Ömer Ağın: BDP’nin Oyları Yükseliyor, Cemaat Manevi Güçünü Yitiriyor

Kürt meselesinde Tayyip Erdoğan’ın giderek geleneksel devletçi tutuma yönelmesi, uygulanan baskılar, kitlesel tutuklamalar ve  psikolojik savaş Kürtler’den oy alan tek burjuva partisi olan  AKP’nin  taban kaybedip  oylarını  düşürürken  BDP’nin oylarını mı yükseltiyor? Legal alan daraldıkça gençler arasında “Dağa gidişler” artı mı, azaldı mı? Cemaat Kürt toplumu arasında ağırlığını neden kaybediyor? Devlet için psikolojik savaşın en önemli argümanı hala din mi? Hocalı katliamını protestoyla su yüzünen çıkan düzen destekli ırkçılığın temeli nereye dayanıyor? gibi sorulara yanıt arayan, “Alev, Duvar ve Tkp”, “Kürtler, Kemalizm ve Tkp” adlı iki kitabıyla tanıdığımız Ömer Ağın’ın ilgili yazısını aşağıdan okuyabilirsiniz.

Psikolojik savaşın amacı nedir?  

Klasik ve “soğuk savaşlarda”, psikolojik savaş, düşman sayılan ülke halkının ve askerlerinin psikolojisini bozmak, onların kendi ülkelerine, silahlı kuvvetlerine ve hükümetine olan güvenini sarsmak, halkın arasında “savaşın kaybedildiğine” dair söylentiler yayarak, paniğe, güvensizliğe ve korkuya neden olmak… 1977’de Moskova’da psikolojik savaşı anlatan “klasik” bir film izlemiştim. Belgesel bir nitelik taşıyordu. Moskova önündeki çarpışmalarda bir Sovyet askeri Nazi ordularına esir düşer. Eğitim düzeyi “geri”, “gezip” gördüğü yerler de çok sınırlı olan bir kişidir. Esir düşen asker önce korkunç işkencelerden geçirilir, maddi ve psikolojik direncini kırmaya çalışırlar. Sonra “babacan” rolünü oynayan bir SS subayı esir düşen askeri karşısına alıp “nasihat” etmeye başlar. “Komünizmi kötüler, Sovyet yönetiminin baskıcıdır, Stalin’in diktatördür”… diye konuşmaya başlar. “Nasihat” saatlerce sürer. Esir asker hiçbir tepki vermeden sadece söylenenleri dinler. SS subayı bu suskunluğa müthiş derece kızar ve morali tuzla-buz olur. SS subayı; askere “uzun zamandır konuşuyorum, sen ise hiçbir tepki vermeden susuyorsun, dilini mi yuttun” der. Asker hayretler içinde kalmış bir tavırla ve kendinden emin şekilde; “Ben hayatim da ilk kez karşımda etten ve kemikten bir faşist görüyorum, suskunluğum bundandır” der. SS subayı bu cevabı duyunca, kudurmuş bir şekilde belindeki tabancanın içindeki tüm mermilerini esir düşen, ama teslim olmayan Sovyet askerinin üzerine boşaltır. Asker ölür ama SS sumayı ise psikoloji olarak tamamen çöker. Bu çöküş Nazi faşizminin yenilgisinin başlangıcı olur. Sovyet orduları Berlin’e kadar ilerler.

Şimdi bu “klasik psikolojik savaşın” bize karşı yürütülmesiyle Hükümetin, ordunun, polisin,

Partimiz BDP’nin oyları son otuz yıllık tarihimizin en yüksek noktasına tırmandı. Artık barajı zorluyoruz. En önemlisi halkımız militanlaştı, korku mefhumunu yaşamından çıkarıp attı ve dünya politik değerleri yerini çoktan alan bir “liderlik” yarattı.

Bizler bilemesek de, devlet kaynakları ve medya, “dağa gidişlerin” sürmekle kalmadığını, artmakta olduğunu bildirmekte.

Bu iki olgu hangi koşullarda ortaya çıktı? Birincisi eşi görülmemiş bir kitlesel tutuklama ve yine eşi görülmemiş bir teknikle yürütülen kanlı saldırılar ortamında.

Bu durumda sonuca varabiliriz: Psikolojik savaş iflas etmiştir.

Psikolojik savaş Gülen Cemaati’nin Kürt Özgürlük Hareketi’ne karşı “etraflarını çevirin, köklerini kazıyın, işlerini bitirin” sloganıyla zirveye tırmanmıştı. Hem ABD, hem de devlet, özellikle 12 Eylül’den beri “binbir emekle örgütledikleri” bu silahı, çaresizlik yüzünden ateşlemişti. Sanılmıştı ki, bizim insanlarımızın arasında yürütülen “Türk-İslam misyonerlik” faaliyeti artık “olgunlaşmış” ve “son darbeyi vurma” zamanı gelmişti. Bunun için Gülen Cemaati “hemen şimdi” harekete geçti, Fethullah Gülen insan boğazlar gibi yaptığı el hareketleriyle ünlü konuşmayı yaptı, “5 bin olsa da 50 bin olsa da yok edin” dedi ve der demez de büyük bir hızla deşifre oldu. Şimdi Cemaat Kürt toplumu arasında “manevi” ağırlığını kaybetti. Onun gücü artık “maddi”.

Psikolojik savaşta en büyük faktör “din faktörü”. Kürt halkını dize getirmek isteyenler, böylece en büyük “silahlarını” kullandılar ve artık ellerinde daha etkili bir “psikolojik” silah malzemesi yok. Hükümet kanlı imha hareketlerini, tutuklama histerisini Kürt toplumuna kabul ettirecek her türlü manevi ve psikolojik silahtan hızla yoksun kalıyor.

Bu da yürütülen kirli savaşı kaybetmek anlamına geliyor.

İşin bu yanı böyle olmakla birlikte, Türkiye’de yürütülen psikolojik savaşın özgün bir yanı var. Hükümet psikolojik savaşı “düşman bir ülke halkına ve ordusuna” karşı yürütmüyor. Arada sınır yok. Ve psikolojik savaş Kürt halkı arasında gücünü yitirirken, onun zararlı etkileri Türk toplumuna tehlikeli bir şekilde zarar veriyor.

Hocalı katliamını protesto mitingi bu zararın boyutlarını gözler önüne serdi. Türk devleti Kürtleri çökerteyim derken kendi kendisini zehirliyor.

Bu rastlantı değildir. Hükümet Malatya’da Amerikan askerlerini üsse yerleştirdi. Türkiye bölgedeki rakibi İran’ı ABD ile işbirliği yaparak devre dışı bırakmak istiyor. Suriye’ye karşı yürütülen siyasetin asıl hedefi İran. Bunun Taksim mitingiyle ilgisi ise şu: 1990 başında Azerbaycan’da darbe teşebbüsünde bulunan Türk “derin devleti” yeniden hareket halinde. Azerbaycan’da Türk “nüfuzunu” artırma çabaları yoğunlaşıyor. Çünkü Azerbaycan’daki Aliyev Hükümeti Rusya ile dirsek temasında ve İran’daki Azeri Şii nüfus Azerbaycan nüfusundan fazla. Bu durumda Azerbaycan’ın konumunu etkilemek ve onu Rusya’dan uzaklaştırmak, İran’a karşı kışkırtmak için “Ermeni düşmanlığı” bizzat Hükümetin üyesi İçişleri Bakanı’nın katıldığı bu tür mitinglerle tırmandırılıyor.

Bu tehlikeli bir oyundur. Agos’u basmaya yeltenen “beyaz külahlı”lar, yarın büyük tehlike yaratacaklardır. Bizim halkımızın arasında “beyaz külahlıların” kıymeti harbiyesi yoktur. Ama onlar Türk toplumunda hızla yayılmaya müsait habis urlardır.

Evet. Biz Kürtler kendi toplumumuzun içinde psikolojik savaşı göğüsledik. Onun artık stratejik başarı şansı kalmadı. Ama şimdi Türk toplumunu zehirleyen bu savaşın bir an önce sona erdirilerek Türk toplumunu kurtarmak, biz Kürtler için de hayati bir meseledir. Zehirlenen bir Türk toplumu, tüm bölgeye zarar verir. Şimdi yalnız bütün parçalardaki Kürtlerin değil, Türklerin, Çerkezlerin, Azerilerin, Ermenilerin, Acemlerin, Arapların, Yahudilerin ortak çıkarı, Türk toplumunun demokratikleşmesinde, ırkçı nefretten arındırılmasındadır.

Şu anda Türk milliyetçiliği Kafkaslarda ve Ortadoğu’da diğer hegemonyacı bölge devletleri gibi, başlıca savaş faktörlerinden birisidir.

Biz Kürtlerin bütün parçalardaki mücadelesi işte bu olgudan dolayı tüm halkların çıkarınadır.

Kürt Özgürlük Hareketi bölgede başlıca barış faktörüdür.

Gündem
09/03/2012 

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz