Ceyhan’da doğdu (15 Eylül 1914). Asıl adı Mehmet Raşit Öğütçü’dür. Kastamonu milletvekili ve Ahali Fırkası kurucusu olan babası Abdülkadir Kemalî’nin siyasal nedenlerle Suriye’ye kaçması sonucu öğrenimini tamamlama olanağı bulamadı. Antakya, Hama, Beyrut’ta iki yıl babasıyla birlikte yaşadı. Beyrut’ta bir basımevinde “mücellit çırağı” olarak çalıştı. Ülkeye dönüşlerinde (Haziran 1932) pamuk fabrikalarında işçilik, dokumacılık, kâtiplik yaptı (1932-37). O yıllarını şöyle anlatır:
Yığınla futbol hastalarından biri de bendim. Ağustos güneşinin kasıp kavurduğu sıcak altında oynanan futbol… Mahalle futbol kulübümüz… Laf aramızda iyi penaltı atardım. İyi bir santrafordum ha… Bir iki gol her maç sağlamdı. Sonra Giritli’nin kahvesi… Okula filan bir tekme yallah dediğimiz yıllar… Yirmi yaşındaydım, kafam bir türlü çözemediğim sorunlarla yara olmuştu. Sanki yere basmıyordum. Havada, boşluktaydım. Ve bir gün, bir kahve köşesinde tanıdığım işçi dostum İsmail Usta… Sonra kitaplar… Bir çoğu İsmail Usta’nın hediye ettiği kitaplar. Serseriler, Stepte, İstratsi Mordasti, La Dam o Kamelya, Madam Bovari, Germinal, Benim Üniversitelerim…
Askerlik görevinin bitimine yakın, Ceza Yasası’nın 94. maddesine aykırı hareketten 5 yıla hüküm giydi (27 Ocak 1939). Kayseri, Adana, Bursa Cezaevlerinde yattı.
Bursa’da Nâzım Hikmet’in sevgisini kazandı. Böylece hem kişiliğini ortaya çıkaracak yapıtları okuma, hem de şairin edebiyat, dil, düşün alanlarındaki bilgi ve deneylerinden yararlanma olanağı buldu.
Cezasını bitirip çıkınca (1945) Adana’da fabrika işçiliği, sebze nakliyatçılığı, Verem Savaş Derneği’nde katiplik yaparak geçimini sağlamaya çalıştı. Karısı ve çocuklarıyla birlikte İstanbul’a göçtü (Nisan 1950). Öykü, roman, oyun, senaryo türlerinde yapıtlar veriyor, gene de yaşamını sürdürmekte güçlük çekiyordu. Grev adlı kitabında yer alan “Grev” öyküsü nedeniyle 142. maddeden (1956), hücre çalışması yaptığı savıyla (1966) –bir süre tutuklu kalarak– yargılanmış, beraat etmişti.
1967’de önemli bir kalp hastalığı geçirdi. Aynı hastalık nedeniyle, çağrılı olarak gittiği Bulgaristan’da öldü (2 Haziran 1970).
Edebiyat Yaşamı
Orhan Kemal edebiyata Kayseri Cezaevi’nde yatarken hece ölçüsüyle yazdığı şiirlerle başlamıştı. Bu ilk kalem denemelerini Raşit Kemal adıyla Yedigün dergisinde yayımlama olanağı buldu (1939-1941). Nâzım Hikmet’le arkadaşlığından sonra hece ölçüsünü bıraktı. Yeni Edebiyat, Yeni Ses (1942-43) dergilerinde çıkan ölçüsüz şiirlerinde gerçekçi temaları işliyor, adı dönemin toplumcu gerçekçi genç şairleriyle birlikte anılıyordu. Aynı evrede öyküye de başlamış, özelikle Yeni Edebiyat, Yürüyüş, Yurt ve Dünya, Adımlar (1940-44) dergilerinde ilk ürünleri yayımlanmıştı.
Cezaevinden çıkınca Varlık, Yığın, Genç Nesil, Seçilmiş Hikâyeler, Yaprak (1944-49) dergilerinde yayımladığı öykülerle tanındı, bu türdeki başarısı çabuk kabul edildi. Varlık dergisinin açtığı bir soruşturmada 1945 yılının en beğenilen öykücüsü seçildi.
1950’den ölümüne değin Yeryüzü, Beraber, Varlık, Yelken, Ataç, Yeni Edebiyat vb. dergilerinde yazdı. Romanları, Vatan, Dünya, Cumhuriyet, Milliyet vb. gazetelerinde “tefrika” edildi. Ulvi Uraz Tiyatrosu’nda Yalova Kaymakamı, Ankara Sanat Tiyatrosu’nda 72. Koğuş oyunları sahnelendi. 50’yi aşkın kitabının değişik basımları yapıldı.
Öyküleri
Orhan Kemal, ilk kitabı Ekmek Kavgası’nın (1949) çıkışından önce dergilerde yayımlanan öyküleriyle dönemin edebiyat yaşamında yeni bir ses olarak kabul edilmişti.
Bu yıllarda Adana’da yaşıyordu. Savaş sonrası koşulları, tarımda endüstrileşme, kapitalizmi özellikle Çukurova’da itici güç durumuna getirmişti. Pamuk üretiminin makineleşmesi bir yandan toprak sahiplerinin fazla ürün almasını sağlıyor, öte yandan ortakçı durumundaki köylüleri işçilik yapmaya zorluyordu. Kırsal bölgelerden büyük kentlere işçi akını başlayınca, eski gelenekler, yaşam ve çalışma koşulları değişmeye başlamıştı.
Orhan Kemal, kendini bu hızlı gelişme süreci içinde bulmuş, tabandaki insanların yaşadığı ortamda, onlarla aynı iş ve yaşam koşullarını paylaşırken emek-sermaye çelişkisinin somut sonuçlarını görmüştür. Bu gerçekler, sanatının ilk evresi sayabileceğimiz, 1942-46 yıllarında kimi öykülerine saptama, sergileme olarak yansıdığı için doğalcılığa yaklaştığı söylenebilir. Çocukluk ve hapishane anılarından kaynaklanan öykülerinde de ekmek kavgası mahşer’ine itilen insanları işlemesine karşın yine sergileme yönü ağır basmaktadır. Bu dönemin ürünlerinden belki yalnız “Uyku” (Adımlar, Nisan 1944) öyküsünde sorun-olay bağlamının vurgulandığını görürüz. Kişilerin yaşadıkları durumun özellikleriyle somutlandığı bu öyküde, çocuk yaştaki işçiler on sekiz saat çalışma zorunluğunun yarattığı çöküntüyle boğuşurlar, işveren yandaşı ustabaşı, işveren bir durumda isyankâr, bir durumda boynu bükük Celâl Usta, amansız çalışma koşulları içinde sergilenirken sorunlar belirginlik kazanarak, karakterlerin ortaya çıkmasına yardım etmiştir.
Özellikle 1946’lardan sonra Orhan Kemal öyküsü, sermayenin büyümesine koşut olarak emekçinin bilinçlenme sürecinin ilk aşamalarına girdiği dönemin özellikleriyle bütünleşmiştir. Bu nedenle bir eli tarımda, bir eli endüstride olan kapitalizmin dişli çarklarına egemen kişilerle (patron, patron çocukları, yandaşları, beyaz yakalılar; tutucu, sınıf değiştirme tutkusuna kapılmış orta tabaka adamları) tarım ve endüstri işçileri –işyerlerinin özellikleri içinde ve yaşamlarının öbür kesimlerinde, evlerinde, kahvede, meyhanede– karşımıza çıkarlar. Çocuklar, kadınlar, yaşlılar, satılmışlar, yiğitler, namuslular, sarı işçiler, hastalar Orhan Kemal öyküsünün yaşayan kişileridir.
Prof. Kagan’ın da belirttiği gibi, Gorki, devrim sancısı çeken Rusya’nın insanlarını yazgı beraberliğinden gelen verimli bir algılamayla yansıtmıştı. Orhan Kemal öyküsünde, yer yer kapitalistleşmenin hızlandığı evrede ancak bu yeni döneme özgü savaşım koşullarının sancısını çeken insanlar görürüz. Nedir ki, kapitalizmin yasalarının geçerli olmadığı bir düzen umudunu yaşadıkları söylenemez onların. Olsa olsa, varlıklarıyla düzenin çirkinliklerini simgelerler. İyilikleri de, kötülükleri de koşulların ürünüdür. Kendiliğinden sınıf olma aşamasındadırlar çünkü. Aç insan, karnını doyurmak ister; kapitalist daha büyük kazanç peşindedir. Ekmek parası için günde on saat iki yüz kilo balyayı sırtlayan adamın ciğerleri delik deşik olacaktır. Sınıfsal çelişkilerden kaynaklanan gerçeklerin dışında kalmış birkaç öykü kişisi gösterilemez Orhan Kemal’de. Sabahattin Ali’nin kimi öykülerinde olabilirlik varsayımlarına dayanarak romantik öğelerin ağır bastığı yazılmıştır. Orhan Kemal’de toplumsal koşulların yol açtığı olgular belirler kişilerin durumunu. Doğrudan işçilerin özne durumunda oldukları olaylara dayanan öykülerde çoğunluk bu olguların açmazına düşmüştür.
Bir Ölüye Dair’de (Ekmek Kavgası) Zehra kendini asarak kurtulur bu açmazdan. Celfin öyküsündeki (Yeni Hikâyeler, 1950) veremli işçinin başkaldırısı ancak, “Ulan Allah, ulan ne kötülük ettim sana? Yol mu kestim, cana mı kıydım. Ne tükenmez gazabın varmış. Al canımı diyorum almıyorsun…” biçiminde sözcüklerle dışavurur. Dert Dinleme Günü’nde (Grev) Topal Salih ile Hüseyin Yorulmaz, gerçeğe gözlerini kapamayı ilke olarak bellemişlerdir. İşsiz kalma korkusunun ağır basması nedeniyle içlerinden konuşurlar. Emeklerinin hesabını sormak yerine patronun çıkarına aykırı düşmeyecek edimleri benimsemek, “siyaset”lerine uygun gelir. Bu öykünün kişilerinden dokumacı Kemal Dokuzcanlı’nın “Büyük tüccar, büyük çiftçi, büyük fabrikatör benim küçük derdimi ne bilecek? Onlar kendi dalgalarında ben kendi dalgamdayım…” biçiminde konuşmasından (Grev, sf. 50, ilk bas. 1954) sınıf ayrımı bilincine ulaştığı sezinlenebilir.
Çocuk kahramanların işlendiği öykülerde de toplumsal koşulların yabancılaştırdığı büyüklerle küçükler vardır. Orhan Kemal, büyük kentin çirkinliği içinde direnen ve teslim olan çocukları yansıtırken sefaleti (Çikolata, Dünyada Harp Vardı), direnci (Fırlama, Dünyada Harp Vardı), sınıf ayrımının küçükler üstündeki etkilerini (Büyükler ve Küçükler, Sarhoşlar) ortaya koymaya özen gösterir. Bu özen hapishane öykülerinde de ihmal edilmemiştir.
Orhan Kemal’in öyküleri olaylara dayanır. Kişileri çoğunlukla hareket halindedirler. Öykünün omurgasına egemen olan olay Sabahattin Ali’nin öykülerinde olduğu gibi birçok yan olayla örgülenmiştir. Bu nedenle kişilerin bu yan olaylar içinde somutlandığını söyleyebiliriz. Bunu yaparken çoğun, “şive” uyarlığına özen göstererek “diyalog”lardan yararlanır Orhan Kemal. Öykümüzün büyük “diyalog” ustasıdır o. Kişilerinin ruhsal durumlarının uzak gerçeklerini bile bir konuşmayla yansıtma becerisi, onda en noksansız düzeye erişmiştir.
Ortam çizimi, zaman belirtme ve betimleme yönlerinden alıştığı bir ölçülülük içindedir. Bu nedenle çağrışım, anımsama, bilinçaltının dışa açılmaları gibi 1960 sonrası karşılaştığımız değişikliklere ender olarak başvurduğu bile söylenemez. Anlatım çok yalındır. Yer yer üç beş sözcükle kurulmuş tümcelerde imgeye hemen hiç rastlanmaz. Konuşmaları belirleyici tümceler yerli yerindedir. Genellikle konuşan kişinin amacını vurgulamakta büyük işlevleri vardı.
Romanları
Orhan Kemal 27 roman yazdı. Bu türdeki ilk çalışmaları, öykücülüğünden kazandığı deneyleri kullanma evresinin ürünleri olarak düşünebiliriz. 1949 tarihini taşıyan Baba Evi’nde, Lübnan’a kaçan babası Abdülkadir Kemal’in yanında geçen yıllar öykülenmiştir. Yer yer bağımsız öykü parçaları izlenimini veren 24 küçük bölümden oluşmaktadır. Birincil kişinin anlatışıyla kurulmuştur. Birinci kişi, içdüzeni sarsıldığı için yoksullaşan ailenin çocuklarından biri olan, yazarın kendisidir.
Avare Yıllar (1950) da doğrudan anılarından kaynaklanmıştır. Yazarın Adana’ya dönüşünden sonraki birey olma sancılarını içinde taşıyan delikanlı çağının romanıdır. Bu romanda da okuldan ayrılıp fabrikada çalışmak, boş gezmek, mahalle, futbol arkadaşlıkları, gönül serüvenleri gibi ilişkiler verildiğinden “otobiyografik” nitelik ağır basar. Bu nedenle Orhan Kemal’in romancılığı Murtaza, Cemile, Bereketli Topraklar Üzerinde gibi yapıtlarında düzeyini bulmuştur, denebilir.
1) Baba Evi ve Avare Yıllar romanlarında önce de belirttiğimiz gibi, Orhan Kemal, öykücülüğünden kazandığı deneyleri kullanma evresindedir. Yakın çevre ilişkilerinden ilginç gördüğü olaylarla kişileri yansıtarak, yaşamı kendi algıladığı biçimde kesitlere bölerek, yalın anlatım, içtenlik, sağlam diyalog gibi öğelerle çalışarak öykülerindeki etkiyi yaratmayı planlamış gibidir. Bu nedenle “küçük adam”, kendisinden çok anlattıklarıyla önem kazanır gözümüzde. Bir roman kişisinde bulunması gereken niteliklerin çoğuna sahip olduğu söylenemez. Yaşam serüvenini açıkyüreklikle ortaya koymasına karşın, varoluşu buğuludur, gölgede kalmıştır. Öte yandan yakın çevre ilişkilerinin getirdiği kişilerin de ancak yaşamında yarattıkları etki yönünden önemleri söz konusudur.
Bu dizinin öteki yapıtları “anı dökümü” havasından kurtulmuştur. Yazarın anılarında yaşayan kişilerin kimi konumlarıyla, kişiliklerini bulmuş görünürler bu romanlarda, özellikle, yaşamının geniş kesitlerle verildiğini söyleyebileceğimiz Dünya Evi’nde “genç adam” olarak anılan “küçük adam” aydınlığa çıkmıştır. Onunla birlikte iyi niyet ve bağlılık simgesi olarak görünen karısı; “teşebbüsü şahsî” kavramı ile bireysel çıkar ahlakını bilinçle birbirine karıştıran baba dostu Hilmi Efendi (sf. 125-128), fabrika sahibini tokatladığı için övünen arkadaşı Şaban (148-152), gizli korkutma mektupları yazan Camgöz varoluşlarına sahip kişilerdir. Olaylar anı güzelliği ve unutulmazlığı niteliklerinden çok, yaşamın yorumu olarak karşımıza çıkar Dünya Evi’nde. Bu nedenle bireysel gerçekler toplumsal gerçeklerle bütünleşmiştir. Sokak, konu komşuyla, bakkalı kasabı ile; fabrika işçisi, sarı işçisi, beyaz yakalısı, patronu ile; bilinçlenme aşamasındaki genç adam zayıflığı, gücü, direnciyle bir tarih kesitinin gerçekliğini vurgularlar. Aynı dizinin başka bir romanı, Arkadaş Islıkları ise “anı dökümü” niteliğinden kurtulmuş olmasına karşın: –belki birinci kişi anlatışıyla kurulduğu için– daha dar, sorunları daha yüzeysel bir dünya getirir.
2) Orhan Kemal’in konuları toprak ve fabrika işçilerinin yaşamlarına bağlı olan romanları Bereketli Topraklar Üzerinde (1954), Vukuat Var (1958), Hanımın Çiftliği (1961), Kanlı Topraklar’dır (1963). Bereketli Topraklar’da sömürünün odağı olan üretim merkezlerinde anamalın yaşam gücünü aldığı insanların kavgası öykülenmiştir. Topraksız İç Anadolu köylerinden yorganlarını sırtlarına vurup Çukurova’ya inen üç adam (İflahsızın Yusuf, Köse Hasan, Pehlivan Ali) emeklerini “piyasaya arz etmeyi” düşleyen yığınların simgesi olarak görünür. Roman birbirini doğal biçimde tamamlayan 28 bölümden oluşmuştur. İlk üç bölümde şaşkınlığı, acısı, korkusu, çekingenliği kendine dönük karakteri, saplantılarıyla köy insanı vardır. Sonra amansız çalışma koşullarıyla, fabrika çıkar karşımıza. Bu bölümlerde daha çok üretim, daha az ücret ilkesinin yarattığı acımasız ortamda ırgatbaşı, kapıcı, kâtip gibi patrona yakın kişiler tipleştirilerek kapitalizmin bozduğu insansal ilişkiler somutlanır.
İkinci aşama VII. bölümden sonra Pehlivan Ali’nin “Çukurova’nın kızgın güneşi altında” çalışmaya başlamasıyla gelişir. Kapitalistleşen tarım işletmelerinde tekil olaylardan yaşamın genel koşullarını ustaca çekimlerle sergiler Orhan Kemal. Eski-yeni toprak işçileri, olaylara görerek bakan teknisyenler, doğanın ve işkoşullarının belirlediği olumsuzluklar ortamında yalnız kalmışlardır. Esrarın, kumarın, fuhuşun ortadan kaldıramadığı bir yalnızlıktır yaşadıkları. Ve insansal olan her şey yabancılaşma kokmaktadır. Ancak Pehlivan Ali’nin patoza yakalanıp parçalanmasıyla “emekçiyim ben köle değil…” diyebilen insanoğlu çıkar karşımıza.
Bereketli Topraklar’dan sonra köy-kent emekçisinin yaşamını konu alan romanlarının kimilerinde insansal gerçekleri aynı güçle özümsediği söylenemez Orhan Kemal’in. Vukuat Var’da çıkara dayanan bir evlendirme olayı temel alınarak çeşitli yörelerden gelen etnik grupların oluşturduğu emekçilerin sergilenişi dışta kalır. Evlendirme olayının kahramanlarından genç kız (Güllü) ve sevgilisi (Yağcı Kemal), toprak ağasının yeğeni (Ramazan) koşulların çıkmaza soktuğu kişiliklerinden çok, yazgılarını yaşayan insanlar olarak belirginleşirler. Vukuat Var’ın devamı olan Hanımın Çiftliği’nde olaylar iki temel doğrultuda gelişir. Egemen güçlerin yaşam biçimleri; toprakları işgale uğrayan küçük üreticilerin savaşım zorunluğu… Yukarda egemen güçler kesiminde Vukuat Var’ın Güllü’sü Ramazan’a boşverip, amcası toprak ağası (Muzafter Bey) ile evlenmiş, adını bile değiştirmiştir. Aşağıda, küçük üreticiler kesiminde yasal yollardan haklarını alamayan köylülerin patlama düzeyine gelen öfkeleri, hınçları Muzaffer Beyi öldürmeye kadar varınca, olaylar iki kesimin bireylerini aşar; toplumsal içerik kazanır. Hanımın Çiftliği’nde öldürme, çiftlik yakma gibi olağanüstü olaylardan kuşkulanmamıza karşın, bunları yaratan kişilerin dramlarıyla etkilendiğimizi söylemek güçtür.
Sınıf değiştirme tutkusu yaşamına egemen olan sakat ama çok kurnaz bir adamın (Topal Nuri) romanı sayabileceğimiz Kanlı Topraklar’da ise hem eylemlerinin adamı olarak görünen, hem iç dünyalarıyla bizi etkileyen kişiler vardır. Bu nedenle roman, toplumsal gerçeklerin sergilenmesini aşmıştır. Düzenin belirlediği görünmez yasalarla (vurgunla, kapkaçla, hileyle) bağdaşan kimi insanlar her yönleriyle hareket halindedirler. Anamalın daha fazla üretim için insanlara en doğal hakları olan uykuyu bile çok gördüğü ortamda işgücünün mala dönüşmesine nöbetçilik eden Murtaza, kendi adıyla anılan romanın yükünü omuzlarında taşımaktadır. “Elleri üzerinde yürümeyi olağan saymaya başlamış bir toplum, belki bir dünyada, ayakları üzerinde yürüyen”28 “faşist disiplinli ruhu ve yöntemiyle fabrikada yüksek yöneticilerin çok hoşuna giden bir”29 “vazife arslanı”dır Murtaza. Bu romanda da, özellikle çırçır fabrikası ve gece vardiyasında çalışan işçiler yetkinlikle verilmiştir.
3) Orhan Kemal’in değişik sınıf ve tabakalardan gelen kişilerin yaşam serüvenlerini işlediği romanlarından Eskici ve Oğulları, yazarın kendi tanımıyla “eski yeni, ileri geri düşünce ve davranışların çarpıştığı bir yaşam kesiti”dir. Eski; eski üretim biçimini, yeni ise yeni üretim biçimini simgeler. Tarım kesiminde artık endüstrileşme başlamış; kentte el tezgâhlarına dayanan küçük işletmeler, yerini dev araçların işlediği fabrikalara bırakmıştır. Bu gelişmenin sonucu küçük üreticinin toprak; küçük esnaf ve zanaatçının fabrika işçisi durumuna gelmesidir. Eskici ve Oğulları her iki kesimdeki hızlı değişmenin yarattığı çözülüşün içinde yaşayan bireyler olarak romana ağırlıklarını koyarlar. Müfettişler Müfettişi ile (devamı olan) Üç Kağıtçı’da bir sahtecinin (Kudret Yanardağ) devlet korkusundan yararlanarak İstanbul dışında küçük bir kentte esnafından küçüklü büyüklü bürokratına kadar her kesimden insanı dolandırması öykülenmiştir. Devlet Kuşu, İstanbul’a yerleşen dört çocuklu bir göçmen ailesinin romanıdır. Özellikle büyük çocuk, Avare Mustafa’nın serüvenleri çerçevesinde gelişir. Yazarın İspinozlar adıyla oyunlaştırdığı bu roman filme de alınmıştır. Serseri Milyoner, Devlet Kuşu, Gavurun Kızı, Yalancı Dünya, El Kızı orta tabakadan kişilerin değişen toplum koşulları, kadın erkek, ana baba ilişkileri içinde verildiği romanları arasında anılabilir.
Genel Özellikleri
Orhan Kemal’in romancı olarak yaratılarını ortaya koyduğu yıllar, iç kapitalizmin genişleme yolunda engel tanımadığı dönem içindedir. Özellikle Ege ve Çukurova’da değişen tarımsal ilişkiler sonucu “köylülüğün bir yandan kent ve köy emekçilerini, öte yandan, geçimlik tarımı aşıp ücretli emek kullanan kapitalist işletmeleri, dolayısıyla kırsal burjuvaziyi ürettiği”30 kabul edilmiştir. Farklılaşma belirginleştikçe küçük ve orta üreticinin temsil ettiği geleneksel köylü ailesinin yapısında değişmeler de belirginleşir, bu değişme-çözülme dönemine özgü yeni insanlar çıkar ortaya. Orhan Kemal’in konularına bu insanlarla toplum arasındaki uyuşmazlık ve çatışma egemen olur; kaynaklık eder.
Kent ve köy emekçilerini temsil eden bu kişiler; varlıkları, ekmek kavgaları, yaşadıkları olaylarla değiştirilmesi gereken bir düzenin bireyleri olduklarını vurgularlar. Kimilerininse yaşadıkları dönemin toplumsal savaşım koşullarıyla bağlamları vardır. İyiler iyi, kötüler kötü yaratıldıkları için iyi ya da kötü olmamışlardır. Durumlarını, niteliklerini toplumsal koşullar belirler bu kişilerin. Köy-kent burjuvazisi ile onların sınıf değiştirme tutkusuna yuvarlanan yardakçıları (elciler, ırgatbaşıları, odacılar, kâtipler) tüm ilişkilerinde sahteci, kalleş çıkar adamları olarak görünürler. Hem emekçilerden, hem mülk sahiplerinden faydalanmak, mesleklerinin gereği olmuş gibidir. Bereketli Topraklar’da onlardan birini şöyle çizer Orhan Kemal.
Az sonra ırgatbaşı geldi. Daracık omuzlu, uzun boylu ne anasının gözü olduğu belli, hinoğluhin bir Alasonyalı. Bin tarakta bezi vardı. Birbirine yakın gözleriyle kuşku içindeydi. İşe adam kayırır, kayırdığı adamlardan avanta alır şuna buna para karşılığı çırçırdaki kadınları kızları tavlar, para vermeyen hele hele para vermeyip bir de kafa tutanların anasını beller biri. (sf. 57)
Kimi daha çok kişiye gereksinme duyulan işlerde daha az kişi çalıştırarak hırsızlama kazanç sağlarken, ölümle sonuçlanacak kazalara neden olur (Bereketli Topraklar, sf. 174); arkadaşını yolsuzluğa “teşvik” ederek suçüstü yakalatır (Kanlı Topraklar, sf. 174); sınıf değiştirme tutkusu kişiliklerine sinmiş, her türlü kötülüğün kaynağı olmuştur. Kanlı Topraklar’ın Topal Nuri’si, rakısını yudumlarken şöyle somutlar bu tutkuyu.
Pamuk tüccarlığı, küçükten fabrikatörlük derken Allah izin verirse bir yerlerde bir miktar toprak. Topraktı aslolan, Nedim Ağa da, Kayseri’den Adana’ya gelip dükkân, tezgâh, hatta fabrika sahibi olan Nuri Ağalar, Seyid Ağalar, Mustafa Özgürler, Nuh Naciler bile, toprağa heves etmemişler miydi? Nedim Ağa gibi, Nuri Ağalar da günün birinde fabrikalarının ellerinden alınması ihtimaline karşı Solaklı köyünde toprak satın almamışlar mıydı? Nedim Ağa da toprak sahibiydi. Onun için, kendisi de kuvvetlenince, elini Çukurova’nın bereketli topraklarına uzatmalı, bu bereketli topraklara sahip olmalıydı. (sf. 146)
Emekçilerle yakın ilişkileri olan bu kişilerin karakterleriyle az çok birbirlerine benzemelerine karşılık yalnız Bekçi Murtaza yaşamı, doğruluk anlayışı, kendi kendine inanması, değer yargıları, görev ahlakıyla ayrılır onlardan. Oğlunun gözünde bile “emekçi düşmanı, mal sahibi yardakçısı”dır ama bunu kendisine biçilen ücretten daha fazlasını almak için yapmaz Murtaza. Görevi üretimde beklenen düzeyin altına düşülmemesi için işgücüne nöbetçilik etmektir onun. Kafasında yalnız bu doğru vardır. İnançları çağ dışı değerlerle biçimlendiği için tuttuğu nöbetin kime, hangi sınıfa yaradığını düşünme yeteneğinden yoksun kalmıştır. Çok yönlü özelliklerin kimliğinde toplanması hem ırgatbaşı, kâtip, odacı gibi anamalın öteki yardakçılarından, hem tanıyıp bildiğimiz insanlardan ayırır Murtaza’yı; özgün bir kişilik yapar.
Orhan Kemal’in romanlarında toprak ve fabrika işçileri iş bulma zorunluğu ile her türlü güçlüğe boyun eğen kişiler olarak görünürler. Özellikle köyden gelenler için işkollarına, kentte, ırgatbaşlarının madrabazlıklarına, kadın ilişkilerine alışmak istenç işidir. Kendilerinden önce sınırları çizilmiş bir dünyada ayakta kalabilmek için çoğun bireysel direnç kaynaklarına tutunmaya çalışır bu kişiler. Aralarında eski deneylenmiş işçilerden, namuslu ustabaşılardan yararlanarak kişiliklerini bulanların yanı sıra küçük çıkar hesaplarına dayanan o berbat, acımasız dünyanın çarklarına kapılanlar vardır. Bu çıkar hesaplarının, gizli oyunların özünü kavrayacak bilinç düzeyine erişemeyen mevsimlik işçiler, deneysizler sarı işçi durumuna düşer; bir gecelik küçük kazançlarla geleceğini güven altına almayı düşleyen kadınların ayakta durma güçlerini yitirdikleri görülür.
Kişilerini yaşamın gerçekliğinden soyutlamadığı için karakterindeki toplumsal başat’ı31 belirlemede de ustalık kazanmıştır Orhan Kemal. Bu nedenle 1950 sonrası Türkiyesinde emekçi sınıfların gizilgücünü simgeleyen eski deneyli işçiler, namuslu ustabaşılar, teknisyenler belli bilinç ve savaşım gücüne sahip insanlar olarak çıkar karşımıza. Yazarın başarısı onların yaşamın vazgeçilmez bir parçası, toplumun ortadan kaldırılamayacak bireyleri olarak kabul ettirebilmesidir.
Orhan Kemal’in romanlarında çocuklar, genç kızlar, toplumsal bozulmanın, sorumsuzluğun acı meyveleri görünüşündedir. Çıkar uğruna satılan ya da kaldırıma düşen öğrenci yaşındaki kızlar vardır aralarında. Babasız anasız erkek çocukları, bir yandan karınlarını doyurmak için, bir yandan cezaevlerinde bile namuslarını korumak için savaşırlar.
Ahmet Hamdi Tanpınar, romanlarında toplumsal değişmenin burjuva aydınları üzerinde yarattığı etkileri göstermek istemiştir. Onun kişileri siyaset, ekonomi, felsefe, sanat konularında düşünür, sözü aldı mı bir solukta sayfalar boyunca birbirlerinin tıpatıp benzeri konuşmalarıyla yaşamlar ve karakterleri üzerinde kuşku uyandırırlar. En azından romancının dünya görüşünü onaylamak için yaratılmış gibidirler. Orhan Kemal’se değişmenin başka bir aşamasında emek gücüyle etkilenen insanlara bakar; onların yaşarlığındaki en somut özellikleri yakalayarak tipleştirmeye çalışır. İnsanın bulunduğu konumdaki gerçekliğini, farklılığını çok iyi kavradığı söylenebilir. Bu gerçekliğin değişik süreçleri içinde onu kişi yapan öğeleri ortaya koyar. Bu nedenle romanlarında da –öykülerinde olduğu gibi– diyalog büyük yer tutar. Hangi yaşta, hangi sınıf ve tabakanın insanını tipleştirmeye çalışırsa çalışsın, onu hareket içinde vermeyi yeğlemiştir. Kadınların, çocukların, ihtiyarların, göçmenlerin, işçilerin, patronların, okumuşların özellikleri konuşmalarıyla belirsin ister.
“Hüseyin? Uyuyor musun yavrum? –Uyumuyorum. –Niye? –Uyku tutmuyor… –Niye. –Bilmem. Anne be. –Söyle yavrum… –Ölüm haberi nasıl gelir…” (Sokakların Çocuğu.., sf. 237) örneğinde görüldüğü gibi, çocuğun iç dünyasında biriken acıyı anlatmaz; anlattırır. Kişilerin dili, mantığı ve durumlarının özelliğini iç içe geliştirerek temel sorunlarıyla ilgili öğeleri ağır ağır sergiler.
Ender olarak, kendi başlarına kaldıkları zamanlarda ruhsal çözümleme yöntemlerine başvurarak kişilerinin bilinçaltı birikimlerini ortaya koyarken yalın tümcelerle temeldeki duyarlığı vurgulamaya çalışır:
… Bir gece, ama çok eskiden, taa çocukluğunda, babasının ayıp küfürlerle naralarla mahalleyi altüst ettiği, parçalardan idare lambasının alev alev yandığı karanlık taşlıkta, annesinin çığlık çığlığa dayak yediği geceler gibi bir gece. Sedir. Sedirde demiri paslı bir çakıyla oynuyordu.
– Çakı, kesmiyorsun değil mi? Kesme. Babamın elinde olsan keserdin. Ben küçüküm diye kesmiyorsun. Ben de büyüyeceğim bir gün. O zaman benden ne korkacaksın. Babam da korkacak. Anneciğim korkmaz. Anneciğim öldü. Ölmeseydi, şimdi büyüdüm işte. Kocaman değilim ama gene de büyüküm. Anneciğim sağ olsaydı… Cevriye, ben, o… üçümüz…
(Sokakların Çocuğu, sf. 167)
Orhan Kemal, kişilerle olaylarla ilişkisini zorunlu gördüğü yerde çevre özelliklerini yansıtırken, ortam çizimlerini uzun betimlemelerle donatmayı sevmez pek. Yalın tümce beğenisini koruyarak, en plastik sözcükleri seçmeye özen göstererek, yer yer şiirsel öğelere başvurarak yapar bunu. Özellikle yakın çevreyi, sokağı, fabrikayı, tarlayı, evi, kahveyi, odayı, mutfağı kesin çizgilerle sergilerken kişilerinin yaşamlarındaki yerlerinin belirmesine çalışır. Kimi romanlarında eşya ve insan ilişkileri dikkati çekecek ölçüdedir.
Kimi eleştirmenler Orhan Kemal’in romanlarında “gerçekçiliğin natüralist çizgilerde sığlaşmasına, yalınkatlaşmasına” yol açtığını yazmışlardır. Biz de ilk öykülerinin kimilerinde doğalcılığa yaklaştığını söylemiştik. Romanlarının büyük çoğunluğu için geçerli değildir bu yargı. Doğalcılar “Karakter ile çevre arasındaki diyalektik ilişkiyi gözden kaçırarak gerçekliği sadece belirtmişlerdir.” Orhan Kemal, karakter ile çevre arasındaki diyalektik ilişkinin belirlenmesine özen gösterir. Doğalcıların, “Burjuva düşüncesinde barınan metafizik ve diyalektik olmayan yaklaşıma yönelik olduklarından, gerçekliğin çelişmelerini ya da hareketini açığa çıkarma” yolunda çabaları yoktur. Orhan Kemal, yaşamın bütün kesimlerine bakarken, emek-sermaye çelişkisinin yarattığı başat sorunları kavrar; toplumsal çözüme ulaştırır. Ve “toplumbilimsel kavramları mekanik biçimde uygulamaktan” kaçması, “insanın iç dünyasını belirleyen toplumsal etkenleri algılama yeteneği” ile toplumcu gerçekçi akımın temel ilkelerini uygulama ustalığı kazanır32. Ona çağdaş romanımızdaki yerini sağlayan da bu ustalık olmalıdır.
ÖYKÜ KİTAPLARI: Ekmek Kavgası (1949, 5. bas. 1968), Sarhoşlar (1951, genişletilmiş 3. bas. 1968), Çamaşırcının Kızı (1952, 1964), 72. Koğuş (1954, 5. bas. 1970), Grev (1954, 142. maddeye aykırı görülerek yazarı hakkında kovuşturma açıldı, beraat etti, genişletilmiş 2. bas. 1968), Arka Sokak (1956), Kardeş Payı (1958 Sait Faik Armağanı, bas. 1957), Babil Kulesi (1957), Dünyada Harp Vardı (1963), İşsiz (1966), Önce Ekmek (1969 Sait Faik Armağanı, Türk Dil kurumu Ödülü, bas. 1968).
ROMANLARI: Baba Evi (1949, 4. bas. 1968), Avare Yıllar (1950, 4. bas. 1969), Murtaza (1952, 3. bas. 1964, yeni bas. 1969, filme de alındı), Cemile (1952, 4. bas. 1970), Bereketli Topraklar Üzerinde (1954, genişletilmiş bas. 1964), Suçlu (1957, 3. bas. 1972), Devlet Kuşu (1958, Avare Mustafa adıyla filme de alındı, 1961), Vukuat Var (1959, 1972), Gavurun Kızı (1959), Küçücük (1960-1968), Dünya Evi (1960), El Kızı (1960), Hanımın Çiftliği (1961), Eskici ve Oğulları (1962, 2. bas. Eskici Dükkânı adıyla 1970), Gurbet Kuşları (1962), Sokakların Çocuğu (1963, 1970), Bir Filiz Vardı (1965, 1970), Müfettişler Müfettişi (1966), Yalan Dünya (1966), Evlerden Biri (1966, 1972), Arkadaş Islıkları (1968, 1972), Sokaklardan Bir Kız (1968), Üç Kağıtçı (1969), Kötü Yol (1969), Kaçak (1970).
OYUNLARI: İspinozlar (ilk oyn. 1964, bas. 1965. Daha sonra Yalova Kaymakamı adıyla oynandı, 1968); iki öyküsüyle iki romanını da sonradan oyunlaştırdı: 72. Koğuş (bas. ve oyn. 1967. Bu oyunuyla o yıl Ankara Sanatsever Derneği tarafından yılın en iyi oyun yazarı seçildi), Bekçi Murtaza (oynandı), Eskici Dükkânı (oyun 1969).
Şükran Kurdakul
Çağdaş Türk Edebiyatı 4