Mutluluk Özlemi Arayışı – Hanri Benazus

Aslında tüm arzular ve korkular hep mutluluk özleminden ve arayışından kaynaklanır. Haz’lar tatlarını, korkular ve ıstırap’lar ağırlıklarını her zaman hissettirmek isterler. Fakat haz’zı önemsemeyen kişi ıstırap’ tan da korkmaz. Haz’lar, korkular, ıstırap’lar hep anılarımızda yatan ve oradan her fırsatta yenilenen kaynaklanma fırsatı arayan beklentilerdir.

Kişi sürekli olarak bir evrensel zevk peşinde ve arayışında oldukça varoluşu başlı başına bir ıstırap kaynağı olacaktır. Düşüncesinde mutluluğunu filizlendiremeyen insan hep tedirgin, hep ıstırap doludur. Bunlardan kurtuluşu da, kendisini hazza koşullandırmakta bulmaktadır. Yani, insan, bu noktadan sonra ıstırap’tan kurtuluş koşulu olarak hep kendini hazza güdümleme ısrarına bağımlamaktadır.

Istırap hep zevki hedefler ve hep acı ile son bulur; üstelik acımasız bir şekilde. Tüm bunlarda belki de, bu dünyaya gelişimizden önce genlerimize aktarılan ve «Bu dünyaya ıstırap çekmeye ve böylece tekamül etmeye» geldiğimizin kararlılığı mı yatmaktadır. Bilinmez.

Zaten doğum ile ölüm arası dediğimiz yaşam bilinçli ya da bilinçsiz bir şekilde bir yığın olay ve eylemlerin akışı içinde başlayan ve biten bir akış değil mi?

Çekilen acıların ve ıstırap’ların kişinin düşüncesinde bıraktığı ve onun beklentisinin yarattığı korku; insanın ister fiziksel, ister düşünsel yolla olsun bir çeşit korunma direnişidir. Ulaşılamayan ya da ulaşılmakta zorlanılan arzular hep acı ve ıstırap verici olurlar. Tabii beklentileri de korku doludur. Bu madde dünyasında da, mana dünyasında da hep böyledir.

İhtiyaçlar karşılandığında bir rahatlık doğar, ta ki yeni bir ihtiyaç gündeme gelinceye kadar. Elbette, bu ihtiyaç ve arzular bir «ihtiras»a dönüşmedikçe. Normalde acı ve ıstırabın sona ermesi, korku ve endişelerin dinmesi ile sonuçlanır. Ancak, ihtiras’a dönüşen arzular, tedirginliğin ve ıstırap’ların kaynağı olmaya devam ederler. Aslında haz duyma, bir yerde acı ve ıstırapsan o an için kurtulmuş olma duygusudur. Ne yazık toplumu biraraya kenetleyen, ortak hazlardan çok, beraberce çekilen ve duyulan acı, ıstırap ve korkulardır.

Herkes mutlu olmak ve ardından bu mutluluğun getirdiği hazları duyumsamak ister. Ancak edinilen her haz, doğası gereği, doyum noktasında yerini ıstırap ve kedere terkeder. Bu da kişiyi şöyle bir sonuca götürmektedir; Mutluluk, bir yerde ıstırab’ı dışlayamaz. Aslında kişiye zevk ya da ıstırap veren bir şeyin kendisi olmaktan çok düşünce oluşumları ve eyleme dönüşüm koşullarıdır.

Hazzın özü, haz duyan ile duyulan arasındaki düşünce birliğinde yatar. Burada asıl olan, ortak bir karara varış ve kabul ediş vardır. Durum ne olursa olsun, ister düşünce, ister eylem aşamasında olsun, gönüllüce kabul edilebilen her şey haz dolu ve zevk vericidir. Tersi ıstırab’ın kaynağını oluşturur. Kabulün ya da reddin düşünsel, eylemsel ve hatta psikolojik aşamada olması bu sonucu değiştirmez.

Zaten ıstırap etkeni kabul edilemezlerde ve başkaldırılarda yatar. İnsanın «Ego»su doğası gereği hep acı ve ıstırap’tan kaçarak mutluluğu ve hazzı kovalama durumundadır. Sürekli haz arayışı ve tutkusu aslında acı ve ıstırab’ın kaderimize vurduğu damgayı görebilmemizden öteye gidemez.

Arzu ve korku sürekli çatışma halindedir ve sonuç olarak kişide öfkeyi oluşturur. Aslında gerek haz’lar, gerekse ıstırap’lar düşüncede kabullenebilirliklerini sağladığımızda ayrıcalıklarını yitirirler. Bu durumda acı ve ıstırap verici herhangi bir oluşum kişiye haz verici bir durumdan fazla farklı bir etken göstermez.

Hiçbir haz ve ıstırap mutlak kalıcı değildir. Gelecekler, etkilerini yapacaklar ve geçip gideceklerdir. Onları ısrarla tutmak ve geçmelerine izin vermemek tutkuları oluşturur. Doğaları gereği geldikleri gibi gideceklerine göre, bırakalım kendi akışları içinde yaşamımızda fazla katı izler bırakmadan geçip gitsinler.

Kişinin mutluluğu bir yerde kendi farkındalığını kabul edip yaşamasında yatar. Bunun bilincine vardığı anda da huzurunu ve hazzını tadımsar. Bu bir yerde özellikle düşüncenin sürekli üretegeldiği ıstırab’ı kabullenmede, direnmemede ve dayanıklılıkta gerçek mutluluğa yansımasını da sağlar. Kısacası, bir noktada ıstırap bile uyumlu ve olumlu bir düşünce tarzı ile yerini mutluluk ve hazza bırakabilip hale gelir.

Ne var ki, kişinin «Ben»liği hep hazzı kabullenici, acı ve ıstırab’ı reddedicidir. Zaten, düşünsel olarak ıstırabın büyük bir hoşgörülükle kabulü bir yerde «Ben»liğimizi reddetmektir.

O halde edebi mutluluğa giden yoldan «Ben (Ego)»muzu çekmekle sonuca çok daha çabuk varırız. Ego’suz bir dünya kurabilen kişinin cennetini oluşturması çok daha kolay olacaktır. Ama ne yazık ki, düşüncenin sürekli bir ıstırap üreticisi halinde olduğunun benimsenmesi egomuzun direnişine ayrı bir haklılık kazandırır. Sonuç olarak diyebiliriz ki, düşünce tek başına kişinin cennetine de, cehennemine de; özgürlüğüne ve tutsaklığına da açılan kapısıdır.

Düşüncenin istekleri sayısız, ürettikleri sınırsızdır. Onu sürekli denetim altında tutmak, araştırmak, gözlemlemek, onu özgürlüğüne giden yolda kalıcı kılar. Düşünce, kişiyi tam tutsak ettiği hallerde, geçmişin izleri ile beklentilerinin abartıları içinde sağa sola meyleder durur.

Geçmişin oluşturduğu korkular, geleceğe karşı olan mutsuzluğu körükler. Bir taraftan duyulara, diğer taraftan fiziksel yapıya öyle bir yüklenir ki, sonucu psikolojik ya da bedensel eksiklikler olarak görüntü vermeye başlar. Ardında da kalıcı yıpranmalar ve yıkım da. Unutmayalım ki, ıstırap’ları yaşamaya başlamadan önce biz vardık. Istıraplar geçtikten sonra da biz yine olacağız.

O halde, gelip geçici olan bizler değil, o anı bize karartan düşüncenin ürettiği ıstırap’lardan başka bir şey değildir. İyisi mi, siz yine de çektiğimiz ıstırap’ların tutsaklığına değil, sonuçta kalacak olan temel özgürlüğünüze sarılın. Yoksa ıstırap’ların bıraktığı alışkanlığa ve tutkusuna güdümlenir kalırsınız.

Onun için, bu bağımlılığa kapılmadan onların yanlışlığını, yapaylığını, sahteliğini, geçiciliğini görmeye çalışıp o tutkudan özgürlüğe geçişi kolaylaştıralım.

Alışkanlıkları sorgulayıp karara bağlamak düşüncenin görevidir. Düşünce ıstırab’ını ya da huzurunu yaratabildiği gibi aynı zamanda en iyi yok edicidir de. Ancak çok iyi bir özlem duyusu ve dürtüsü ile hareket etmek şartı ile. Istırap’lar ve hazlar bir yığın yanlış bilgi ve duyguların ortaya çıkardığı sonuçlardır. Oysa, sonuçlar her zaman kendilerine ait maksatları kapsayamayabilirler.

İnsan yaşamı boyunca bir yığın olumlu olumsuz duygular yaşar. Ağlar, güler, arzular, korkar, sever, nefret eder, sevinç duyar ve ıstırap çeker.

Bunların hepsi ya doğrudan doğruya düşüncenin sonuçlarıdır ya da bu düşüncelerin oluşturduğu eylemlerden kaynaklanır. Ancak kesin olan bir şey varsa, tüm bunlar, tıpkı kaynağındaki düşünce kadar tümüyle bize aittir. Dolayısıyla bizimliğine ereceğimiz bu duygular ister olumlu, ister olumsuz olsun; kişideki yansıyışı daha hoşgörülü olur. Kişi bu durumda kaynağı kendi sorumluluğu ve kararlığında yansıyan bu duygularda daha sevecen ve anlayışlı olur. Tabii, tüm bunların olduğu gibiliğini kabul etmek de insanın düşüncesinin bir ayrı ıstırap yansıyış şeklidir. «Düşüncenin Istırabı» kişinin kendisini sorgulama çağrısıdır.

Çevrenin ve o günün koşullarının etkisi ya da baskısı altında yapılanlara aslında bize yansıyışları yönüyle pek önemli değillerdir. Çünkü tümden maddeye dayalı, mekanik ve etkilere verilen tepkilerden oluşurlar. İnsanın kendini tarafsız bir gözle gözlemlemesi, bütün bunların baskısından kurtarması için yeterlidir. Her ne kadar zaman zaman bize ait bir düşünce ürünü olmayan bu olaylar kişinin yapısına etki etseler de, yine pek fazla bir önem taşımazlar. Kişinin özünden, düşüncesinden hareketle oluşanlar, bizimliği oranında kişiliklerimizin oluşlarına bile damgalarını basıp geçerler. Önemli olan, tüm olumsuz düşünce, duygu ve eylemlerden bu felsefe altında uzak kalmasını becerebilmektir.

Kendinize cephe alarak, kendinizi yargılayarak düşüncelerinizle ve onların yarattığı ama huzur, ama ıstıraplarınızla savaşmayın. Bunlara karşı yumuşak, sevecen ve anlayışlı olun. Gelişlerinden, düşüncelerinize yansıyışlarından tedirgin olmayın ki, onları üreten siz, aynı zamanda geldikleri gibi gidişlerine de iyi bir rehber olabilesiniz.

Düşüncelerinize ve onların ürettiklerine gelip geçme özgürlüğünü tanıyın. O zaman esaretinizi değil, özgürlüğünüzü daha fazla tadımlarsınız. Gelişlerinde ya da eyleme dönüşmelerinde ister iyi, ister kötü görüntü versinler, üstüne düşmeden, bağımsızlığa sapmadan, bırakın geldikleri gibi yine bize sormadan geçip gitsinler!

Çünkü, doğal olan düşüncenin kendi mecrasında hep akıp geçeceğidir. Bedenin dürtüleri, düşüncenin ise ıstırap’ları ve zaman zaman oluşan hazları vardır. Düşünce hep bilgi ve olaylarla ilgilenir ve üretim safhasındadır. Bu size rağmen, bize rağmen hep böyledir. Ayırımları da, tedirginlikleri de, zıtlıkları da üreten hep düşüncedir. Kişiyi güvensiz, tedirgin, umutsuz ve mutsuz kılan da yine düşüncedir. Beklentiler güvensizliği, düşünceyi olumsuz kullanmak ise, ıstırap’ları yaratır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Social media & sharing icons powered by UltimatelySocial