Çin’de ister Japonya’da ister İngiltere’de ister Hindistan’da ister Amerika’da yaşayalım hepimiz “Benim ülkem çok önemli” diyoruz ve hiçbirimiz dünyayı bir bütün olarak önemsemiyoruz. Tarih kitapları sürekli tekrarlayan savaşlarla dolu. Eğer kendimizi insan olarak anlamaya başlayabilir-sek, o zaman herhalde birbirimizi öldürmeye bir son verip savaşları durdurabiliriz; ama milliyetçi olduğumuz ve sırf kendi ülkemizi düşündüğümüz sürece feci bir dünya yaratmaya devam ederiz. Burasının hepimizin birlikte huzur ve mutluluk içinde yaşayabileceği ortak dünyamız olduğunu kavrarsak yeni bir dünya kurabiliriz; ama eğer kendimizi Hintli, Alman veya Rus olarak görüp başka herkese yabancı gözüyle bakarsak, o zaman asla huzur ve barış olmayacağı gibi yeni bir dünya da kuramayız.
Gençken her şeyin aslını öğrenmeyi merak edersiniz: Güneş neden doğuyor, yıldızlar nedir, çevremizdeki dünya ve ay nasıl hareket ediyor vesaire; fakat yaşınız ilerledikçe bilgi edinme herhangi bir duygu taşımayan salt malumat toplamaya dönüşür. Uzman oluruz, falanca veya filanca konu hakkında çok fazla şey biliriz ve artık çevremizdeki şeylerle, sokaktaki dilenciyle, yanımızdan arabasıyla geçen zengin adamla pek ilgilenmeyiz. Eğer dünyada neden zenginliğin ve yoksulluğun olduğunu bilmek istiyorsak, bir açıklama bulabiliriz. Her şeyin bir açıklaması vardır ve görünüşe bakılırsa açıklama çoğumuzu tatmin etmektedir. Aynı şey din için de geçerlidir. Açıklamalar bizi tatmin eder; her şeyi açıklamalarla örtbas etmeye bilgi adım veririz. Ve eğitimden de anladığımız bu değil mi? Biz keşfetmek için mi öğreniyoruz yoksa daha fazla araştırmak zorunda kalmamak ve zihnimizi rahat ettirmek için sadece açıklama, tanım ve çıkarımlar peşinde mi koşuyoruz?
Büyüklerimiz her şeyi bize açıkladı ama bu yüzden kendi ilgimiz ve merakımız genellikle öldü. Yaşımız ilerledikçe hayat daha karmaşık ve zor hale gelir. Öğrenilmesi gereken çok şey var; onca sefalet ve ıstırap var. Bütün bu karmaşayı gören bizler açıklamalarla onu tamamen çözdüğümüzü sanıyoruz. Birisi ölür ve bu, açıklamayla örtbas edilir; ıstırap açıklamayla hafifletilir. Belki henüz gençken savaş fikrine karşı çıkıyoruzdur ama yaşımız ilerledikçe savaşın açıklamasını kabul ederiz ve zihnimiz bönleşir.
Gençken önemli olan şey açıklamalarla tatmin olmayıp nasıl zeki olunacağım keşfetmek ve bu sayede şeylerin hakikatine ermektir ve eğer özgür değilsek zeki olamayız. Özgürlüğe ancak yaşlı ve bilge olduğumuzda ulaşabileceğimiz söylenir, ama hiç kuşkusuz henüz gençken özgürlüğe kavuşmalıyız: Her istediğini yapma özgürlüğüne değil de içgüdülerimizi ve dürtülerimizi derinlemesine kavrama özgürlüğüne. İçinde korku barındırmayan bir özgürlüğün olması gerek. Nitekim insan açıklama yoluyla korkudan kurtulamaz. Biz ölümün ve ölüm korkusunun farkındayız. Ölümü açıklayarak ölmenin ne demek olduğunu veya ölüm korkusundan nasıl kurtulacağımızı öğrenebilir miyiz?
Ayrıca yaşımız ilerledikçe çok sade düşünme yetisine sahip olmamız büyük önem taşıyor. Sadelik nedir? Sade insan kimdir? Münzevi bir hayat süren, çok az eşyaya sahip biri sahiden sade midir? Sadelik bundan tamamen farklı bir şey değil midir? Sadelik zihne ve kalbe aittir. Çoğumuz epey karmaşığız, pek çok isteğimiz ve arzumuz var. Örneğin, sınavlardan geçmek istiyorsunuz, iyi bir iş bulmak istiyorsunuz, idealleriniz var ve iyi bir karakter geliştirmek istiyorsunuz vesaire. Zihnin birçok talebi var ve sadeliğe engel olmuyor mu? Keşfetmek çok önemli değil mi?
Karışık bir zihin hiçbir şeyin hakikatini kavrayamaz, gerçek olanı bulamaz; işte bizim sıkıntımız da bu. Çocukluktan itibaren uyum sağlamak üzere eğitiliriz ve karmaşıklığı nasıl
sadeliğe indirgeyeceğimizi bilmeyiz. Ancak çok yalın ve doğrudan zihin gerçeği, doğruyu bulabilir. Bilgilerimiz giderek artıyor ama zihnimiz hiçbir zaman basit olmuyor, oysa ancak basit bir zihin yaratıcı olabilir.
Bir ağacın resmini yaparken resmini yaptığınız şey nedir? Yaprakları, dallan, gövdesi, her ayrıntısıyla olduğu gibi ağacı mı resmediyorsunuz yoksa ağacın sizde uyandırdığı duyguyu mu resmediyorsunuz? Eğer ağaç size bir şey söylüyorsa, sizde uyanan duygu ne kadar karışık olursa olsun içsel deneyimle resmediyorsanız, çizdiğiniz resim büyük bir sadeliğin ürünü olur. Henüz gençken istediğiniz tüm bilgilere sahip olsanız bile zihninizi çok sade ve kirlenmemiş tutmanız gerek.
Dinleyici: Eğer hepimiz doğru eğitim alsaydık korkudan kurtulur muyduk?
Krishnamurti: Korkudan kurtulmak çok önemli, değil mi? Ve ancak zekâyla korkudan kurtulabilirsiniz. Öyleyse gelin, ilk önce korkudan nasıl kurtulacağımıza değil de nasıl zeki olacağımıza bakalım. Eğer zeki olmayı deneyimlersek, o zaman korkudan nasıl kurtulacağımızı da bulabiliriz. Korku hep bir şeyle ilintilidir, kendi başına var olmaz. Ölüm korkusu, hastalık korkusu, kaybetme korkusu, anne baba korkusu, başkalarının ne diyeceği korkusu ve benzeri korkular var. Mesele korkunun nasıl yok edileceği değil, korkuyla yüzleşip onu anlayarak aşabilmemizi sağlayacak zekâyı nasıl uyandı-racağımızdır.
Peki, eğitim bizim zeki olmamıza nasıl yardım edebilir? Zekâ nedir? Eğitim sınavlardan geçmek veya kurnaz olmak mıdır? Pek çok kitap okuyabilir, seçkin insanlarla karşılaşabilirsiniz, çok yetenekli biri olabilirsiniz ama bu sizi zeki yapar mı? Zekâ ancak bütünleşmiş bir insan olduğunuzda açığa çıkar. Biz birçok parçadan oluşuyoruz; bazen alıngan, kıskanç, şiddete meyilli oluyoruz, bazen de alçakgönüllü, düşünceli ve sakin oluyoruz. Farklı zamanlarda farklı ruh hallerine bü-rünüyoruz; hiçbir zaman bir bütün değiliz, hiçbir zaman tamamen bütünleşmiş bir varlık değiliz. İnsanın pek çok isteği olduğunda, içsel olarak birçok parçaya bölünüyor.
Soruna basit yaklaşmalıyız. Sorun korkudan kurtulmak için nasıl zeki olunacağıdır. Eğer çocukluktan itibaren hangi sorununuz varsa ondan size söz edilmiş olsaydı, o sorunu sadece lafta değil gerçekten anlamanız size hayatın bütününü görme imkânı verirdi; o zaman böyle bir eğitim zekâyı uyandırabilir ve bu sayede zihni korkudan kurtarabilirdi.
Dinleyici: Hırslı olmanın aptalca ve acımasızca olduğunu söylediniz. O zaman doğru eğitim alma hırsına sahip olmak aptalca ve acımasızca değil midir?
Krishnamurti: Hırslı mısınız? Hırs nedir? Başkalarından daha iyi olmak istediğinizde, başkalarının notlarından daha yüksek notlar almak istediğinizde, kuşkusuz buna hırs diyoruz. Önemsiz bir politikacı büyük bir politikacı olma isteğinde hırslıdır; ama doğru eğitimi almayı istemek hırs mıdır? Sevdiğiniz şeyi yapmanız hırs mıdır? İtibar istediğiniz için değil de yazmayı veya resim yapmayı sevdiğiniz için yazıyorsanız veya resim yapıyorsanız, bu kesinlikle hırs değildir. Kendinizi başka yazarlarla veya ressamlarla karşılaştırdığınızda, onların önüne geçmek istediğinizde hırs ortaya çıkar. Öyleyse gerçekten sevdiğiniz için bir şeyi yapmanız hırs değildir.
Dinleyici: İnsan hakikati veya huzuru bulmak istediğinde bir sannyasi olur. Öyleyse sannyasi sadeliğe sahip midir?
Krishnamurti: İnsan huzuru istediğinde sadeliği bilir mi? Bir sannyasi veya sadhu olunarak mı sadeliğe kavuşulur? Huzur kesinlikle zihne ait olmayan bir şeydir. Eğer huzuru istiyorsam ve zihnimi bütün şiddet düşüncelerinden arındırmaya gayret ediyorsam, bu bana huzur verir mi? Ya da eğer birçok tutkum olduğu halde hiç tutkum olmamalı diyorsam huzurlu olabilir miyim? Bir şeyi istediğiniz anda çatışmaya, mücadeleye girersiniz; sadeliği doğuran şey bütün o tutku sürecini anlamanızdır.
Dinleyici: Eğer doğru eğitim alırsak korkudan kurtuluruz ama eğer yanlış eğitim alırsak korkak oluruz. Doğru mu bu?
Krishnamurti: Elbette doğru, öyle değil mi? Ve hepimiz bir şeylerden korkmuyor muyuz? Herkes bir şeyden korkuyor, kamuoyundan, ölümden, hastalıktan vesaire. Bu apaçık bir gerçektir.
Dinleyici: Eğer sizin dediğiniz gibi, herkes korkuyorsa, o zaman hiç kimse aziz veya kahraman değildir. Yani bu dünyada hiç büyük adam yok mu?
Krishnamurti: Bu salt mantıksal bir akıl yürütme, değil mi? Büyük adamları, azizleri, kahramanları niye kafaya takalım ki? Önemli olan sizsiniz. Eğer korkuyorsanız çirkin bir dünya yaratırsınız. Mesele budur, büyük adamların olup olmaması değil.
Dinleyici: Açıklamanın kötü bir şey olduğunu söylediniz. Biz buraya açıklama için geldik. Bu kötü mü?
Krishnamurti: Açıklamanın kötü olduğunu söylemedim; açıklamayla yetinmemeniz gerektiğini söyledim.
Dinleyici: Hindistan’ın geleceğine dair düşünceniz nedir?
Krishnamurti: Hiçbir şey düşünmüyorum. Hindistan’ın çok önemli olduğunu sanmıyorum. Önemli olan dünyadır. İster
Çin’de ister Japonya’da ister İngiltere’de ister Hindistan’da ister Amerika’da yaşayalım hepimiz “Benim ülkem çok önemli” diyoruz ve hiçbirimiz dünyayı bir bütün olarak önemsemiyoruz. Tarih kitapları sürekli tekrarlayan savaşlarla dolu. Eğer kendimizi insan olarak anlamaya başlayabilir-sek, o zaman herhalde birbirimizi öldürmeye bir son verip savaşları durdurabiliriz; ama milliyetçi olduğumuz ve sırf kendi ülkemizi düşündüğümüz sürece feci bir dünya yaratmaya devam ederiz. Burasının hepimizin birlikte huzur ve mutluluk içinde yaşayabileceği ortak dünyamız olduğunu kavrarsak yeni bir dünya kurabiliriz; ama eğer kendimizi Hintli, Alman veya Rus olarak görüp başka herkese yabancı gözüyle bakarsak, o zaman asla huzur ve barış olmayacağı gibi yeni bir dünya da kuramayız.
Dinleyici: Bu dünyada çok az sayıda büyük adam olduğunu söylediniz. O zaman siz nesiniz?
Krishnamurti: Benim ne olduğum önemli değil. Önemli olan söylenen şeyin doğruluğunu veya yanlışlığını ortaya çıkarmakta. Eğer falanca kişi söylediği için filanca şeyin önemli olduğunu düşünüyorsanız, o zaman aslında dinlemiyorsu-nuzdur, neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi başınıza bulmaya çalışmıyorsunuzdur.
Öte yandan gördüğünüz gibi, çoğumuz neyin doğru neyin yanlış olduğunu bulmaktan korkuyoruz; işte bu yüzden başkalarının söylediklerini kabullenmekle yetiniyoruz. Önemli olan şey sorgulamak, gözlemlemek, asla kabullenmemektir. Ne yazık ki çoğumuz sadece büyük adam saydığımız kimseleri, yerleşik bir otoriteyi, Upanişadları, Gita’yı ve benzeri şeyleri dinliyoruz. Kuşları, denizin sesini, dilenciyi hiç dinlemiyoruz. Sonuçta dilencinin söylediği şeyi kaçırıyoruz. Oysa zengin adamın veya güçlü adamın söylediğinde hiç hakikat payı yokken dilencinin söylediğinde hakikat payı olabilir.
Dinleyici: Meraklı olduğumuz için kitap okuyoruz. Gençken siz de meraklı değil miydiniz?
Krishnamurti: Sadece kitap okuyarak doğruyu kendi başınıza bulabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Başkalarının söylediklerini tekrarlayarak herhangi bir şeyi keşfedebilir misiniz? Yoksa ancak araştırarak, kuşkulanarak, asla kabullenmeyerek mi keşfedersiniz? Çoğumuz felsefe hakkında bir sürü kitap okuyoruz ve bu okumalar zihnimizi şekillendirip neyin doğru neyin yanlış olduğunu kendi başımıza bulmamızı çok zorlaştırıyor. Biçimlenmiş, kalıplanmış zihin hakikati ancak güç bela bulur.
Dinleyici: Gelecekle ilgilenmemeli miyiz?
Krishnamurti: Gelecekten kastınız nedir? Önümüzdeki yirmi veya elli yıl mı gelecekten kastınız? Onca yıl uzaktaki bir gelecek çok belirsizdir, değil mi? Ne olacağını bilmiyorsunuz, o halde endişelenmenin veya rahatsızlık duymanın ne anlamı var? Belki savaş çıkar, belki de salgın; her şey olabilir, dolayısıyla gelecek belirsizdir, bilinmezdir. Önemli olan nokta sizin şimdi nasıl yaşadığınız, ne düşündüğünüz ve ne hissettiğinizdir. Asıl önemli olan yarın veya yirmi yıl sonra ne olacağı değil şimdi, bugündür. Bu şimdiyi anlamak büyük ölçüde zekâ gerektirir.
Dinleyici: Gençken çok oyunbaz oluruz ve bizim için iyi olanı her zaman bilmeyiz. Eğer bir baba oğluna onun iyiliğini öğütlüyorsa, oğlu babasının öğüdüne uymamalı mı?
Krishnamurti: Siz ne düşünüyorsunuz? Eğer ben babay-sam ilk önce oğlumun hayatta sahiden ne yapmak istediğini ortaya çıkarmalıyım, değil mi? Ebeveyn çocuğunu ona öğütte bulunacak kadar iyi tanıyor mu? Ebeveyn çocuğu inceledi mi? Çocuğunu gözlemlemek için çok az zamanı olan bir ebeveyn nasıl olur da ona öğütte bulunabilir? Babanın oğlunu yönlendirmesi gerektiğini söylemek hoş ama ya baba oğlunu yeterince tanımıyorsa, ne yapacak? Her çocuk belli bir zamanda veya yerde değil de bütün bir çocukluk süresince ele alınıp incelenmesi gereken kendi yönelimlerine ve yetilerine sahiptir.
Dinleyici: Geçen sefer idealistin ikiyüzlü olduğunu söylediniz. Eğer bir bina inşa etmek istiyorsak, önce o binanın fikrine sahip olmalıyız. Aynı şekilde, eğer yeni bir dünya kurmak istiyorsak, ilk önce bir ideale sahip olmamız gerekmez mi?
Krishnamurti: İnşa etmek istediğiniz binanın bir fikrine sahip olmakla bir konuda idealist olmak aynı şey değildir. Bunlar kesinlikle farklı şeylerdir.
Dinleyici: Kendi ülkemizin iyiliğini isteyerek aynı zamanda insanlığın da iyiliğini istemiş olmuyor muyuz? Doğrudan insanlığın iyiliğini amaçlamak sıradan insanın erişebileceği bir şey midir?
Krishnamurti: Bir ülkenin iyiliğini diğer ülkeler pahasına gözetmek sömürüye ve emperyalizme götürür. Yalnızca kendi ülkemizi düşündüğümüz sürece çatışmaya ve savaşa mahkûm oluruz.
Doğrudan insanlığın iyiliğini amaçlamak sıradan insanın erişebileceği bir şey midir diye sorarken sıradan insandan kastınız nedir? Siz ve ben sıradan insanlar değil miyiz? Bizler sıradan insanlardan farklı mıyız? Bizi o kadar sıra dışı yapan şey nedir? Hepimiz sıradan insanlarız değil mi? Sadece temiz kıyafetleriniz, cilalı ayakkabılarınız veya bir kediniz var diye kendinizi bunlara sahip olmayanlardan farklı mı görüyorsunuz? Hepimiz sıradanız ve eğer bu gerçeği
sahiden kavrarsak bir devrim gerçekleştirebiliriz. Kendimizi sokaktaki güya sıradan insanın epey üstünde görmemize, çok özel hissetmemize neden olması mevcut eğitimimizin hatalarından biridir.
Hakikati Keşfetmek
Jiddu Krishnamurtı
Yeni Bir Yaşam (Öğrenme ve Anlam Arayışı Üzerine)