanmayı tercih ederiz. Varsın lisanımıza ecnebi bir kelime daha girmiş olsun ne zararı var. Yalnız feminizmin vücudu ve vücubu (varlığı ve gerekliliği) kabil-i inkar değildir.” Söylemine bakarak bile kadın örgütlenmelerinin durumunu kavrayabiliriz.
Osmanlının çöküş döneminde isyanlarla ve parçalanan imparatorluğun kan kaybıyla uğraşan devletin, erkekleri silah altına almasıyla kadınlar çalışma hayatına kısa süre için girdiler. Savaş dönemleri devlet politikası gereği kadınlar üretim sürecine geçici olarak katıldılar. TC devleti kurulduktan sonra kadınların evlerine dönmeleri ve çok sayıda çocuk yapmaları teşvik edilmiştir. I. Paylaşım savaşında Mustafa Kemal çevresinde öncü olan Halide Edip gibi kadınlar Cumhuriyetin ilanından sonra vatan haini ilan edildi ve yurtdışına kaçmak zorunda kaldı.
Cumhuriyet tarihinin ilk partisi 16 Haziran 1923’te Nezihe Muhitin başkanlığında kurulan Kadınlar Halk Fırkası oldu, ancak bu parti Mustafa Kemal’in kuracağı Cumhuriyet Halk Fırkasına ilgiyi azaltacağı gerekçesiyle onaylanmadı.
Parti kuramayan kadınlar 7 Şubat 1924’te yine Nezihe Muhittin’in başkanlığında Türk Kadınlar Birliği’ni kurdular ve 1925 seçimlerinden itibaren kadınların seçme ve seçilme hakkı için mücadele ettiler. Birlik 1935’te Türkiye’nin ev sahipliğini yaptığı Uluslararası Kadın Birliği Kongresinin ardından barış taleplerini dile getirdikleri için CHP tarafından görevini tamamladığı gerekçesiyle kapatıldı.
Bu dönem kadınlarda giyim, yaşam, kamusal alana katılım, okuma-yazma gibi değişimler modern kadını yaratma çabaları, ulus devlet ve milli kültür yaratma anlayışıdır. İyi yetişmiş bir neslin, iyi eğitimli bir annenin elinden çıkacağı inancını ve yeni bir devlet olunduğunu, geçmişle bağların koparıldığını gösteren sembollere ihtiyaç duyuldu. Bu semboller yaratılmaya çalışılan ulus-devlet için önemli argümanlardır. Çünkü kadınlar yaşamı değiştirme, koruma ve sürekliliğini sağlamada önemli noktadadır.
Kadınlar, kalkınma ve milli bir sorumlulukla devletin menfaati için kamusal alana yönlendirildiler. Cumhuriyetin öncü gücü olarak ilan edilen bu kadınlara ‘eğitim fırsatı’ tanındı. Bu süreçte kılık kıyafetin değişmesi ile modern kadın tipi yaratıldı. Bu eğitim fırsatı orta sınıftan kadınların hayatında değişim yaratırken köyde yaşayan kadınlar açısından bir değişiklik yaratmadı. Tek partili ‘demokrasi’nin verdiği özgürlükler ve modernleşme örnekleri olarak ‘aydın’ kocaları ve ailedeki vazgeçilmez rolleriyle ezilmeye devam ettiler. Bu dönem özellikle 1870’lerden itibaren sürdürülen kadın örgütlenmeleri dağıtılmış ve kadınların yıllar boyunca süren zorlu mücadeleler ile oluşturdukları hafızaları yok edilmeye çalışılmıştır. Bu yok edilmeye karşılık kadınlar tarihsel birikimlerinin önemini her fırsatta yinelemişlerdir.
“Her yerde kadınların uyanıp, ilerlemeleri başka hareketler gibi yavaş ve zincirleme bir hareket olmuştur. Osmanlı kadınlarının terakki yolundaki mesailerinin henüz bir tarihçesi olmaması onların bir şey yapmamış olmalarını intaç etmez. Bilakis bugün büyük ve umumi bir tiyatro salonundan kadınlığa bu kadar mahrem bir mevzudan bahsetmek ve bu mevzuu dinlemek için bu tiyatroda Osmanlı kadınlarından mürekkep muhterem ve büyük bir kitle bulmak. Bunlar iftihar edilecek şeylerdir. Bugün bu saat ben size böyle hitap ederken, siz beni dinlerken şüphesiz biz de tarih yapıyoruz, demektir. Bu tarihçeyi torunlarımız bir konferans dolduracak kadar uzun ve iftiharla yaptıkları zaman bizim aciz fakat hüsn-i niyet ve samimiyetle dolu bin müşkülatla elde edilen mücadelemizden de bahsedeceklerdir.” (Halide Edip “20.Asırda Kadınlar”, Mektep Dergisi, 1913.)
Zamanında kadınlar feminizm temel gündemleri üzerine, kadınların eşit yurttaşlık hakları temelinde tartışmalar yaparlarken Cumhuriyet dönemi ile birlikte iyi anneler olması öğütlenen yeni ‘çağdaş Türk kadını’ tipolojisi yaratılmaya çabalanmıştır. Sadece Mustafa Kemal’in bu dönem de kadınlar ile ilgili söylediği sözlere bakmak bile ne anlatmak istediğimi anlamak açısından aydınlatıcı olacaktır. Şuan Söğütlü Çeşme’de ki kadın anıtını üzerinde yazan “kadınlar eğer ulusun gerçek anası olmak istiyorsa, erkeklerimizden çok aydın ve erdemli olmaya çalışmalılardır”, ‘‘ Kadının en büyük ödevi analıktır. İlk terbiye verilen yerin ana kucağı olduğu düşünülürse bu ödevin önemi değeriyle anlaşılır.’’ 31,01,1923 İzmir ya da ‘‘ Türk kadını dünyanın en aydın, en değerli ve en ağır kadını olmalıdır.’’ 14,10,1925 İzmir … vb bu örnekleri çoğaltmak tabiî ki mümkündür.
Sonunda 1935 parlamentosuna 18 temsilci kadının girmesinden sonra bu önemli reformun dünyaya duyurulması amacıyla Türkiye’de yapılması teşvik edilen dünya feminist kongresinde Türk kadınlar birliğinin gündemin birinci maddesi olarak feministlerin önerisine uyarak ve Ankara’nın onayı olmaksızın barışı koymasının ardından da artık işlevini tamamladığı çünkü Türk kadınlarının bütün haklarını kazandıkları gerekçesiyle birliğin kapatıldığına tanık olundu. Böylece biraz ikna ve Kemalizmi özümleme biraz da baskıyla caydırma yollarıyla Osmanlının son demlerinde oluşan kadın hareketi söndürüldü. Onun için feminizm tarihinin bu döneminde feminizmin kadınların elinden alınıp kullanıldığı giderek anti feminist bir devlet feminizmine dönüştürüldüğü ve sonunda unutturulduğu savı abartma sayılmamalıdır.
Cumhuriyet’in kurulmasından ve Kemalist reformların yapıldığı dönemden 80’lerin sonuna kadarki dönemde arada kurulan (1951 Türk Kadınlar Birliği, Hukukçu Kadınlar Derneği, Üniversiteli Kadınlar Derneği vb.) tüm kadın kurumları özellikle CHP’nin kadın kolları başta olmak üzere sürekli tekrarlanan söylem Atatürk’ün Türk kadınına verdiği haklar ve bunların öneminden ibaret kalmıştır.
Özellikle tek partili dönemde (1923-1945) Kemalizm kadınlar için kurtarıcı gösterildi, üstelik bir ‘Kemalist kadın olmak’ ve ‘özgür kadın olmak’ bağdaştırması yapıldı. Genelde bu dönemde kadınların sosyal hakları gibi reformlar ve hukuksal taleplerde feministlerle bir araya gelirken asla bir araya gelmedikleri, laiklik karşıtı görüp düşman bildikleri İslamcı kadınları hedef yapmaktan kaçınmamışlardır. Dolayısıyla laik-anti laik çatışmasının örtülü kadın-modern kadın şeklinde görülmesine öncülük etmişlerdir. Dikkat edilecek olursa her darbe sonrası örtünme artmıştır. Sınıflar arası farkın etkisiyle Kemalizm etkisinde daha az kalan kırsal alandaki ve gecekondudaki kadın, darbeler sonrası modernleşmeye tepki olarak örtünmekteydi.
Sistem kadınları kendi ideolojisi vasıtasıyla bölmüş ve mücadeleyi parçalamıştır.
1950’lerin başlarına kadar devam eden dönemde köyden kente göç, yeni yeni kendini göstermeye başlayan sermayedarlar, dünya kapitalizmine uyum sürecindeki değişimler, tarımda modernleşme ve küçük aile işletmelerinin çözülüşü kadınların ezilmişliklerini derinleştirdi. Bunun sonucunda kadınlar üretim süreçlerinden koparılmış ve sadece geleneksel rolleri olan ev köleliğine devam etmeye mahkum edilmişlerdir.
1950-1960 arası dönemde şehirli ve köylü olarak iki farklı kültür oluştu. Bunun nedeni köyde ve kentte üretim modellerinin farklılığı idi. Milli burjuvazi şekillendirme gayretlerinin sonucu hızla büyüyen milli sermayedarlar, üretici güçlerle ayrıştı. Köyden kente göç ‘gecekondu kadını’ olarak temizlik, çocuk bakımı gibi ev işlerinde şehirdeki orta sınıf çalışan kadınlara hizmet eden kadınlar yarattı. Edilgen biçimde erkeğin kararıyla şehre gelen kadınlar hem başka bir kadının ev işi yükü altında eziliyor hem de yalnızlıkları ve edilgenlikleri daha da artıyordu.
1960’lardan itibaren Cumhuriyet ideolojisi etkisinde askeriyenin ve militer güçlerin etkisi artmıştır. Bu dönemde kadınların her hak arayışı yeni bir darbeyle durduruldu. Neticede ‘bütün haklar verildi ama kullanılmadı’ söylemine gelindi. Bu dönem için kadınlar kendi varlıklarını kabul ettirme mücadelesi verdiler. Buna rağmen toplumsal değer yargılarından ve geleneksel rollerinden kopamadılar.
1968 öğrenci hareketlerinde de kadınlar öncü konumun gerisinde kaldılar. Cumhuriyetle ve Kemalizm’le henüz hesaplaşamamış Türk solu, kadına da geleneksel rolden öte bakış açısıyla bakamıyordu. Anti-faşist mücadele ortamında kadın sorununa bakış açısı da işçi sınıfının kurtuluşuna bağlı olarak görüldü.
1970’lerde bankacılık ve kimya sanayi gibi farklı iş kollarında çalışmaya başlayan kadınlar erkeklerle eşit ücret alamadılar. Bu dönemde dokuma sektöründeki kadınların grevleri yoğunluktaydı. Ancak bu grevler yeterince güçlü değildi. Bu yüzden de kadın taleplerinin olmaması, kazanılan haklardan kadın işçilerin yararlanamaması gözlenir. Yani çalışmak kadın için bir hak olmamıştır.
1970’lerde 2. dalga feminizmin radikal tezleri Türkiye’de sol çevrelerde tartışılıyordu. Solun içindeki erkek hakimiyeti kısmen fark edilebiliyordu. Bu dönem uyanış ve birikim dönemiydi. “Burjuva ideolojisi” olarak damgalanan feminizmin savunuculuğunu yapanlar 1978’de damgalandı, hatta yargılandı.
Kısaca 1935-1970 arası dönemi özetleyecek olursak kadınlar, yardım dernekleri (yoksullara, yoksul çocuklara yönelik dernekler ve kız çocuklara burs veren, yurt-pansiyon sağlayan dernekler): Yardımseverler, Kızılay, Çocuk Esirgeme, Türk Anneler vb. Aile planlaması ve üreme sağlığı amaçlı dernekler: Türkiye Aile Planlaması Derneği gibi derneklerde faaliyet yürütmişler. 1945’den sonra meslek ve yardım kuruluşlarında kadınların örgütlenmesinin ve siyasal partilerde kadın kollarının kurulması ile mücadelelerini devam ettirmişlerdir. 1970’lerde ise kadın Kalkınmacı/İlerici/Solcu kadınların dernekleri: İlerici Kadınlar Derneği vb., sol örgütlerde bulunan kadınların kadınlar için okuma yazma gibi kursları türünden faaliyetleri , uluslararası gelişmelerin etkisiyle oluşan kadın dernekleri (yardımseverlere benziyorlar, kadın hakları çerçevesinde devletle çok yakın çalışıyorlar) gibi yerlerde faaliyet gösterdiler.
1970’lerin sonlarında kadın akademisyen, gazeteci, yazar, sanatçı yaşamdaki eşitsizlikleri, ayrımcılığı daha çok fark etmeye başladı, çeşitli bilimsel çalışmalar ortaya kondu. Bu birikimin başkaldırı şekline dönüşmesi öncelikle MHP’nin ölüm tehdidiyle ertelenirken; gerçek saldırı 12 Eylül 1980’de devlet tarafından yapıldı. Darbe sonrası geri çekilme döneminde tüm muhalefet derinden etkilendi elbette ki kadın hareketi de çok büyük yara aldı. Siyasetten ve toplumsal yaşamdan tamamen koparıldılar, yardım yataklık misyonuna sıkıştılar.
2. dalga feminist hareketin etkileri: 1980-1990 arası stabilizasyon süreci yaşandı, hem muhalefet hem de kadın hareketi birbirine paralel olarak yenilenme dönemine girdi. Feminist hareketin ancak 1984’te “Kadın Çevresi” kurarak toparlanma sürecine başlandı. Bu kadınlar 80 öncesi sol gruplardan geliyordu. Bunun yanında kadın hareketinin bir kesimi çareyi devlet katında aramaya girişti. 87 Mart’ına gelindiğinde, feminist hareketin ilk dergisi çıktı, Mayıs 88’de Sosyalist Feminist Kaktüs Dergisi yayına başladı ve kampanyalara katılan kadınların bir araya gelebilecekleri bir mekan ihtiyacı doğrultusunda Şubat 1988’de Kadın Kültür Evi kuruldu. Bu döneme damgasını vuran 89’daki siyah eylem, mor iğne eylemleri ve 438. madde protestolarıdır.
90’larda sol hareketle feministler yan yana gelmişlerdir. Çünkü kadınların talepleri ve eylemliliği düzenin duvarlarına çarpmış ve muhaliflik her türlü muhalif tepkiyi kapsamı içinde barındırır olmuştu.
Kürt hareketi içinde ayrı bir kadın örgütlenmesinin temelleri 1993’te atıldı. Erkeklerden ayrı bir örgütlenmenin, kadının erkeğin baskısından kurtulmasının ön koşulu olduğunu söyleyerek, seksiyon örgütleri PJAK (Özgür Yaşam Partisi) ile barışı, özgürlüğü, hepsinden öte kadının özgürleşmesini dava edinmiştir.
2000 yılında başlayan Dünya Kadın Yürüyüşü “Adil, eşit, dayanışmacı, demokratik ve barışçıl bir dünya kurmaya çağırıyoruz” talebiyle 2001 Ekim’de Türkiye ayağını ördü. Benzer talepler çerçevesinde 2005 yılında da dünya ölçeğinde bu yürüyüşün ikincisi gerçekleşti. Türkiye’de ilk kez 1921 yılında sosyalist kadınlar tarafından ‘‘ Emekçi Kadınlar Günü ’’ olarak kutlanmaya başlayan 8 Mart, 1975 yılında İlerici Kadınlar Derneği (İKD) tarafından daha yaygın olarak kutlandı ve sokağa taştı. ‘‘Birleşmiş Milletler Kadın On Yılı ” programından Türkiye de etkilenmiş, 1975 yılında “Türkiye 1975 Kadın Yılı” kongresi yapılmıştır. 1980 askeri darbesinden sonra dört yıl 8 Mart’ı izinli yürüyüş ve şenliklerle kutlayamamışlarsa da, küçük gruplar mütevazı kutlamalarını sürdürdüler. 1984’ten itibaren her yıl çeşitli kadın örgütleri tarafından kutlanmaya başlandı. 1990’lı yıllarda kadın kuruluşlarının sayı ve çeşitliliğinin artması ile beraber 8 Mart daha geniş bir katlımla alanlarda kutlanmaya başladı.
Bu iki bölümlük yazında İnsanlığın var oluşuna paralel olarak kadınların tarih sahnesinde var oluşlarına, mücadele tarihlerine kısaca değinmeye çalıştım. Bu anlatıdaki esas amacım, kadınların mücadelelerinin aslında nasıl bilinçli olarak yok sayılmak istendiği ve bir görünmezlik perdesi arkasına gizlenilmeye çabalandığı konusunda bir farkındalık yaratmaktı. Çünkü kadınların ayrı bir tarihi yoktur aslında, ama var olan tarih kadınları kapsamadığı için her zaman eksiktir. Klasik tarih anlatısı kadınları hep sessizliğe terk etmiş ve kadınların statülerini hep erkek filozoflar, siyasetçiler, tarihçiler, din adamları belirlemiştir. Kadınların bu sessizliği yırtmaları ise bir buçuk – iki yüzyıllık bir geçmişe sahiptir. Kadınlar bu tarihten itibaren önce yasal eşitlik, daha sonraları ise özgürlük ve cins olarak hakları temelinde feminist savaşımla tarih sahnesinde yerlerini almışlardır. Ancak kadınların kendi belleklerini oluşturmak üzere kendi tarihlerini yazmaları ise ne yazık ki son 30-40 yıllık bir sürece tekabül etmektedir. İşte bu yüzden bu 8 Mart’ta özgürlük taleplerimizle sokağa çıkarken belleksizleştirilmemize karşı da isyanımızı büyütüyoruz.
Türkiye Kadın Hareketi – Yeşim Ergün
Kaynakça:
Fatma Kayhan, Feminizm, BDS, 1999.
Josephine Donovan, Feminist Teori, İletişim, 1997.
Andree Michel, Feminizm, Cep Üniversitesi, İletişim Yayınları, 1993.
Caroline Ramazanoğlu, Feminizm ve Ezilmenin Çelişkileri, Pencere, İstanbul, 1998.
Serpil Çakır, Osmanlı Kadın Hareketi, Metis, 1996.
Şirin Tekeli, “1980’lerde Türkiye’de Kadınların Kurtuluşu Hareketinin Gelişmesi”, Birikim, Temmuz 1989
Ayşegül Yaraman, Resmi Tarihten Kadın Tarihine, Bağlam, 2001.
Yeliz Ergün, Burcu Güler, İlkay Tanyer, “80 Sonrası Türkiye’de Kadın Hareketi”, Devrim Yolunda Kurtuluş, Şubat 2010.
sosyalistdemokrasi
mükemmel olmuş.
osmanlı feminizmi hakkında az çok bilgi sahibi idim ancak cumhuriyetten sonra özellikle 1935 ten sonra kadın hareketinin sekteye uğrama sebebini bir türlü anlamlandıramıyordum. çünkü mantıksal olarak daha çok gelişmesi gerekirken (18 temsilci vesair sebeblerden dolayı) seslerinin kısılmış olması tuhaf geliyordu bana. yazınız bu konuda ufuk açtı bana çok teşekkürler.