Mahmud Derviş: “Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda hüzünlenmek bir ayrıcalıktır…”

Biz Kaybettik Aşk Da Kazanmadı
1
Anılardan muafız biz
El- Kermil içimizde
Celile’nin otları kirpiklerimizde
Bir nehir gibi ona uzanaydık deme bana
Öyle deme!
Memleketin etindeyiz biz… Memleket de içimizde!
2
Yavru güvercinler gibi değildik haziran öncesi
Aşkımızın prangalar arasında parçalanmayışının
budur sebebi
Biz yirmi yıldır ey bacım
şiir yazmıyoruz ama
savaşmaktayız savaşmakta
3
Gözlerine düşen o gölge
haziran ayından
alınları güneşle kuşatmaya gelen
bir ilahi şeytan!
Bir şehit rengidir o
bir dua tadı
O ki öldürür ya da yaşatır
Her iki durumda da ah ki ah!
4
Gözlerinde gecenin başlangıcı
O uzun gecenin sonundan bir damlaydı yüreğimde
Bizi şu saatte bu mekânda birleştiren
dönüş yoludur
çöküntü çağından
5
Bu gece o sesin
bir bıçak, bir yara, bir sargı
kurbanların sessizliğinden gelen bir uyku
Nerede benim ailem
Sürgün çadırından çıktılar
ve yeniden tutsak oldular
6
Aşk sözcükleri paslanmadı ama sevgilim
esarete düştü benim-Ey aşk, ey aşkım benim
Rüzgârın silip süpürdüğü balkonları
evlerin eşiklerini
günahları bana yükleyen aşk!
Günlerden bir gün
kalbim sadece gözlerini alabilmişti senin
Ve şimdi vatanla zenginleşti kalbim!
7
Tarlakuşunun sesini
işgalcilerin cehresinde
parıldayan bir hançere dönüştüren nedir, biliriz
Kabristan sessizliğini
bir festivale, hayat bahçelerine
dönüştüren nedir biliriz
8
Sen şarkı söylerken
balkonların koptuğunu gördüm duvarlardan
dağın yamaçlarına kadar uzanmaktaydı alan
Dinlediğimiz müzik değildi
Göremiyorduk sözcüklerin rengini
Odadaydı bir milyon kahraman!
9
Kanımda, onun çehresinden bir yaz
ve müstear bir nabız
Eve döndüm utana utana
yığılıp kaldı yaramın üstünde şehit
Doğum gecesinin sığınağıydı
İntizardı
Ve ben bir bayram devşiriyorum onun anısından!
10
Çiğ ve ateş, gözleridir onun
Kendisine fazla yaklaştığımda şarkılar söyler
Sessizlik ve dua an’ı, buharlaşır kucağında
Ah, dilersen şehit diye adlandır onu
Genç mi gençti barakadan ayrıldığında
Geri geldi sonra
Geri geldi
bir ilahi çehre!
11
Bu toprak emer şehitlerinin derisini
buğday ve yıldız vaat eder yaza
Tapın bu toprağa!
Tuz ve suyuz biz onun bağırsaklarında
savaşan bir yarayız bağrında
12
Kanın boğazımda ey bacı
Gözlerimde ateş
Kurtuldum halife kapısında şikâyetten
Tüm ölenler
ve gündüz eşiğinde ölecek olanlar
kucakladılar beni, bir bomba yaptılar benden!
13
Ahbapların evi metruk
İliklerine kadar çevrilmiş Yafa
Beni aramaya koyulan
sadece kendi alnını bulabildi benden
Bu ölümü bana bırak ey bacı
bu yitip gitmişliği bana bırak
ki bozgunun üstüne bir yıldız öreyim ondan
14
Ey mağrur yaram
Ne benim vatanım bir bavul
ne de ben bir yolcu!
Ben âşık, toprak maşuk!
15
Anılara daldığımda
nedamet otları yeşerir alnımda
hasretini çekerim uzak bir şeyin
Özleme teslim olduğunda
benimserin efsanelerini kölelerin
Sesimden çakıl taşları
kayadan nağmeler yapmayı yeğlerim ben!
16
Alnım gölge taşımaz
Göremem gölgemi
Tükürürüm ben
geceleri alınları aydınlatmayan yaraya!
Gözyaşını bayrama sakla
sevinçten ağlayacağız sadece
Alanda
düğün ve hayat koyalım adını ölümün!
17
Yarayla büyüdüm ben
Geceleri nasıl çadıra dönüştüğünü
asla söyleyemedim anneme
Ne kaynağımı yitirdim, ne adresimi, ne de ismimi
Onun eski püskü giysilerinde
bir milyon yıldız görmemin budur sebebi!
18
Sancağım siyah
Liman bir tabut
Sırtım bir köprü
Ey içimize yıkılan dünyanın sonbaharı
Ey içimize doğan dünyanın ilkbaharı
Çiçeğim kırmızı
Liman açık
Kalbim bir ağaç!
19
Lisanım bir su şırıltısı
kasırgalar ırmağında
Güneşin aynaları ve buğday
savaş alanında
Belki yanlış ifade ettim kimi zaman
ama-tevazu bir yana – harikaydım
kalbimi sözlükle değiştirdiğim an!
20
İkiz olduğumuzu anlamamız için
düşman lazımdı mutlaka
Meşe kökünde oturmamız için
rüzgâr lazımdı mutlaka
Çarmıha gerilen efendi
yarasını yitirmiş, ödlek bir çocuk olurdu
çarmıh tahtında büyümeseydi!
21
Bir sözüm daha var sana
henüz söylemedim
Ay’ı işgal ediyor balkondaki gölge
Memleketim bir destan
Ben çalgıcıydım orada
oldum bir çalgı teli!
22
Arkeolog taşları inceleme derdinde
kendi gözlerini arıyor efsane harabelerinde
Kendi kendini kanıtlama derdinde:
Gözleri olmayan basit bir yolcuymuşum ben!
Bana ilişkin tek bir harf dahi yokmuş medeniyet kitabında!
Ama ben usul usul dikiyorum ağaçlarımı
Ve de söylüyorum aşk şarkımı!
23
Hezimetin sırtında taşıdığı yaz bulutu
Serabın ipine seriverdi
Sultanlar neslini
Cinayet gecesinde öldürülen ve dirilen ben
İşte iyice yapıştım toprağa!
24
Sözü eyleme dönüştürme vaktim geldi benim
Toprak ve tarlakuşu aşkımı kanıtlama vaktim geldi
Bu zamanda gitarı parçalar sopa
Ben, bir ağaç peyda oldu olalı ardımda
Sararıp durmaktayım aynada!

Mahmud DERVİŞ
Türkçesi: Lütfullah Göktaş

Yalnız hüznü vardır kalbi olanın..

Çünkü hep vurulan odur,

‘O’nun hatırı için asla vurmayacağını bilen ve ‘O’ndan
çekinmeyen, muhatabları tarafından..

O yalnızca hüzünlenir ..

‘O’nda olmanın, onlara verilecek cevabidir çünkü hüzün..

Bile bile vurulmaktır yani hüznün adi..

Yoksa yüreği olanın hüznü, ne nikotin tadında alışkanlık yapan arabesk bir hüzün,

Ne de, maddeten ve manen bir nev’i ‘O’nu hiçe saymak demek olan
YEIS anlamındakidir. .

Daim O’nunla olana, bize ‘O’ndan ve hak Resulu’nden ulasan
mesajlar doğrultusunda o cephede zaten hüzün yok..

Hüznü sevinçlere, korkusuzluklara, itmi’nana çeviren O’dur çünkü..

Hüzünlerin karşılığı hep O’ndadir, hep O’ncadir..

Ne boşa giden gözyaşı, ne de sevince çevrilmemiş hüzün vardır katında..

Yani:

“‘O’nun boyası”na boyanmaktır hüzün.

Aşkı olmayanın hüznü de olmaz!..

İslam’sa, bastan sona bir hüzün medeniyetidir..

Dıştan, tek tek hüzün tuğlalarıyla örülmüş,

muhteşem saadet saraylarının nazenin konuğu olur insan..

O en Sevgili’nin adidir hüzün..

Ve hüznü daim soluklayan gök erlerince:

İbrahimce..Eyyubca..Yunusca..Yusufca..Isaca..
Aisece..Sümeyyece..Mus’ab

Hep hüzün yağar yüreklere, ötelerden…

O’nun boyasına boyanmanın adıysa hüzün,

Ve O’nun boyası ‘Aşk’sa..Elbet hüzün, askın adidir..

‘Ve aslolan aşktır kainatta, gerisi vesaire..’

Kalbi olanların çok az olduğu bu yitik çağda hüzünlenmek bir ayrıcalıktır..

Hüznü taşımak ta..


Mahmut Derviş, (d. 13 Mart 1942, Al-Birwa – ö. 9 Ağustos 2008, Houston), Filistinli şair.

Son dönem Filistin şiirinin en önemli şairlerinden olan Mahmut Derviş, 1948 yılında henüz çocukken, doğduğu köy İsrail tarafından işgal edilerek yıkılınca, ailesiyle Lübnan’a göç etmek zorunda kaldı.
Şiir yazmaya, iki kilometre uzaklıktaki okuluna yürüyerek gittiği ilköğretimi sırasında başladı. İlk şiirlerinin yayımlanma sürecinde, “El-arz” (Toprak) cephesinde etkinlik gösterdi. “El İttihad” gazetesi ile “El Cedid” dergisinin yazı işleri müdürlüklerini yaptı. Şiirleri 20’den fazla dile çevrilen Filistinli şair, 2003 yılında uluslararası Nazım Hikmet şiir ödülüne de layık görüldü. 1982 yılı Eylül ayında Sabra ve Şatilla’da yaşanan katliamın ardından yazdığı Beyrut Kasidesi ile 1984’te te Sovyetler Birliği’nde Lenin ödülünü aldı. Şiirleri ve yazıları nedeniyle birçok kez tutuklanarak cezaevinde yatan şair, Filistin halkının yaşadığı zorlukları dizeleriyle anlatmasıyla tanınmaktaydı. Adı, 2006 yılında Nobel Edebiyat Ödülü’nün önde gelen adayları arasında geçen Derviş, lirik örnekler gösteren şiirinde, geniş bir insanlık tarihi ve coğrafyasını konu edindi. 1970 yılında İsrail’den sürgün edilen sanatçı, iki yıl süreyle bir çok Arap ülkesinde dolaşmak zorunda kaldı. 2008 yılı Mayıs ayında 2. Beyoğlu Şiir Festivali kapsamında Türkiye’ye geldi. Birçok şiiri Marcel Khalife, Majida El Roumi ve Ahmad Qa’abour tarafından bestelenen şair, Hamas ve El Fetih örgütleri arasındaki çatışmaları da eleştirel bir yaklaşımla şiirlerinde konu edindi. İsrail kökenli Fransız yönetmen Simone Bitton, 1997 yılında Fransız televizyonunda, kendisi hakkında bir Mahmut Derviş belgeseli yayınladı. Türkçe’ye çevrilen 20 civarında kitabı bulunan Derviş, geçirdiği bir açık kalp ameliyatı sonucu yaşamını yitirdi. Şair aynı zamanda Filistin ulusal marşı Neşîd el-intifada’nın söz yazarı.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz