KORKTUĞUMUZ ŞEYLER BAŞKALARININ MİTLERİ Mİ, KENDİ HAKİKATLERİMİZ Mİ?

Rus fizyolog Ivan Pavlov’un klasik koşullanma deneyini duymuşsunuzdur: Et görünce salya salgılayan köpeklere eşzamanlı olarak zil sesi öğretilerek zil-et bağlantısı aşılanır; sonunda köpeklerin eti görmeseler de zil sesine salyayla tepki vermeleri sağlanır. İşin teorikçesi, önceden aralarında bağlantı bulunmayan uyaranla tepki arasında bağ kurulmuş ve bunun refleks olarak yerleşmesi sağlanmıştır. Pavlov, insanların özellikle korkuyu öğrenme sürecine de uyarlanan bu klasik şartlanma deneyini yaptığında 20. yüzyıla henüz giriş yapmıştık. Oysa bugün bambaşka koşullarda, ultra-sosyal bir dünyada yaşıyoruz. Kitlesel medya araçları ve sosyal medya hayatımızı, tüm algımızı çevreliyor. Başka pek çok bilgi gibi neyin tehdit unsuru neyin güvenilir olduğunu, ya da kısaca şiddetin kendisini de, kişisel deneyimlerimizden çok bu kaynaklardan öğreniyoruz. Öğrendiğimiz bir nevi ikinci el şiddet olsa da… Nitekim dünyanın uzak köşesinde yaşanan bir şiddet olayının sürekli tekrar eden, müziklerle, özel tekniklerle sunulan görüntüleri, müthiş huzurlu ve sakin bir çevrede yaşıyor dahi olsak kısmen kendi deneyimimize dönüşebiliyor. Üstelik bu illa da büyük şiddet olayları için değil, daha ufak çaplı ve gündelik vakalarda da geçerli. Peki bu görüntü ve ses bombardımanından davranışlarımız nasıl etkileniyor?

Öncelikle şunu belirtelim; insanlar bilginin ya da konumuz özelinde tehdit algısının sosyal yoldan öğrenilmesi anlamında tek değil. Mesela Rhesus maymunları yılandan korkmayı bireysel deneyimleri yoluyla değil, türdeşlerinin verdikleri tepkiler üzerinden öğreniyorlar. İnsanlarda sosyal öğrenme yoluyla kazanılan tehdit algısının karar alma süreçlerimizdeki etkisini inceleyen Karolinska Enstitüsü, Zürih Üniversitesi ve Amsterdam Üniversitesi araştırmacıları, beyin hacmi ve kapasitesiyle övünmeyi pek seven türümüzün Rhesus maymunlarından çok da farklı olmadığını gösterdi. PNAS dergisinin 13 Şubat sayısında yer bulan çalışmanın odak noktasını, etkilerinin daha dolaysız biçimde görünür olması sebebiyle şiddet meselesi oluşturuyor.

Şiddet insanlar özelinde üç yoldan öğreniliyor: kişisel deneyim, sosyal gözlem ve sözlü öğrenme. Araştırma için deneye alınan ve 40’ar kişilik 3 gruba ayrılan her bir katılımcı ekip, bu üç öğrenme yolunu temsil ediyor. Dolayısıyla çalışma kapsamında üç deney düzeneği hazırlanmış. Her üç düzenekte de katılımcılara pozitif veya negatif çağrışım içermeyen iki resim gösterilmiş ve bu resimlerden hangisinin “tehlikeli” olduğu, bize şiddeti/tehlikeyi/tehdidi tanıtan bu üç kaynak temel alınarak “öğretilmiş”. Yani ilk gruba doğrudan deneyimi yansıtacak ve Pavlovcu bir şartlanma sağlayacak şekilde tehlikeli resim eşliğinde elektrik şoku uygulanmış. İkinci gruba bu bilgi, katılımcının o resme baktığında elektrik şoku alan ilk grup katılımcılarının videosu seyrettirilerek verilmiş. Üçüncü grupta ise tehlikeli resmin elektrik şokunu getireceği bilgisi sözlü yoldan aşılanmış. Dolayısıyla sosyal öğrenmeyi temsil eden ikinci ve üçüncü gruptaki katılımcıların acı deneyimini doğrudan yaşamadan bilgiye erişimleri sağlanmış. Deneyin ikinci aşamasında katılımcılardan iki resim arasında üst üste 70 defa seçim yapmaları istenmiş. Ancak bu noktada katılımcılardan habersiz bir manipülasyon uygulanmış ve bizi türümüzle ilgili umutsuzluğa sürükleyecek sonuçlar da zaten bu aşamada kendini göstermiş. Buna göre her bir grup iki altgruba ayrılmış. Altgruplardan biri seçim yaparken önceden verilen bilgiyle çelişmeyecek şekilde tehlikeli resim-elektrik şoku bağlantısı devam ettirilmiş; yani şoka mümkün olan en az sayıda maruz kalmayı hedefleyen katılımcılar tehlikeli resimden kaçınarak elektrik şokundan kurtulmuş. Ancak diğer grupta elektrik şoku tehlikeli olmadığı söylenen resim eşliğinde verilmeye başlanmış. İlginç olan, bu gruptaki katılımcılar acıyı o an bizzat yaşıyor olmalarına rağmen kendilerine öğretilen ilk bilgiden şaşmamak konusunda ısrarcı olmuşlar. Öyle ki kendisine gösterilen ya da söylenene değil de o andaki deneyimine dayanarak karar verenlerin oranı tüm gruplarda %25’te kalmış…

“Önyargıların ve zalimliğin asıl kaynağı korkudur” Tabu Ahlakı – Bertrand Russell

Bu çalışmadan çıkan acıklı sonuç araştırma grubunun başını çeken Andreas Olsson’un ifadesiyle “insanların neden mantığa aykırı davranışlar sergilediklerini” açıklıyor. Sosyal yoldan, yani başkalarının anlatılarını dinleyerek, onların deneyimlerinden yola çıkarak ya da birtakım videolar, görüntüler, haberler seyrederek edindiğimiz bilgi, kendi tecrübelerimizle çürütülse, geçerliliğini açıkça yitirse ve hatta zararımıza sonuçlansa bile peşini bırakmıyoruz. En azından bir çoğumuz… Sözün özü, Fıransız felsefeci Michel Onfray’in farklı bir bağlamda söylediği gibi “bizi ayartan mitleri, canımızı yakan hakikate tercih ediyoruz.”


Kaynak: Lindström B. ve ark., “Social threat learning transfers to decision making in humans”, PNAS, 13 Şubat 2019./ Nıvart Taşçı | Bilim ve Gelecek

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz