Bu gün salı olduğuna göre pazartesi günüydü, yani dün. Pazartesileri nedense insan öteki günlerden daha fazla yoruluyor. Belki hafta sonu bitti diye üzülüyor insan, belki ulan yine mi aynı fabrika, aynı makine, aynı ceberut suratlar diyor, bilmiyorum. Yorgundum işte, üstelik yarım saat otobüs beklemiştim durakta. Otobüslerin geliş gidişlerini gösteren tarifeye bakılırsa o yarım saat içinde iki otobüsün gelmesi gerekiyordu, ama gelmiyorlardı işte. Sonunda geldi otobüs, durak ana baba günü, iten, kakan, ayağına basan, sırtına çıkan, söven, homurdanan… Bindim otobüse, şans işte oturacak bir de koltuk buldum. Adamın biri iki koltuğa birden yayılmış, sanırsın köy kahvesinde oturuyor mübarek. Şuraya oturabilir miyim, diye sordum, yüzüme küfür eder gibi baktı ama eli mecbur, biraz toparladı kıçını.
Cepten Gelen Cinayet
Biz de onu söylüyoruz hâkim bey! Allah’ın verdiği canı kul alamaz diyoruz, amenna. Ama bu işin Allah’la, kitapla alakası yok.
Bir insan hiç istemediği halde başka bir insanı neden öldürür, onu anlatıyoruz burada, bırakmıyorsun. Elimi babamın keyfine kana bulamadım. İtiraf ediyorum, öldürdüm, pişmanım, ama tren geçti o başka mesele.
Ne treni mi? Hiç kaldırım çiğnememiş insanlar gibi soruyorsun hâkim bey. Tren geçti işte, yani olan oldu, biten bitti, pişman olsan kaç yazar? Dün dündü, bu gün bu gün. Dün işi, evi, ailesi olan biriydim, bu gün kanlı bir katil olarak önünüzdeyim. Tren geçti, aynı trene aynı durakta yeniden binme şansım yok.
O sizin adını söylediğiniz ve “İnsan aynı suda iki kere yıkanamaz” dediğiniz düşüncenin babası olan fıttırık filozofu tanımıyorum, tren geçti sözünü de ben uydurmadım. Benim felsefem başkaydı hâkim bey. Benim felsefem insanı sev olarak sabitleşmişti.
Hem insanı sevip hem insan öldürmek nasıl mı oluyor? Yahu sen ne kadar sabırsız birisin, burada kaymakamın iti havlamıyor, anlatıyoruz işte.
Ne, bu sözün aslı başçavuşun beygiri osurmuyor şeklinde mi? Olabilir, el öyle söyler ben böyle, ne olmuş yani? Anayasa herkese düşünce özgürlüğü tanımıyor mu hâkim bey? Ben de özgürlük hakkımı kullanıyor, kendi sözümü üretiyorum.
Mürekkep yalamışlar gibi konuşuyorsun diyorsun hâkim bey, elbette biz de oturduk tahta sıralarda, biz de mürekkep yaladık, kâğıt yuttuk, kalem tükettik, silgi ısırdık, ama kaç para, babamızın gücü yetmedi daha fazlasını okutmaya, fabrika işçisi olduysak kader değil, ekonomi.
Yav babam, her söze nane olmak zorunda mısın? Bir fabrika işçisi olarak ekonomiden anlamam çok mu tuhaf yani? Cüppeyi sırtına geçirmiş, koltuğa dört köşeli ağalar gibi oturmuş milletle dalga geçiyorsun hâkim bey. Öyle ya, suçluyum, cezam da senin cebinde hazır, olanı biteni en gerçek biçimiyle anlatsam kaç para?
Tamam, konuya geliyorum. Bu gün salı olduğuna göre pazartesi günüydü, yani dün. Pazartesileri nedense insan öteki günlerden daha fazla yoruluyor. Belki hafta sonu bitti diye üzülüyor insan, belki ulan yine mi aynı fabrika, aynı makine, aynı ceberut suratlar diyor, bilmiyorum. Yorgundum işte, üstelik yarım saat otobüs beklemiştim durakta. Otobüslerin geliş gidişlerini gösteren tarifeye bakılırsa o yarım saat içinde iki otobüsün gelmesi gerekiyordu, ama gelmiyorlardı işte. Sonunda geldi otobüs, durak ana baba günü, iten, kakan, ayağına basan, sırtına çıkan, söven, homurdanan… Bindim otobüse, şans işte oturacak bir de koltuk buldum. Adamın biri iki koltuğa birden yayılmış, sanırsın köy kahvesinde oturuyor mübarek. Şuraya oturabilir miyim, diye sordum, yüzüme küfür eder gibi baktı ama eli mecbur, biraz toparladı kıçını.
Yanına oturduğum adam… Evet, öldürdüğüm adam, takım elbiseli, efendi görünümlü biriydi. Bir ara dalmışım, adamın ‘Söylesene lan hırbo’ dediğini duydum, sanki bir de dirseğiyle dürttü beni, bir şey mi dediniz dedim. Hayır, dedi. Belki uykuda duydum sesi dedim. Yumdum gözlerimi, bir telefonun zili çaldı, öküz gibi böğürüyordu telefon. O susmadan bir başka cep telefonu dadi dadi diye bağırdı, bir başkası “Dürriyemin güğümleri kalaylı”yı çaldı… Yanımdaki adam yine dirseğiyle dürttü beni ve ‘gelecek misin’ diye sordu.
Nereye dedim? Birden celallendi, kim seninle konuştu lan dedi, terbiyeli ol, deminden beri dürtüp soruyorsun ben de cevapladım dedim. Telefonla konuşuyoruz burada lan köylü dedi. Meğer böyle telefonlar da çıkmış, nereden bileyim. Adamın ne elinde ne kulağında telefon var. Kulaklarına CIA ajanı gibi kulaklık takmış…
Kim Amerika’yı katıyor işin içine hâkim bey, lafın gelişi söyledik işte, MİT deseydik daha mı iyi olacaktı yani?
Tekniğe karşı olan kim hâkim bey? Tekniğin böyle hoyratça kullanılmasına karşıyım ben. Benim otobüste sessizce oturma, kafamı dinleme, bir kahvede, yolda, kaldırımda telefon zili duymadan yaşama hakkım yok mu? Kıçımızı nereye dönsek orada bir telefon sesi. Üstelik yalanın bini bir para.
Hayır, insanların özel yaşamlarına karışmak gibi bir niyetim yok. Yanımdaki adam bana köylü deyince bozuldum elbette. Köylü olmayı küçümsediğim için değil, ama ben doğma büyüme İstanbulluyum hâkim bey. Bu nedenle köylü senin anandır sözü çıktı ağzımdan.
Elbette doğru değildi biliyorum hâkim bey, elbette işin içine adamın anasını karıştırmak terbiyeli bir davranış değildi. Kadıncağızın ne suçu var, her anne hayırlı evlat yetiştirmek ister. Ama dedim ya yorgundum, azıcık sessizliğe, azıcık dinginliğe ihtiyacım vardı, çıktı o söz ağzımdan. Çıkmaz olaydı, adam bir açtı ağzını ne ana ne avrat bıraktı bende. Üstelik bağırıyor, otobüste herkes bana bakıyor, terbiyeli ol ulan dedim, yoksa senin ağzını yirmilik matkapla delinmişten beter ederim.
Sen o matkapla git ananı bilmem ne et demez mi? Yapıştım yakasına, o sırada bir telefonun zili yaylalar yaylalar diye çaldı, bir başkası oyyyeee diye bağırdı, birinin telefonu da resmen öp beni üşüyorum diye seslendi, adam oturduğu yerden yüzüme bir kafa attı, burnumdan kan boşanınca…
Boğa gibi oldum evet, kan görmeye dayanamam ben. Çocukluktan beri böyleyim, bir tavuk bile kesmedim bu güne kadar, kavgayı da sevmem zaten…
Öldürdüm hâkim bey, kavgayı sevmediğim halde bir insan öldürdüm, ikide bir tekrarlaman gerekmiyor bunu. Ama öldürmek için vurmadım ona. Benimki sadece bir korunma duygusuydu, yani refleks…
Sen geç dalganı hâkim bey, sana sövmek bir şey değil, adaleti temsil ediyorsun ya, sana sövsem adalete sövdü olacağım bir de. Bir fabrika işçisinin refleks sözünü bilmesi neden tuhaf sence hâkim bey?
Uzatmıyorum, sen araya girmesen zaten şimdiye anlatmış bitirmiştim. Adama sadece bir yumruk vurdum, herkes şahit buna. O ayağa fırlayıp elini beline atmasaydı o yumruğu da atmazdım belki. Ama tabanca çıkaracak sandım, kulağının dibine bir yumruk attım hepsi bu. Yığıldı kaldı. Şoför otobüsü durdurup yanımıza gelince baktı adam ölmüş.
Ne sonrası? Sonrası malum işte, karakol, bir araba dayak, savcı ve burası. Adam bir şirkette güvenlik görevlisiymiş, yani elini beline gerçekten silah çekmek için atmış. Nefsi müdafaa benimki…
Çekmedi, daha doğrusu çekemedi silahı, çekseydi şimdi ben ölmüş olacaktım değil mi?
Hayır, ne ölen ne öldüren suçlu hâkim bey, tek suçlu o telefonlar. O telefonlar çıkmasaydı, o adam ölmeyecekti.
Konuşsun efendim, ama başkalarını rahatsız etmeden konuşsun. Mecbur muyum dirseklenmeye, mecbur muyum söylenilen yalanları dinlemeye? Her gün aynı terane, adam otobüste gidiyor evdeki karısıyla kavga ediyor, sevgilisine iş toplantısında olduğu yalanını söylüyor, yanındaki kadını mıncıklarken bir başka kadınla aşna fişne ediyor.
Özel hayat, elbette öyle hâkim bey, bizimki ne, genel hayat mı? Sigarayı her yerde içmeyi yasaklayan dingolar cep telefonuyla ulu orta her yerde konuşmayı da yasaklamalılar. Kulak kirliliği, kafa kirliliği, duygu kirliliği yaratıyor bu nesneler. Sinir ediyor insanı sinir!
İtiraf edin hâkim bey, eskiden telefon etmenin ne kadar kutsal, ne kadar değerli olduğunu itiraf edin! Bir postaneye gidip telefon yazdırmak, saatlerce beklemek, sonra memurun Ankara yedi numaraya diye bağırmasını duymak, kutsal bir mabede girercesine telefon kabinine girmek ve aloo diyebilmek ne müthiş bir olaydı. Şimdi ceresinin cüresinin elinde telefon, nereye dönsen dayanılmaz bir mırıltı…
Beni cep telefonu olmayan bir yere mi göndereceksiniz? Ne kadar mutlusunuz hâkim bey, birini daha cezalandırmanın keyfi içindesiniz, oysa ben kendi cezamı çoktan kestim. Beni zevkle tıkacağınız yerden bir gün çıkacağım elbette ve kalan yaşamımı bu lanet alete karşı savaşa adayacağım. Sloganım bile hazır: Bütün cep telefonu mağdurları, birleşiniz! Helâda, lokantada, otobüste, duraklarda, taksilerde, dolmuşlarda, kahvelerde cep telefonuna hayır!
Bakma öyle sağa sola salak salak hâkim bey, Harbiye marşını çalan senin cep telefonun, hay ben onun…”