Masallar ve Toplumsal Cinsiyet: Yuvadan Ayrılmanın Anlamı

Ana hedefi çocuğu yetişkin yaşamına hazırlamak olan masallar, ağırlıklı olarak ergenliğin sona eriş sürecini konu edinir. Bunun en önemli temsili olan evliliğin ve kahramanlık aracılığıyla kendini kanıtlamanın başlangıcında ise; aileden, memleketten, yani bir başkasının erkinin geçerli olduğu merkezden ayrılmak yer alır. Büyük kardeşler ergenliğin devingenlik sağlayan tecridini yaşamak için geç kaldığından, başrolü en küçük kardeş kazanır. Evden ayrılan en küçük kız görkemli evliliği, erkek çocuk ise kahramanlığın ardından gelen evliliği edinecektir. Böylece bir çocuk olarak evinden ayrılan kahraman, bir yetişkin olarak geri döner veya aile kanıtlanmış olan yetişkinliğinden haberdar edilir.

“Ergenin, kendini diğerlerinden farklılaştırma ve yalnız kalma kapasitesini keşfetmesinin yollarından biri de riske girmesi ve birtakım riskler yaratmasıdır. Ergenin bedenini tehlikeye sokmaya, bedeninin temsillerini denemeye ihtiyacı vardır; ve ergen bunu, yalnızlığın en ilkel biçimi olan tecrit sayesinde gerçekleştirir.”

Ergenliğe geçiş döneminin gençleri olağan yaşamda aileden genellikle ılımlı yöntemlerle uzaklaşır, kendini odasında ya da arkadaşlarıyla kurduğu dünyada tecrit eder. Masalda ise kurgu keskinleşti. Yan mahallenin karşılığı, uzak bir ülke; kapanılan oda ya da mahkûmu kılınan ev, yabancıların erişemediği bir saray, bir kule, bir devin mağarası; bir sokak kavgası ise anlı şanlı bir savaş haline gelir.

Masallarda maceraya atılmak üzere evinden ayrılıp uzaklara giden gençlerin bir bölümü evlilik, bir bölümü de zenginlik derdindedir. Ancak pek çoğunun mantıklı bir amacı ya da nedeni yoktur. Kısmet olarak yenebileceği devler, savaşacağı bir kötülük, aşıp geçeceği bir bilmece arar. Aslında aradığı, ergenin rüştünü ispatlayacağı alandır. Tüm erkek kardeşlerin aynı anda kısmetini aradığı prototip masallarda yoksul baba ölmek üzereyken, çocuklarına mirasını bölüştürür ve yaşam çizgilerini bulmak üzere yolculuğa çıkmalarını vasiyet eder. Büyük kardeşlere somut, belirgin anlamları olan, ortalama bir hayatta, aklı zorlamadan, cesarete ihtiyaç duymadan kullanılabilecek hediyeler verilir (bir ev, bir değirmen gibi). En küçük oğlana ise görünürde en değersiz, hatta anlamsız hediye kalır. Bunlar, sonradan büyülü olduğu anlaşılacak olan bir nesne ya da uyuz bir köpek, sıska bir at gibi şeylerdir ve rastlantıyla maceranın harmanında onu büyük atılımlara götürür. Diğer kardeşler değişime, salt arayışın birincil duygu olmasına açılmak ve ardı ardına gelen uğursuzluklarla motivasyonlarını yitirmeden zafere ulaşmak için geç kalmıştır. Ayrıca merak, olur olmaz işlere bulaşma, yer ve meslek değiştirme gibi şeyler için fazlasıyla oturmuş bir kimlikleri, alışkanlıkları vardır. Bazen de bu küçük kardeş en saf, akılsız, tembel görünen çocuktur. Yetenekleri, uzaklarda yaşadığı maceralar sayesinde açığa çıkar ya da olgunlaşır, gelişimini engelleyen temel sorunlarından arınır.

Babanın sağ olduğu durumlarda, iktidarın hangi oğula kalacağının sınavıdır yolculuk. Ve bu sınavı her zaman en küçük oğul kazanarak tahtı devralır. Baba bu durumda yaşlandığını kabul edip çekilmek ister. Zaten üvey anne, onun sevgilisi ya da vezir tarafından ihanete uğramış ve genellikle kör olma metaforunun çevresinde sefalete, hatta dilenciliğe düşmüştür. (Üretmenin sahnesinden alınmış, çocuk gibi bakıma, dışarıdan gelene muhtaç hale gelmiştir. Ebeveynlik tersine döner.)
Otto Rank, Doğum Travmasında ödülü en genç oğulun almasını şöyle açıklar:

“Freud’un göstermiş olduğu gibi, ilksel baba, anneye sahip olmak yani ona geri dönmek isteyen oğulları tarafından öldürülür ve bu durum ilksel orduda “güçlü erkeğin” yani “babanın bir dış direnç unsuru ve “korkunun” (anneden) taşıyıcısı olmasını engeller. Vazgeçmenin nedeni ise, hepsi de anneye orji benzeri ilkel cenaze törenlerinde de görüldüğü gibi cinsel açıdan sahip olabileceği halde (rastgele cinsel ilişki) hep birden anneye geri dönemeyecek olmalarıdır.

“Kahramanlık yalanının, yani efsane ve masalda daima sadece bir kişinin, anne açısından ardılı bulunmayan en genç oğulun ilksel eylemi gerçekleştirebiliyor olmasının ruhsal gerçeklikte yatan ilham kaynağı işte budur.”

Delikanlı kızın aksine genellikle kendi isteğiyle ya da rızasıyla evden ayrılır. Savaşmadan ama aile evinden uzaklaşarak ilk rakibi olan babayı elemiş, çarpışma diğer erkeklerle devam etmiştir. Masalın sonunda ya babanın, ya kayınbabanın iktidarını elinden alacak, ya da uzakta başka bir iktidar alanı bulacaktır. Bazen bu yolculuk, çok yaşlanmış olan babanın kör olan gözlerini açacak ve gençliğe geri döndürecek tılsımı aramak üzere başlar.

Adornoya göre babaların fiziksel gücü azaldıkça, iktidarları da aşınıp zararsızlaşır, ama gençler de daha gençlerin soluğunu hisseder ensesinde. Ve bu Oidipus karmaşasından değil, düpedüz baba katilliğinden esinlenmiş bir modele doğru gerilemektedir bu gün. Adorno, Nazilerin simgesel canavarlıklarından birinde, çok yaşlıların öldürüldüğünü hatırlatır. Böyle bir ortamsa, ana babalarla tıpkı mahkûmlar arasında olduğu gibi aldanıştan uzak bir karşılıklı anlayış doğmasını sağlar. Bu gecikmiş anlayışı gölgeleyen tek şey, geçmişte henüz ellerinde bir şeyler varken bize yaptıkları yardımın, gösterdikleri şefkatin bir benzerini, şimdi kendimiz de güçsüz olduğumuz için onlara gösteremeyeceğimizden duyduğumuz korkudur. Onlara uygulanan şiddet, onların uyguladığı şiddeti unutmamıza yol açar.

“İnsanlık tarihi için ağır sonuçları olan erkeksi devlet kurma pratiği de bu psikolojik itkiden kaynaklanmakta, yine tek bir kişinin babayla özdeşleşerek onun yerini alması ve böylece “anaerki” teriminde sosyolojik ifadesini bulan annenin ulaşılmazlığının kırılması bir toplumsal gereklilik haline gelmektedir.”

Masal, insanlığın temel ancak kabullenilmesi güç itkilerini, şık kurgular içinde, arzu gibi masumluktan da vazgeçmeyi gerektirmeyen kurnaz bir zarafetle doyuma ulaştırır. Baba zaten yaşlanmıştır, iktidardan usanmıştır ya da kurtarılmasını gerektirecek bir felakete, dilenciliğe varacak bir yaşama beceriksizliğine düşmüştür. Böylece oğul ondan çifte intikamını alır: Hem iktidarını devralarak, hem de kurtarıcısı olmanın zaferiyle… Öte yandan hiç de barışık olmadığı bu zafer itkisi, merhametli, hayırlı evlat olmanın romansıyla kendine tekin bir yer edinmiştir. Böylece ikircikli, tezat duygular sorunsuz, akıllıca bir çözüm içinde dengelenir.

Yunan mitolojisi ise genzimizi yakan ısırganı dilimizin ucuna getirmekte ve biz orada da dolaylı bir yol ararken, kabullenişindeki rahatlıkla korkutucu olanı düşünmenin sığmağı haline gelmektedir. (Ne de olsa kültürel bir metne yaslanıp, bilgi üzerinden bilgiççe konuşuyorum, kendimden değil…) Cesaret edinmek yerine, cesaretin kültürel kılıf içindeki halinden yararlanmak konusunda hemen hiçbir metin Yunan mitolojisi kadar olanak sunmamıştır. Tüm ürkütücülüğüne karşın fazlasıyla insan olmayı yüklenebilen tanrılar ve böylece çıldırtıcı ivmesini alan trajedi…

Melek Özlem Sezer
Masallar ve Toplumsal Cinsiyet
[Evrensel Basım Yayın ]

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz