Marquez’den Yazmaya Dair Öneriler: “Önsezi, olmazsa olmazdır” – Emily Temple

Edebiyat dünyasının gençlere olan düşkünlüğü karşısında kendime genellikle Gabriel García Márquez’in de 40 yaşına kadar ünlü olmadığını hatırlatırım. Bu da onun dördüncü kitabı olan Yüzyıllık Yalnızlık’ın yayımladığı zamana denk gelir. Elbette şimdi artık büyük bir üne sahip, hikâye anlatıcılığı yeteneği ve fantastik hayal gücüyle çok seviliyor. Kendisi hikâye anlatmakta usta olduğu kadar aynı zamanda disiplin konusunda da usta: Kendi işinde sağladığı disiplin. Sırf bu nedenle bile hepimiz onun önerilerine kulak vermeliyiz. Onun edebi bilgeliğini ortaya çıkaran önerilerini listeledik.

Bildiğinizi yazın:
Genç yazarlara bir öneri yapacak olsaydım başlarından geçen bir şeyleri yazmalarını söylerdim. Bir yazarın yaşadığı, bir yerden okuduğu ya da dinlediği bir hikâyeyi yazması her zaman kolaydır. Pablo Neruda’nın bir dizesi vardır: “Tanrım şarkı söylerken beni icat etmekten koru.” Eserlerime gelen övgülerin de genellikle hayal gücü konusunda olması beni güldürüyor. Çünkü gerçek şu ki kitaplarımda gerçeklik temeline sahip olmayan tek bir satır bile yok. Buradaki sorun, Karayip gerçekliğinin en vahşi hayal gücünü andırması.

–1981 Paris Review söyleşisinden.

“Aç sanatçı” klişesinden kaçının:
Genel olarak etrafta yazarı rahat hissettiren yaratıklar olduğunda onun daha iyi yazdığına inanırım. Yazarın açlıktan ölüyor olması ve üretebilmeye başlamadan önce her şeyin altüst olması gerektiği hakkındaki romantik mite katılmıyorum. Eğer iyi bir yemeğiniz ve elektrikli daktilonuz varsa daha iyi yazarsınız.

– Plinio Apuleyo Mendoza ile yaptığı söyleşiden.

Zor işleri ele alın:
Nihayetinde edebiyat marangozluktan başka bir şey değildir. İkisi de zor işlerdir. Bir şey yazmak neredeyse bir masa yapmak kadar zordur. İkisinde de gerçeklikle çalışırsınız, gerçeklik odun kadar sert bir materyaldir. İkisinin de kendi hileleri ve teknikleri vardır. Temel olarak birazcık sihir, çokça da sıkı çalışma içerirler. Ve sanırım Proust şöyle demiş, bunun yüzde onu ilham, yüzde doksanı ise terdir. Hayatımda hiç marangozluk yapmadım ama en çok hayranlık duyduğum iş bu. Çünkü bunu sizin için yapacak kişiyi asla bulamazsınız.

–1981 Paris Review söyleşisinden.

Gençken başlayın:
Dominikli yazar Juan Bosch’tan yirmi beş yıl önce şöyle bir şey duymuştum: Yazma zanaatını gençken öğrenmek zorundasın, onun tekniklerini, yapılandırma yollarını titiz, gizli doğramacılığı… Biz yazarlar papağan gibiyiz, yaşlıyken konuşmayı öğrenemeyiz.

– Plinio Apuleyo Mendoza ile yaptığı söyleşiden.

Ve tekniğe odaklanın:
Yaşlanınca, ilhamınız azalınca tekniğe daha çok bağımlı hale gelirsiniz. Eğer buna sahip değilseniz her şey yıkılır. Daha yavaş yazdığınız, daha çok özen gösterdiğiniz, daha az ilhama sahip olduğunuz konusunda hiç şüphe yoktur. Bu profesyonel yazarın büyük bir sorunudur.

–1985 The New York Times söyleşisinden.

Kariyeriniz değil, yazınız üstünde çalışın:
Toulouse Üniversitesi’nde Latin Amerika edebiyatı hakkında yazar Fransız bir profesör var. Birçok genç yazar ona yazarak, benim hakkımda bu kadar çok yazmamasını istedi çünkü benim buna artık ihtiyacım yoktu ama başkalarının vardı. Ama onların unuttukları şey şuydu, ben onların yaşlarındayken eleştirmenler benim hakkımda değil Miguel Angel Asturias hakkında yazıyordu. Burada demek istediğim şey bu genç yazarlar kendi yazımları üzerinde çalışacakları yere eleştirmenlere yazarak zamanlarını boşa harcıyorlar. Edebi kariyerimle ilgili önemli olduğunu düşündüğüm bir nokta var: Kırk yaşıma gelene kadar telif haklarından tek bir kuruş bile alamadım, halbuki beş kitap yayımlamıştım.

–1981 Paris Review söyleşisinden.

Bir sonraki öykünüzü yazın (ve arkadaşlarınızı dinleyin):
“Öykü her durumda geçmişe aittir,” diye sonuca vardı arkadaşım Álvaro Espinosa, “Artık önem olan sıradakinin ne olacağıdır.”

Bundan daha akıllıca bir öneri duyamayacağımı anlamadan önce zıt argümanları arayacak kadar şaşkın ve aptaldım. Espinosa bu sağlam fikri daha açtı: Önce öyküyü, sonra üslubu düşünmelisin ama bu ikisi birbirlerine bir çeşit klasiklerin sihirli asası olan ortak bağlılıkla bağlıdır. Espinosa kendi düşüncesi üstünde zaman harcadı ve bunu sıklıkla tekrar etti. Ona göre ben Yunanları temel, tarafsız bir şekilde okumalıydım ve bu sadece Homer olmamalıydı (Homeros okuduğum tek Yunan yazardı çünkü mezun olmak için okumam gerekiyordu.) Okuyacağıma söz verdim ve önereceği diğer isimleri de duymak istedim. Ama o konuyu değiştirdi ve benim o hafta sonu okuduğum André Gide’ın Kalpazanlar kitabından bahsetmeye başladı. Ona muhabbetimizin hayatımın rotasını belirlediğini söylemeye hiçbir zaman cesaret edemedim. Geceleri uyumayıp bir sonraki öykülerim için notlar almaya başladım.

–2003’te New Yorker’da yayımlanan “Nasıl Yazar Oldum” yazısından.

Kendi kurallarınızı oluşturmaktan çekinmeyin ama onlara uyduğunuza da emin olun:
Kafka’yı okuduğumda, birdenbire, edebiyatta, lise kitaplarında rastladığım rasyonel ve son derece akademik örneklerin dışında farklı olasılıklar olduğunu anladım. Sanki bekâret kuşağını koparıp atıyordum. Fakat yollar geçtikçe istediğin her şeyi icat ya da hayal edemeyeceğini fark ettim. Çünkü böyle yaparak edebiyatta gerçek hayattan daha ciddi olan gerçekleri ve yalanları söylememeyi göze alıyordun. En keyfi gözüken yaratmada bile belli kurallar vardır. Eğer tam bir kaosa ve irrasyonelliğe düşmezsen rasyonellik kılıfını elden çıkarabilirsin.

– Plinio Apuleyo Mendoza ile yaptığı söyleşiden.

Kendi hikâyenize inanın:
Ne yapmak istediğim konusunda hep bir fikrim vardı ama bir şeyler eksikti, bunun ne olduğuna doğru üslubu keşfettiğim güne kadar emin olamamıştım. Yüzyıllık Yalnızlık’ta kullandığım üslup. Bu üslup, büyükannemin hikâye anlatmak için kullandığı üsluptu. Kulağa doğaüstü ve fantastik genel şeyler anlatırdı ama bunları tam bir doğallıkla anlatırdı. Kullanmam gereken üslubu bulduğumda on sekiz ay boyunca masa başına oturdum ve her gün çalıştım. Yüzyıllık Yalnızlık’ı yazma amaçlı önceki girişimlerimde hikâyeyi ona inanmadan anlatmaya çalışmıştım. Sonra fark ettim ki anlattıklarıma önce benim inanmam lazım ve onları büyükannemin anlattığında takındığı ifadeyle yazmam lazım: Kalıp gibi bir yüzle.

– 1981 Paris Review söyleşisinden.

Zekânıza değil önsezinize güvenin:
İlham doğru, gerçekten beğendiğiniz, çalışmanızı kolaylaştıracak bir temayı bulduğunuz da olur. Kurmaca yazmanın temelleri arasındaki diğer bir unsur olan önsezi ise bilimsel bir bilgiye ya da özel bir öğrenme türüne ihtiyaç duymadan neyin gerçek olduğunu çözmenize yarayan özel bir niteliktir. Yerçekimi kanunları önsezi sayesinde çok daha kolay anlaşılabilir. Bu, herhangi bir mücadelede bulunmak zorunda kalmadan deneyim kazanmanın bir yoludur. Önsezi, bir romancı için olmazsa olmazdır. Bu, temelde, muhtemelen hayatta en nefret ettiğim şey olan entelektüelliğin karşıtıdır. Önsezi de “ya budur ya da değil” avantajı vardır. Kare bir deliğe yuvarlık bir kazık sokmayı denemek için mücadele etmezsiniz.

–1981 Paris Review söyleşisinden.

Konunuzu ne kadar iyi bilirseniz, o kadar kısa ve öz yazmalısınız:
Graham Greene bana tropikleri yorumlamayı öğretti. Çok iyi bildiğiniz bir ortamdan şiirsel sentezin temel elementlerini çekip almak çok zordur. Bu çevre size o kadar tanıdıktır ki nereden başlayacağınızı bilemezsiniz. Söyleyecek çok şeyiniz vardır ama hiçbir şey anlamadan sona gelirsiniz. Bu benim tropikler konusunda yaşadığım bir sorundu. Kristof Kolomb, Pifafetta ve Karayip adalarıyla ilgili yazan diğer vakanüvisleri orijinal versiyonlarını değerlendirerek büyük bir ilgiyle okudum. Ayrıca Salgari, Conrad ve her şeyi Modernist temsillerden gören yirminci yüzyılın başındaki Latin Amerikalı “tropikçileri” de okudum. Ama bu versiyonlar ve gerçekler arasında her zaman büyük bir ikilik buldum. Bazıları listeleme tuzağına düşmüştü ve çelişkili bir biçimde listeleri uzadıkça, görüşleri kısıtlanıyordu.

Bildiğimiz gibi diğerleri de sözbilimsel aşırılığa yenik düştü. Graham Greene bu edebi problemi çok kesin bir yolla çözdü: İnce ve gerçek bir iç tutarlılıkla bağlanan ayrı elementlerle. Bu metodu kullanarak tropiklerin tüm gizemini çürük bir guava kokusuna indirgeyebilirsiniz.

– Plinio Apuleyo Mendoza ile yaptığı söyleşiden.

Gerçeğe söz verin:
Gazetecilikte yanlış olan tek bir unsur tüm çalışmayı zayıflatır. Bunun aksine kurmacada ise doğru olan tek bir unsur tüm esere meşruiyet kazandırır. Bu tek farktır ve yazarın taahhüdünde yer alır. Bir romancı insanları buna inandırdığı sürece istediği her şeyi yapabilir.

–1981 The Paris Review söyleşisinden.

Ama hilelerinizi sahiplenin:
Kendi hileleriniz olmadan yazar olamazsınız. Önemli olan bu hilelerin meşruluğudur. Hangi noktaya ve hangi ölçüye kadar kullanıldıklarıdır.

–2005 VQR söyleşisinden.

Vücudunuza dikkat edin (ve sarhoşken yazmayın):
Hemingway, onun için yazı yazmanın boks yapmak gibi olduğunu yazmıştı ve bu da beni çok etkilemişti. O sağlığına dikkat etti. Faulkner’ın ise ayyaşlığı ün kazanmıştı. Ama verdiği her röportajda sarhoşken tek bir satır bile yazmanın imkânsız olduğunu söylerdi. Hemingway de aynısını söylerdi. Kötü okurlar bana bazı kitaplarımı uyuşturucu etkisindeyken mi yazdığımı sordu. Ama bu onların ne edebiyat ne de uyuşturucu hakkında hiçbir şey bilmediklerini gösteriyor. İyi bir yazar olmak için yazmanın her bir anında tamamen aklı başında ve sağlıklı olmak zorundasın. Yazmanın kendinden ödün vermek olduğunu, ekonomik şartlar ya da duygusal durum ne kadar kötü olursa yazmanın da o kadar iyi olacağını iddia eden romantik kavrama son derece karşıyım. Bence duygusal ve fiziksel olarak iyi bir aşamada olmalısınız. Benim için edebi yaratma, iyi bir sağlık gerektirir ve Kayıp Nesil bunu anlamıştı. Onlar hayatı seven insanlardı.

–1981 Paris Review söyleşisinden

Her şeyden önemlisi, yazmaya devam edin:
Olası tek öneri yazmayı sürdürmektir. Yazmaya devam etmek, devam etmek, devam etmek…

–1979’da Katherine Ashton ile The Harvard Advocate için yaptığı söyleşiden.

Kaynak: Literary Hub, Çeviren: Deniz Saldıran (oggito)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz