Aşksız seks yapabilirsek, çağlar boyunca insan aşkının ayrılmaz bir parçası olan daimonik kaygıdan kaçarız sanıyoruz. Eğer cinsel eylemin kendisini erosun istediklerini üstlenmekten kaçmak için kullanırsak, kaygıya karşı hava geçirmez bir savunma edindiğimizi umabiliriz. Artık duyusal zevk veya tutku olmayan seks güdüsünün yerini, kimlik kazandıran ve güvenlik sağlayan sahtesi alır; seks, kaygı gideren bir stratejiye indirgenmiş olur. Böylece iktidarsızlığın ve duyusuzluğun daha sonra gelişmesi için gerekli koşulları hazırlamış oluruz.
Ölüm ve aşk arasındaki ilişkinin diğer bir yönü vardır. Cinsellik saplantısı, çağdaş insanın ölüm korkusunu örtmeye yardım eder. Yirminci yüzyılda, bu evrensel korkuya karşı, atalarımızı zırhlayan ölümsüzlük inancı gibi savunma yöntemlerimiz çok azdır ve ayrıca yaygın olarak kabul edilmiş bir yaşam amacımız da yoktur. Sonuç olarak, ölüm farkındalığı günümüzde yaygın olarak bastırılmıştır. Fakat aynı zamanda da, hiçbirimiz zihnimizin aşırı bir biçimde seksle meşgul olduğunu görmezden gelemez: Mizahımızda, tiyatromuzda, ekonomik yaşamımızda ve hatta televizyon reklamlarında… Bir saplantı, başka bir alandaki kaygıyı boşaltır ve kişinin hoş olmayan bir şeyle yüzleşmesini önler. Seks saplantımızın üstesinden gelebilseydik neyi görmek zorunda kalırdık? Ölmek zorunda olduğumuzu. Etrafımızdaki seks yaygarası, kapıda bekleyen ölümün varlığını bastırır.
İçimdeki iktidarsızlık korkusunu örtmek ve susturmak için iktidarımı kanıtlamaya çabaladığımda, insanın kendisi kadar eski bir kalıba giriyorum. Ölüm son iktidarsızlığın ve sonluluğun simgesidir ve bu kaçınılmaz deneyimden doğan kaygı, kendimizi seks yoluyla sonsuz yapma mücadelesine yol açar. Cinsel etkinlik, içsel ölüm korkusunu susturmanın ve üreme simgesi sayesinde, onu yenmenin en kolay yoludur.
Ölümü ve onun simgeciliğini bastırma yollarımızın, Viktorya dönemi insanlarının seksi bastırma yollarına inanılmaz bir biçimde benzediğine dikkat edin.8 Ölüm müstehcen, ağza alınmaz, pornografiktir; seks kötüyse, ölüm de kötü bir hatadır. Ölüm, çocukların yanında konuşulma malıdır, hatta mümkünse ölümden hiç konuşulmamalıdır. Viktorya dönemi kadınlarının bedenlerini kat kat elbiselerle örttükleri gibi, biz de ölümü garip renkli tabutlarla giydiriyoruz. Ölüm daha güzel koksun diye tabutun üstüne çiçekler atıyoruz. Yalandan cenazelerle, defin törenleriyle, süslü mezarlarla merhum sanki ölmemiş gibi yapıyoruz ve ne kadar az keder o kadar iyi diyen psikodinsel vaazlar veriyoruz.9 Ekonomimiz bile, her şeyi merhum hiç ölmemiş gibi düzenleyerek, aynı fiziksel rahatlık vaadine katılmaktadır. Çocukları koruma, koku ve giysiyi gizleme, yalandan törenler, en sonunda içsel olarak da numara yapma; bütün bunlar Viktorya dönemindekilerin seksi bastırmalarına çarpıcı bir biçimde benzemektedir.
Fakat insanoğlu, deneyimin önemli hiçbir biyolojik veya duygusal yönünü, eşit miktarda içsel kaygı geliştirmeden engelleyemez. Saplantının olduğu yerde, buna eşdeğer bir bastırmanın olduğunu varsayabiliriz. Ölümü ve simgelerini bastırmanın yarattığı kaygı nereye gider? Zihnimizin zorlanımlı bir biçimde seksle meşguliyetine. Ölümün bastırılması eşittir seks saplantısı. Seks, canlılığımızı kanıtlamanın, hâlâ “genç”, çekici ve iktidarlı olduğumuzu göstermenin, daha ölmediğimizi kanıtlamanın en kolay yoludur. Bu, doğa üzerindeki iktidarımızı esas biçimiyle onaylamanın ağırlığını taşır. Bu umudun anlaşılabilir bir biyolojik temeli vardır; öyle ki, cinsellik ve üreme, adımızın ve genlerimizin ölümümüzden sonra da yaşayacak çocuklarımızda devamlılığını sağlama alan tek yoldur.
Cinselliğe duyulan çağdaş ilgi, insanın her zaman bildiği bu biyolojik gerçeğin ötesindedir. Zihnin zorlanmalı bir biçimde seksle meşgul olması bireyi öylesine uyuşturur ki, birey kendisinin öleceği ve hakikaten ölümün tek değiştirilemeyecek deneyimin her an olabileceği gerçeğini itiraf etmek durumunda kalmaz. Doğaya yabancılaşmamız ne kadar büyükse yabancılaşmanın en büyük simgeleri atom bombası ve radyasyondur ölüme de o kadar yakınızdır. Doğaya atomları parçalama biçiminde yapılan tecavüz, ölüm korkumuzla, (korkuyu hep artıran) suçluluğumuzla ve bu nedenle iki misline çıkan ölüm farkındalığım bastırma gereksinimimizle ilişkilidir. Burada ana simge devreye girer; doğa anadan söz ediyoruz. Atomu parçalama başarısını yaşamak, “ölümsüz kadın” üzerinde güç kazanmaktan çok da farklı değildir. Atom bombası bizi simgesel anayla çatışmaya sürükler. Bombanın yapımının neredeyse herkes için kişisel bir simgesel güç taşımasının nedeni budur. Batılı insanın gömülü derinliklerde büyük oranda suçluluk belirtileri göstermesine şaşırmamak gerek!
Ölüm farkındalığını bastırma dürtüsü, “iktidar mitine” olan güveni nedeniyle, ağırlıklı olarak Batılı insanın üzerine düşer. (“Mit” terimini, yaygın olan “yalan” anlamında değil, tarihsel açıdan doğru olan deneyime anlam ve yön veren psikobiyolojik örüntü anlamında kullanıyorum.) İktidar miti, Rönesans’tan bu yana. Batılı insanın kimlik mücadelesinde merkezi bir rol oynamış, psikolojik ve ruhsal kişiliğinin biçimlenmesinde özellikle önemli olmuştur. Batılı insanın, fiziksel bilimlerde ve sanayileşmede şaşırtıcı başarılara yol açan doğayı kullanma uğraşı, on dokuzuncu yüzyıl sonu ve yirminci yüzyılda insanı da kapsamına almıştır. Buna göre kendimi kullanarak iktidar kazanıyorum. Fakat bunda başarılı olursam, gerçekten iktidarlı olamam; çözülemez bir ikileme düşüyorum. Benliğim, kullanılmaya boyun eğen hareketsiz bir canlı madde parçası. Kendini kullanma, başkasını kullanma gibi, iktidarı asla artırmaz, tam tersine, onu zayıflatır. İktidarlı bir kişiyi veya kuralı, kullanıcıyı, her zaman arkamızda varsayarız. Fakat sistem genişledikçe, bu “perde arkası” kişi veya kural sonsuz bir gerilemede kaybolur. Denetleyeni denetleme karmaşık da olsa gerçek bir sorundur ve olumsuz anlamda daimonik olana dek hep geriye kaydırılır.
Bireysel iktidar miti, ekonomik, sosyal veya coğrafi olsun, gerçek bir keşif sahasında büyüyen biz Amerikalılar için özellikle vurgulanmıştır. Örnek olarak aldığım Batı sahasında, bir insanın kendini ellerinin gücüyle savunması, kaba ve etkin bir fiziksel güç geliştirmesi, şefkatin ve içli duyguların, silahını çekerken hareketini yavaşlatmaması çok önemliydi. Gerçekten de, ilk kez Freud’un söylediği, sert ve dik olduğunda kullanışlı silahın penis simgesi olması. Viyana’dan çok Amerika’da anlamlıdır; sosyal değişime rağmen hâlâ inandırıcı olan ender özel kültürel simgelerden biridir. Ernest Hemingway’in yaşamı ve efsanesi, bu sahadan taşınmış iktidarın erkeksi erdemlerin canlı resimlerini sunar fiziksel güç, avcılık, (cinsel iktidarsızlıkla gerçek mücadelesini ve cinsel iktidarsızlık korkusunu bir parça dengeleyen) cinsel yetenek, yazılarındaki hareketli konular ve biçemler. Fakat ölüm ve ölümün ne zaman olduğu bilinmeyen gelişi karşısında yaşamı sürdürmenin dayanılmaz kaygısı, Hemingway altmışlı yaşların ortasına gelip cinsel açıdan iktidarsız olduğunda baskın bir tehdit haline geldi, ve onu, bir insanın iktidarını kanıtlamak için yapabileceği en son eyleme, yani intiharla yaşamına son verişe götürdü. Bireysel iktidar erdemine sarıldıkça ölümün yüzüne gülebilirsiniz. Ancak bu üstünlüğü kaybettiğinizde, seçiminiz ya ölümü ve onun aşamalı ve alçak zaferini kabullenmek, ya da Hemingway’in yaptığı gibi ona balıklama dalmaktır.
Seks ve ölümün ortak yanları, mysterium tremendumun iki biyolojik yönü olmalarıdır. Gizem burada verilerin sorunu çiğnediği durum olarak tanımlanır bu iki insan deneyiminde son anlamını bulur. Her ikisi de yaratma ve yıkmayla ilgilidir; ikisinin de insan deneyiminde karmaşık biçimlerde birbirine geçmiş olması hiç şaşırtıcı değildir. İkisinde de bir olay tarafından teslim alınıyoruz; ne aşkın ne ölümün dışında durabiliriz ve eğer denersek, deneyimin tüm değerini yok ederiz.
Rollo May
Aşk ve İrade