MİKROPLAR VE ŞEYTANLAR: HER İNANAN, KENDİ DİNİNİN DOĞRULUĞUNA İNANIYOR! – HARARI

Dinler; hikayelerindeki detaylarda, somut emirlerinde, vaat ettikleri ödül ve cezalarda farklılık gösterirler. Ortaçağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi tanrının zengin insanları sevmediğini iddia ediyordu. Hz. İsa bir devenin iğne deliğinden geçmesinin, varlıklı birinin cennetin kapılarından geçmesinden daha kolay olduğunu söylüyordu. Zenginlerin Tanrı’nın krallığına girmesine yardım etmek isteyen kilise, onları sık sık bağış yapmaya ve sadaka vermeye teşvik ediyor, cimrilerin cehennemde yanacağını söylüyordu.

Bilim ve dine dair yanlış anlaşılmaların çoğu, dinin hatalı tanımlamalarının sonucudur. İnsanlar dini sıklıkla batıl inançlar; ruhanilik, doğaüstü güçler ve tanrılara duyulan inançla karıştırırlar Din bunlardan hiçbiri değildir; din batıl inançlarla bir tutulamaz, sonuçta çoğu insan en kıymetli inancını “hurafe” olarak adlandırmayacaktır. Biz her zaman “doğruya” inanırken, sadece diğer insanlar batıl inançlara iman ediyordur.

Doğaüstü güçlere inanan insanlar bulmak da kolay değildir Şeytanlara, ruhlara ve perilere inananlar için bunlar doğaüstü varlıklar değildir. Kirpiler, akrepler ve mikroplar gibi onlar da doğanın bir parçasıdır Modern doktorlar görünmeyen mikropları, voodoo rahipleriyse görünmeyen ruhları hastalıklardan sorumlu tutar. Ortada doğaüstü bir şey yoktur: Bir ruhu kızdırırsanız bedeninize girer ve size acı verir Bundan daha doğal ne olabilir ki? Ruhlar sadece inanmayanların gözünde tabiatın doğal dengesinin dışındadır.

Dini doğaüstü güçlerle bir tutmak, din dışındaki tüm doğal olguları, dinin yardımcı unsurlarına indirgemek olur. Tüm doğayı mükemmel bir şekilde kavradıktan sonra üzerine bazı “doğaüstü” dogmalar ekleyip eklememek size kalmışır Çoğu din dünyayı kendisinin yardımı olmadan anlayamayacağınızı iddia eder. Eğer dinlerin kaidelerini göz önünde bulundurmazsanız hastalık, kuraklık ya da depremlerin asıl nedenlerini hiçbir zaman bilemezsiniz.

Dini “tanrılara inanmak” olarak tanımlamanın da birkaç sorunlu yanı vardır. Kendisini adamış bir Hıristiyanın dindar olduğunu söyleriz çünkü Tanrı’ya inanmaktadır; ateşli bir komünistin dindar sayılmamasının sebebiyse komünizmin bir tanrısısının olmamasıdır. Oysa dinler tanrılar değil insanlar tarafından yaratılmıştır ve sosyal işlevleriyle tanımlanır. Din her alanı kapsayarak insani kanunlar; doğrular ve değerler üzerinde insanüstü meşruiyet kuran hikayeler bütünüdür. İnsani sosyal yapıların insanüstü kanunları yansıttığını öne sürerek kendine meşruiyet kazandırır.

Dinler yaratmadığımız ve değiştiremeyeceğimiz bir ahlaki kanunlar sistemine tabi olduğumuzu öne sürer. Dindar bir Yahudi bu ahlaki kanunlar sisteminin Tanrı tarafından yaratıldığını ve kutsal kitaba aktarıldığını söyler. Bir Hindu bu kanunların Vedalar’da biz insanlara açıklandığına ve Brahma, Vişnu ve Şiva’da karşılık bulduğuna inanır. Budizm ve Daoizmden tutun komünizm, Nazizm ve liberalizme kadar tüm dinler, doğaüstü tabir edilen bu kanunların özünde doğa kanunları olduğunu ve o ya da bu tanrı tarafından yazılmadığını iddia eder. Doğal olarak her inanç, Buda ve Laozi’den Marx ve Hitler’e kadar, başka başka kahin ve peygamberler tarafından ortaya çıkarılmış ve aktarılmış bir dizi farklı doğa kanununa inanır.

Yahudi bir çocuk, “Baba neden domuz yememeliyiz?” diye sorduğunda, babası düşünceli bir biçimde uzun ve kıvırcık sakalını sıvazlar ve, “Doğrusu, Yankele, dünyanın düzeni böyle. Hâlâ çok gençsin ve henüz anlamıyorsun ama domuz eti yersek Tanrı bizi cezalandırır ve sonumuz felaket olur. Bunu ben söylemiyorum, haham da söylemiyor. Dünyayı haham yaratmış olsaydı belki de domuz yenmesine izin verilen bir dünya yaratırdı. Ama dünyayı haham yaratmadı, Tanrı yarattı. Ve nedendir bilmesem de tanrı dedi ki, domuz yememeliyiz. Demek ki yememeliyiz. Anladın mı?” diye yanıtlar.

1943’te Alman bir çocuk, üst düzey SS subayı olan babasına, “Baba neden Yahudileri öldürüyoruz?” diye sorduğunda, parlak deri çizmelerini ayağına geçiren babası cevap verir: “Doğrusu Fritz, dünyanın düzeni bu. Henüz çok gençsin ve hâlâ anlamıyorsun ama Yahudilerin yaşamasına izin verirsek yozlaşmaya ve insanlığın sonunun gelmesine neden olacaklar. Bu benim fikrim değil. Bu Führer’in fikri bile değil. Dünyayı Hitler yaratmış olsaydı belki de doğal seçilimin işlemediği, Yahudilerle Aryanların beraber uyum içinde yaşayabildiği bir dünya yaratırdı. Ama dünyayı Hitler yaratmadı. O sadece doğanın kanunlarını çözerek bize bu kanunlar doğrultusunda yaşamayı emretti. Bu kanunlara karşı gelirsek sonumuz felaket olur. Anlaşıldı mı?”

2016’da, İngiliz bir çocuk liberal parti üyesi babasına, “Baba Ortadoğu’daki Müslümanların insan hakları bizi neden ilgilendiriyor?” diye sorduğunda, elindeki çay fincanını bırakırken düşüncelere dalan baba yanıtlar: “Doğrusu Duncan, hâlâ çok gençsin ve henüz anlamıyorsun ama dünyada tüm insanlar, Ortadoğu’daki Müslümanlar bile aynı tabiata sahiptir; bu nedenle aynı doğuştan gelen haklardan faydalanmalılar. Bu ne benim fikrim ne de parlamentonun kararı. Dünyayı Parlamento yaratmış olsaydı evrensel insan hakları kuantum fiziğiyle beraber bir alt komitede kaybolup gidebilirdi. Ama dünyayı Parlamento yaratmadı, o sadece anlamaya çalışıyor. Bu nedenle Ortadoğu’daki Müslümanların doğal insani haklarına saygı duymalıyız; yoksa göz açıp kapayıncaya kadar bizim haklarımız da çiğnenir ve sonumuz felaket olur. Şimdi gidebilirsin.”

Liberaller, komünistler ve diğer modern öğretilerin destekçileri kendi sistemlerinin “din” olarak telaffuz edilmesinden hoşlanmazlar; dini batıl inançlar ve doğaüstü güçlerle ilişkilendirirler. Bir komünist ya da liberale dindar olduğunu söylerseniz, kendisini temelsiz hayallere körü körüne inanmakla suçladığınızı düşünecektir. Oysa kavramın bu kullanımı insanlar tarafından icat edilmemiş, ama her ne hikmetse insanların sadakatle uyduğu bir ahlaki kanunlar sistemine inancı tarif etmektedir. Bildiğimiz kadarıyla tüm insan toplumları böyle düşünüyor. Her toplum, mensuplarına bir tür insanüstü ahlaki kanuna uymaları gerektiğini, aksi takdirde felaketin geleceğini söylüyor.

Dinler; hikayelerindeki detaylarda, somut emirlerinde, vaat ettikleri ödül ve cezalarda farklılık gösterirler. Ortaçağ Avrupa’sında Katolik Kilisesi tanrının zengin insanları sevmediğini iddia ediyordu. Hz. İsa bir devenin iğne deliğinden geçmesinin, varlıklı birinin cennetin kapılarından geçmesinden daha kolay olduğunu söylüyordu. Zenginlerin Tanrı’nın krallığına girmesine yardım etmek isteyen kilise, onları sık sık bağış yapmaya ve sadaka vermeye teşvik ediyor, cimrilerin cehennemde yanacağını söylüyordu. Modern komünizm de varlıklı insanları sevmez ama onları ölümden sonra alevler içinde yakmakla değil sınıf çatışmasıyla tehdit eder.

Komünizmin tarihsel kanunları Hıristiyanlığın emirlerini andırır; her ikisi de insanların kendi iradeleriyle değiştiremeyeceği insanüstü güçlerdir. İnsanlar kendi yarattıkları ve değiştirmekte özgür oldukları kurallardan bir gecede vazgeçebilir, mesela bir sabah futboldaki ofsayt kuralını kaldırabilirler. Ancak Marx’a göre tarihin kanunlarını değiştiremeyiz. Kapitalistler ne yaparsa yapsın, özel mülk biriktirmeye devam ettikleri sürece sınıf çatışmalarına ve yükselen proletaryanın karşısında yenilmeye mahkumdurlar.
Eğer bir ihtimal siz de bir komünistseniz, komünizm ve Hıristiyanlığın çok farklı olduğunu öne sürebilirsiniz; komünizm doğru, Hıristiyanlıksa yanlıştır. Kapitalist sistemin özünde sınıf çatışması gerçekten vardır ama zenginler öldükten sonra cehennemde sonsuz acılar çekmezler. Durum böyle olsa bile bu komünizmin bir din olmadığı anlamına gelmez. Aksine komünizmin tek doğru din olduğunu gösterin Her dinin müritleri kendi inançlarının tek doğru olduğuna inanırlar. Herhalde yalnızca tek bir dinin müritleri haklı.

Yuval Noah Harari
Homo Deus/ Yarının Kısa Bir Tarihi
Türkçesi: Poyzan Nur Taneli

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz