Fikret Muallla Türkiye’ye leblebistan adını takmıştı!
Bazen ülkeyi de, ülke sorunlarını da konuşup kurcalamaktan gına geliyor insana. Bizden önceki kuşakta dâ böyle bir bıkkınlığa sık sık rastlardım.
Ressam Edip Hakkı:
— Herkes kıçını uyduracak bir yer arar bu dünyada, gerisine boş ver, der, Yeşilköy’deki ahşap köşkle kafa dengi dostlarına rastlayacağı sanatçı barları arasında yorucu konulardan uzak durmaya çalışırdı.
Fikret Muallla, kendi bohem dünyasının tam bir sefalat kuyusuna benzeyen Paris hayatında Türkiye’ye leblebistan adını takmıştı.
İstanbul’dan bir şeyler anlatmaya kalktığında, yüzü buruşur gibi olur:
— Bırak şu leblebistanı, derdi.
Yahya Kemal için Türkiye sakıncalı bir yerdi. Başın belaya girsin istemiyorsan; yazarken de, konuşurken de dikkatli olmakta yarar vardı.
Refi Cevat ise ülke sorunları konusunda yerçekimsizlik düzeyine erişmişti:
— Boşuna yorma kendim, hiçbir halt olmaz buralarda, demeye getirirdi.
Yazı insanları arasında ömürlerinin sonunu yalnızlık ve çaresizlikle tamamlamış olanlara da az rastlamadım.
Naci Sadullah, Göztepe işçi Sigortaları Hastanesinde bitkin yatarken, beni görünce gülümser gibi yapmış:
— Biz de galiba gereğinden fazla namuslu yaşadık, demişti.
Birkaç gün sonra dünyadan koptuğunda cenazesi on beş kişiyle kalktı.
Halit Fahri, çelimsiz yaşlı vücuduyla koltuğunda bir tomar yazılı kâğıt, anılarını yayınlayacak bir gazete bulamadığı için dertleşmeye gelmişti benimle…
O Halit Fahri ki, gençliğinde, kendisine “nasılsınız” diye soran bir hanım için koskoca bir şiir yazmıştı:
Bu kelime ne ince titredi dudağında
Sanki bir çiğ çınladı bir gülün yaprağında
Ses oldu pencerede güneşin ışıkları,
Bir hıçkırık dolaştı yeşil sarmaşıkları…
Neredeyse üç yüz yıla yatkın bir süre önce Voltaire, Türklerin aslında fena insanlar olmadığını, ancak sanatla kadından pek anlamadıklarını belirtmek gibi bir saptama yapma gereğini duymuştu…
Topluluk olmaktan toplum olmaya geçmek kolay değil…
Topluluk, köy ve mahalle içi basit dayanışmaların ortak bir yaşam biçimidir.
Toplum, hayatı hem daha kolaylaştırıp, hem daha güzelleştirmek için, kentlere ve kentliliğe dayanan çok boyutlu bir organizmadır.
Bu tür kavramlar 20. yüzyılın sonunda dahi bizim gündemimize tam oturmuş değil…
Düşünün ki bir yarımada üstünde yaşadığımız halde, İstanbul’da bile bir deniz itfaiyemiz yok…
Önümüzdeki yüzyılın ilk yarısında şimdiden öngörme olanağı bulunmayan akıl almaz değişimlerden geçecek Türkiye…
Bizim gönlümüz bunun için gereksiz ve büyük bedellerin ödenmemesini istiyor sadece…
17,03.1997
Çetin Altan
Şeytanın Gör Dediği