KİTAPLARINI BASAN YAYINCI ERDAL ÖZ, YILMAZ GÜNEY İLE İLK KARŞILAŞMASINI ANLATIYOR

Hukuk Fakültesi’ne İstanbul’a gelmiştim. Yıl 1956-57, Hukuk Fakültesi kantininde birtakım yeni dostluklar oluştu. Bunlar şiir, hikâye ve deneme yazarı birtakım arkadaşlardı. Bir grup oluşturduk. Sonradan A Dergisinin yazarlar olarak bu arkadaşlar arasında Adnan Özyalçıner, Konur Ertop, Doğan Hızlan, Onat Kutlar, Kemal Özer, Hilmi Yavuz, Ercüment Uçarı, Demir Özlü gibi arkadaşlar vardı. O zamanlar yazılarımız çok zor yayınlanıyordu. Dergilere götürüyorduk, pek beğenilmiyordu haklı olarak ve basılmıyordu. Sonradan ilk yazılarımız, ilk şiirlerimiz, ilk öykülerimiz birtakım dergilerde çıkarken kendimiz bir dergi çıkarmaya karar verdik ve A Dergisini çıkardık. Bazı yerlerde toplanıyorduk. Hukuk Fakültesi kantini, Beyazıt’ta caminin arkasında çınar ağacının altındaki çay evi, Laleli de bir kahve… İşte bunların hangisinde olduğunu anımsamıyorum ama birden Yılmaz aramıza karıştı. O zaman Yılmaz Pütün adıyla, birtakım küçük dergilerde yazılarının çıktığını anımsıyorum.

Güney Dergisi, sonra 13 Dergisi, Yeni Ufuklar da öyküler yayınladığını sonra dan öğrendim. Birtakım yazılarını bize getirirdi, bunlar küçük öykülerdi. Pek beğenmezdik. Bizden çok daha amatördü. Yılmaz’la uzun sürdü bu yakınlığımız. O zamanlar Yılmaz’ın sinemaya bir eğilimini görmemiştim. Yani belki içinde vardı, ama hiç bir sinema eğilimi yoktu. Sonra ben Ankara’yı seçtim, Ankara’ya gitmek zorundaydım, İstanbul’dan ayrıldım. Sonra yedek subay oldum. Ardahan’da yedek subayken Yılmaz’ın ilk filmini çevirdiğini öğrendim. Yazıştık da… Sonra Ankara’ya döndüm. Yılmaz’ın o ara 13 Dergisi’nde yayınlanan bir öyküsünden dolasıyla mahkûm olduğunu ve hapse atıldığını öğrendim. Çok parasız bir dönemimdi.

Radyoevine yeni girmiştim. Nevşehir Ceza evinden bir mektup aldım. Yılmaz’dandı ve olayı anlatıyordu bana. Çok haksızca bir mahkûmiyetti. Çok genç yaşta tanıştı böyle bir ceza müeyyidesiyle. Hiç parası yoktu ve para istiyordu. Param çok azdı, ama ne kadar param varsa Yılmaz’ a gönderdiğimi anımsıyorum. Bu birkaç kere oldu. Sonra Yılmaz İstanbul’a geldi. Ben Yılmaz’la çok sonra İstanbul’da, Deniz Gezmiş ve arkadaşlarının asılmasına engel olmak için giriştiğimiz imza kampanyası sırasında karşılaştım. Yılmaz o zaman çok ünlüydü. Çoğu filmini de görmüştüm. “Boynu Bükük Öldüler” kitabını biliyordum. Orda çok sıcak bir konuşmamız oldu. Ama benim Yılmaz’ı da son görüşüm oldu.

Deniz’lerin asılmasından daha sonra, Yılmaz’ın da Yumurtalık’ta başına gelen o baş belası olaydan önceki dönemdi. Yıllar sonra Yılmaz, Paris’e gitti. Yıllarca yattıktan sonra kaçtı, gitti ve oldu. Yılmaz’ın kitapları sağda solda birtakım insanların elinde kalmıştı. Bunu biraz önlemek amacıyla karısı Fatoş’la bağlantı kurdum ve kitapların Can Yayınları arasında yayınlama kararı aldım. Önce “Boynu Bükük Öldüler'”i yayınladık, sonra “Sanık”, sonra da “Salpa”. Ne yazık ki bu kitaplar kısa zamanda korsan yayıncılar tarafından taklit edildiler ve piyasaya sürüldüler. Hiç bir şey yapamadık. Şimdi Fatoş, Yılmaz’ın bütün kitaplarına sahip çıkıyor. Ona bir yayınevi oluşturduk Vakıf adına. Yılmaz’ın bütün hayranlar, bütün okurları, bütün izleyicileri sanıyorum artık Fatoş’un bu yayınlarına kavuşacaklar ve Yılmaz’ı bir kere daha tanımış olacaklar.

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz