<öncesi] Her ne kadar tarih kayıtlarında, örneğin Ispartalıların sağlıksız çocuklarını dağ başına bırakmaları, benzer bir uygulamanın Japon geleneklerinde de yer alması, Eskimo töresinde ise yaşlıların buzullar üzerinde ölüme terk edilmesi yazılıysa da, konuya tıp açısından bakıldığında, yaklaşık 2500 yıldan beri gündemde olan Hipokrat yemininde “istekte bulunulsa bile hiç kimseye öldürücü zehir vermeme veya tavsiye etmeme” ilkesinin yer aldığı görülmektedir. Ancak, bu genel kabul görmüş ilkeye rağmen, tedaviye başlamamak ya da tedaviyi sonlandırmak gibi uygulamaların bir adım ötesinde karşımıza, yaşamının son dönemindeki hastayla ilgili kararlar, ötenazi ve canlandırma uygulamayınız buyruğu [do not resuscitate orders; DNR] çıkmaktadır.
Ötenaziyi, tıbbın iyileştiremediği ve/veya nitelikli yaşam sağlayamadığı hastaların, istemeleri durumunda, yaşamlarının sona erdirilmesine olanak sağlamak şeklinde tanımlamak olasıdır. Eski yunanca Euthanasia sözcüğü [Eu: tatlı, güzel; thanosos: ölüm] tatlı, rahat ölüm anlamına gelmekte olup, bu kavram antik çağdan günümüze kadar, tıp etiğinin en sık tartışılan konularından birini oluşturmuştur.
Ötenaziyi üç farklı açıdan: Hekim, hasta ve eylem açılarından ele almak olasıdır: Hekimin eylemi açısından, Pasif ötenaziyi, ölümcül sorunu olan, ancak çeşitli tıbbi girişimlerle yaşamı yapay olarak uzatılan bir kişide, kendisinin ya da yasal temsilcisinin isteği doğrultusunda, tıbbi girişimi sonlandırmak biçiminde tanımlamak mümkündür. Bu uygulamada hekim, yaşam desteğini çekerek, hastalığı doğal gelişimine bırakır (Canlandırma uygulamayınız buyruğu şeklinde tanımlanan eylem artık bu grupta yer almaktadır). Aktif ötenazi’de ise söz konusu hastalık ölümcül olmayabilir; ancak hastayı uzun sürebilecek düşük nitelikli bir yaşam ya da acı verici ölüm süreci beklemektedir; hasta ya da temsilcisi, bu gelişmelerin yaşanmaması için ölüm isteğinde bulunabilir. Burada hekim, hastanın yaşamına son verme isteğine, tıp bilgisini kullanarak ve aktif olarak katılır. Son yıllarda “hekim yardımlı özkıyım” [physician assisted suicide] şeklinde adlandırılarak hekimin aktif rolü hafifletilmeye çalışılan bu girişimde, doktor hastasına, yaşamını zahmetsizce sonlandırması için gerekli düzeneği veya yeterli doz ilacı sağlar; ancak eylemi gerçekleştirmek (örneğin ölümcül doz ilacın alımı) hastanın kendi özgür iradesine kalmıştır.
Hastanın istemi açısından, Gönüllü ötenazi hastanın bu isteğini sözlü ya da yazılı olarak açıkça ifade etmesi olarak tanımlanır. Elbette bu tür bir isteğin geçerli olabilmesi için kendisinin, tıbben ve hukuken karar verme yeterliliğine sahip olduğu kanıtlanmalıdır. Gönüllü olmayan ötenazi ise hastanın ifadesinin mümkün olmadığı durumlarda söz konusudur. Etik açıdan çok tartışılan bu uygulamada hastaya ait karar, çoğu zaman aile bireylerinden biri olan yasal bir temsilci tarafından alınır. Gönülsüz ötenazi’de ise hastanın karar verme yetisi bulunsa bile, ya fikri sorulmadan ya da karşı çıkmasına rağmen uygulama yapılır. Bu grupta değerlendirilecek uygulama örneklerine ülkemizde özellikle kanser hastaları konusunda sıkça rastlanmaktadır; hasta haberi olmaksızın, ailesi tarafından sağlık kurumundan alınarak evine götürülmekte, profesyonel tıbbi bakımdan uzaklaştırılmakta, ama evde sağlanan bakımla yaşam süresi beklenenden daha kısa olmaktadır. Elbette, bu uygulamanın savunucuları, hastaların son dönemlerini soğuk hastane ortamları yerine, sıcak yuvasında, sevdikleri ile birlikte geçirmesinin daha doğru ve insani olduğunu ileri sürmektedir.
Eylemin içeriği acısından bakıldığında, Dolaysız ötenazi uygulamasında eylem doğrudan yaşamı sonlandırmayı hedefler. Hastanın damarına potasyum enjekte etmek böyle bir eylemdir ve giderek daha sıklıkla Aktif ötenazi olarak tanımlanmaktadır. Dolaylı ötenazi’de ise çift etki olgusu söz konusudur; örneğin ağrısı dayanılmaz olarak artış gösteren hastaya, yükselen miktarlarda morfin verilerek rahatlatılması sağlanırken, bu uygulamanın bir süre sonra yan etki olarak solunumu baskılayacağı ve hastanın ölümünü hızlandıracağı bilinir.
Ötenazi konusunda her toplum, kendi değer öncelikleri ve insan yaşamına yüklediği anlam doğrultusunda farklı ilkeler benimsemiştir. Örneğin yaşamın özel değerinden söz edenler, ötenaziye karşı çıkmaktadırlar. Bu yaklaşım yaşamın kutsallığından (dinsel yaklaşım) ya da yaşama hakkının dokunulmazlığından (laik yaklaşım) hareketle, bireyin yaşama hakkından kendi iradesi ile vazgeçmesini reddeder ve ölme hakkına karşı çıkar. Bu anlayışa karşı görüşte olanlar ise, yaşamın niteliği ve kişinin yaşam üzerindeki tasarrufta bulunma hakkını savunurlar; bu görüşe göre, yaşamın kötü niteliği, yaşamı yaşamaya değmez hale getirmektedir ve bu nedenle kişinin yaşamla ölüm arasında bir seçim yapma özgürlüğüne sahip olması gerekmektedir.
Çağdaş tıbbın tüm olanakları kullanarak gerçekleştirmeye çalıştığı yaşamı uzatma çabası, I. Illich’in önderliğini yaptığı bir grup düşünür tarafından sert biçimde eleştirilmekte; ölümün tıbbileştirilmesinin gereksiz ve yanlış bir yaklaşım olduğu savunulmaktadır. Illich’e göre, bir yandan ötenazinin önemini tartışan Batı tıbbı, bir yandan da yaşam süresini mekanik biçimde uzatmakta ve kendi içinde büyük bir çelişkiye düşmektedir. Bu savı destekler nitelikte bir gözlem, Simone de Beauvoir’ın dilimize Tatlı bir ölüm başlığıyla çevrilmiş olan kitabında da yer almaktadır; yazar, annesinin son anlarında, tüm yoğun bakım çalışanlarının son bir gayretle ve her türlü araç-gereci kullanarak, ancak oldukça da duygusuz bir çaba ile nasıl ölümü geciktirmeye çalıştıklarını; bu tablonun kendisi için çok yapay ve gereksiz göründüğünü anlatmaktadır. Acaba hangi görüş haklıdır? Doğrusunu isterseniz buna karar vermek zor…
Tanrım, sen ruhun derinliklerinden çıkan
yakarışları dinliyor ve acı çeken, üzgün yaratıklarını yaşam
zincirlerinden kurtarması için ölümü yolluyorsun.
Foscolo
Hekimin, Hipokrat andına karşın, ölüme kayıtsız kalarak bireyin istemi doğrultusunda müdahale etmemesi, ölüm oruçları sırasında da tartışılan bir konudur. Kişilerin kendi hak ve özgürlüklerini korumak, ayrıca seslerini duyurmak için seçtikleri ölüm orucu eylemlerinde zorla beslenmeleri, yaşama hakkının dokunulmazlığı savına dayandırılmaktadır. Burada ortaya çıkan durumu, ifade özgürlüğü ile yaşama hakkının çatışması olarak nitelendirmek mümkündür. Konuyla ilgili olarak birçok ülkede devlet görevlileri “kamu güçlerinin gözetimleri altındakilerin ölmesini engellemek için her yola başvurulmasını” meşru sayarken, Dünya Tabibler Birliği’nin 1975’te Tokyo, 1991’de Malta bildirgeleri grevcinin bilinci açık olduğunda kararına saygı gösterilmesini savunmakta; ölüm tehlikesi meydana geldiğinde, bilinç kaybı olduğunda, koma durumunda ise, hasta-hekim ilişkisi kapsamında müdahale edip etmeme kararını hekime bırakmaktadır.
Tıbbi açıdan gebeliğin sonlandırılması, yaşam ve ölüm ayırımında yoğun tartışmaların odaklaştığı bir diğer konudur. Fetüsün uterusun dışında yaşama yeteneğini kazanmadan gebeliğin sonlandırılması kürtaj ya da düşük olarak tanımlanır. Hipokrat andına tekrar dönersek, “kadınlara çocuk düşürmek için vasıtalar temin etmeyeceğime” ifadesinin yer aldığı; ancak konunun yüzyıllardan beri sert tartışmalara konu olduğu görülmektedir. Burada “insan yaşamının ne zaman başladığı, fetüsün bir insan olup olmadığı, döllenmeden doğuma kadar olan sürecin neresinde ‘insan’, hangi aşamada ‘kişi’ sayılacağımızın” önemi vardır. Bu konu hakkındaki görüşü ne olursa olsun, bir hekimin annenin hayatının kurtarılması söz konusu olduğunda, annenin sağlığı tehlikeye girdiğinde ve nihayet tecavüz, ensest ilişki sonucu ortaya çıkan gebeliklerde, bu durumun hem kadın, hem de çocuk üzerindeki ruhsal, toplumsal olumsuzluklarını göz önüne alarak hareket etmesi akılcı bir yaklaşımdır. Ancak, yaşamın ve yaşamın başlangıcının sorgulanması devam ettikçe, bu konu ile ilgili olarak son sözün söylenemeyeceği de yadsınmaz bir gerçektir.
İsterseniz bizde ölüm olgusunu tıbbileştirmekten vazgeçelim ve hastalık/ölüm konularındaki tüm ilerlemelere karşın, bu iş de hâlâ bir eşitsizlik olduğunu düşünerek sözü şaire bırakıp son noktayı koyalım:
Ben sizi ölmüş zannediyordum
Başucumda durup el ele verdiniz
Buyrun, oturun dostlar
Hoş gelip, sefalar getirdiniz…
.
Bir eski Acem şairi:
“Ölüm adildir” diyor
“aynı haşmetle vurur şahı fakiri”
.
Haşim,
Neden şaşıyorsunuz ?
Hiç duymadınız mıydı, kardeşim
Herhangi bir şahın bir gemi ambarında
Bir kömür küfesiyle öldüğünü ?…
.
Bir eski Acem şairi:
“ölüm adil…”
Şişeyi bırakın Ahmet Cemil
Boşuna hiddet ediyorsunuz
Biliyorum
Ölümün adil olması için
Hayatın adil olması lazım, diyorsunuz…
.
Bir eski Acem şairi…
Dostlar beni bırakıp,
Dostlar, böyle hışımla
Nereye gidiyorsunuz…
.
Nazım Hikmet
____________________________________
Kaynakça
“Labrousse A.: L’immortalité au temps des pyramides”. Pour la Science 299:54, 2002
Eldem E.: “Osmanlı mezar taşlarında gelenekve modernlik: Değişen ölüm”. Toplumsal Tarih 110: 42, 2003.
Ramonet I.: “Lamort inégale”. Maniére de voir 73:6, 2004.
Kuray G.: Ugo Foscolo’da Yaşam, Ölüm ve Ölümsüzlük, Öteki yayınevi, 2. baskı, Ankara, 1998.
Clark D: “Betweeen Hope and Acceptance: The Medicalisation of Dying”. Br Med J 324:905, 2002.
İnceoğlu S.: Ölme hakkı-ötenazi. Ayrıntı yaynları, İstanbul,1999.
Aries P.: Batılının Ölüm Karşısında Tavırları, çev.: Mehmet Ali Kılıçbay, Gece yayınları, Ankara, 1991.
Güven K.: Kişilik Hakları ve Ötenazi, Nobel Yayın Dağıtım, Ankara, 2000.
“Task force on ethics of the Society of critical Care Medicine: consesus reporton the ethics offoregoing life-sustaining treatmentsin the critically ill”. Crit Care Med 18:1435, 1990.
“The ethics committee of the Society of Critical Care Medicine: consensus statement of the Society of Critical Care Medicine’s ethics committee regarding futile and other possibly inadvisable treatments”. Crit Care Med 25:887, 1997.
Sjörkvist P., Nilstun T., Svantesson M.: “Withdrawal of life support-who should decide? Differences in attitudes among general public, nurses and physicians”. Intensive Care Med 25:949, 1999.
Oğuz N.Y.: “Ötenazi ye etik yaklaşım-Tıp etiği açısından yaşamın son döneminde karar verme süreçleri”. Medikal Etik, ed. H. Hatemi, 61, Yüce Reklam, Yayım ve Dağıtım, İstanbul 2001.
Özaltay B.: Ötenazi ve Getirdiği Etik Sorunlar, Uzmanlık tezi, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakültesi Deontoloji ve Tıp Tarihi Anabilim Dalı, İstanbul 1996.
Ellershaw J., Ward C.: “Care of the dying patient: the last hours or days of life”. Br Med J 326:30, 2003.
Cogito
Sayı: 40 Yaz 2004 Selim Badur
bunun bir kısmı ilginç