Şair Kemal Özer Şiirleri: Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut güneşi kapatmadan önce?

.

Dalgayı haber veren yakamoz
kimin gözüne çarpar kıyıda?
Çiçeğe durduğunu kim ayırt eder
tepeden tırnağa giyinmeden ağaç?
Kimin dikkatini çeker küçücük bir bulut
güneşi kapatmadan önce?

Şair Kemal Özer, geçirdiği kalp krizi sonucu vefat etti. 74 yaşındaki Özer, İkinci Yeni akımıyla başladığı şiir serüveninde toplumcu gerçekçiliğe yönelmiş, sayısız özgün eser vermişti.
ÖRTEMEZ GELECEK GÜNLERİ

Üretmeyenler yaşamı ve rüzgârı göğünden,
denizi balığından esirgeyenler kökleri toprakta değildir onların.
Sudan ve havadan uzağa sürdükçe bir kâğıt kadar boş ve beyazdırlar.
Ve bir çanak parçası kadar eklenmesi olanaksız öbür parçalarına.
Doğa durur ve ilerlemez çünkü damarlarında.
Nasıl kabuk tutmazsa işleyen yarayı, kilden ve cansız
çakıllardan kentleri nasıl yıkıp geçerse deprem,
pul pul dökülecektir onlar da, gelecek günlerin üzerinden.

ZAMANI DEĞİL

Zamanı değil susmanın!
Göreceksin nice çiçeklerin dirildiğini, nice korkuların
dağıldığını yüzlerden; gelip de bir kavşağa dirençsiz mi kalmışlar, güç katacak nice insana boşalınca dudaklarının arasından, göğsünün içinde tuttuğun hava.
Yükle o soluğu ey suskun!
Geliştir sınırlarını, varacağı yönleri genişlet, büyüt yeni
bir gökyüzü kadar. Döndüreceği yeni kanatlar eklensin değirmenlere, yeni yataklar bulunsun ırmakların akacağı, yeni dallar yaratsın kavgadaki ağaç, kırdaki bekleyiş yeni anlamlar edinsin.

Ağıt
annem mi bir kadın
geciken bir kadın gece yatısına
ölüm kendini göstereli babamın saçlarından
günübirlik bir kadın
üsküdar’la istanbul arasında

babamdı sakalıydı babamın
bir akşam göle batırdı
çıkmamak üzere bir daha
hepsi de ekmek kokardı
sayısı unutulan parmaklarının

akşam bir attır bütün ülkelerde
serin esmer bir attır
terkisine çocukların bindiği

Her Soluk Alışta
Kaldırın bugün
ne kadar engel varsa
güneşle aranızda,
elinizin değdiği her şey
gökyüzü koksun

Türkülerle doldurun göğsünüzü
açılın kırlara çiçekler devşirin
kolan vurun ağaçtan ağaca
her soluk alışta duysanız bile
o zonkloyan hüznü

Bir Gün Konuşmak İçin

Kalabalığı gördüm; fışkırmış ara yollardan,
doldurmuş bir alanı göz alabildiğine.
Bir tek yüze çevirmiş bakışlarını,
kulağını vermiş bir tek sese.

Kalabalığı gördüm; bir tek sözle
haykırmaya hazır bir ağızdan.
Gergin yaylar gibi atılmaya hazır,
duramıyor durduğu yerde.

Kalabalığı gördüm; elindeki bayraklar
yatıştırıyor acısını ve öfkesini.
Yan yana getirmiyor coşkunluk
o kadar kolu bir yumruk gibi.

Kalabalığı gördüm; habersiz
nereye varacağından sesinin.
Dinlemek için değil de
bir araya geldiği vakit konuşmak için.

ÜZGÜNÜM AMA ÖVÜNÜYORUM

Bunca geç kaldığıma üzgünüm
bulanıklıktan sıyırıp yaşamı
açmakta çalışkan ellere.

Bu sizin demekte, kavrayın sımsıkı,
sahip çıkmak gerekir en önce.

Alında biriken tere sahip çıkmak,
yorgunluğun ardından beliren türküye.

Kavga mı ediyorlar, bilsinler,
niçin ettiklerini ve kiminle.

Gelecek günlerin bilinci
su versin ateşteki çeliğe.

Üzgünüm, insanın dağılan yüreğini
bir dizeyle birleştirmek için
bunca geç kaldığına şiirlerimin.

Ama övünüyorum gene de kardeşler,
kavgaya girmekte geciksem bile
yanınızda olacağım yaratırken zaferi

Neyle Başlar İnsan Yüzü

Meraklıysan insan yüzünün tarihine
önce şunu sor ey yolcu:

Neyle başlar insan yüzü,
uçları güneş alevinde savrulan
saçıyla mı bir çocuğun,
sarkık avurtlarıyla mı,
kıvrılmaya hazır dudaklarıyla mı,
gücenik bakışıyla mı yoksa?

Bir de şunu sor:
Gücendiren ne insan yüzünü?

Kadırga

karanlığı bıraktım benim değil bu rüzgar
artık yol almıyorum şafağında suların
kıyısı kıyım değil dışındayım zamanın
çözdü yelkenlerimi iplerinden yıldızlar

şimdi bir gökyüzüdür o bizans çarşıları
saraylarla avlarla kölelerle yan yana
köleler ki uzanmış her biri bir şafağa
her biri bir ağıtın vazgeçilmez uğrağı

o kırallar o gülen miraslı geniş yüzler
kutsal diye tapınak kurdukları o saygı
çürümüş gövdem bile onları anıp titrer

çoğalır bana varan beni aşan bu anı
çoğalır beni saran bir deniz evreninden
ölüme baş eğmeyen ölülerin rüzgarı

Bugün ilkyazın ilk günü

Onların Sesleriyle 1
bir yolculuk daha başlıyor ozan için. Elinde
bir tek sözcük. Bir dalga ucu, yürüyen
kalabalığın denizinde. Belli değil kimin
ağzından çıktı, nereye taşıyacak hangi titreşimi.
Belli değil, çünkü bir salkımın taneleri
nasıl benzerse birbirine, tıpkı öyle
söylenenlerin de söyleyenlerin de her biri.
Bir tek sözcük bile olsa ozanın elinde
biliyor ki çıkılan yolculuğun sonu
o sözcüğü söyleyene varacak, o sözcüğün
taşıdığı titreşime. Çünkü döktüğü ter
sözcükler arasında yürüye yürüye
dönüştürecek onu da o kalabalıkta
sesini sokaklara taşıran birine.

Onların Sesleriyle 2
buluşuncaya kadar orda burda savrulup duran
binlerce başıboş anı
kimi çoktandır çağrışımı eksik sözlerle
söyleyenden yoksun bir şarkı
kimi darmadağın bir düş
belli değil hangi göze nasıl bir uyanıştan yansıdığı
niye bırakıldığı unutulmuş bir karanfilden
kiminin bir kaldırıma sızıyor ışığı
kiminde her darağacından bir şafak
her ağıttan biz dize, her yıldönümünden bir yankı
artık ne darmadağın ne unutulmuş ne eksik
hiçbiri sahipsiz değil onların sesleriyle buluşalı

Onların Sesleriyle 3

ileriye doğru itildiğini duyacaksın sen de
daha dünyaya gelmene bunca yıl varken,
duyacaksın daha ilk soluğu ciğerine çekmeden
senin için de söylenmiş olduğunu o şarkıların.
Üst üste konan taşlarla bir duvarın nasıl
yükseldiğini görmeden daha, anlayacaksın
sözcükler değildi o şarkılarda sana ulaştırılan,
onlar için atılmış adımlardı, yürünmüş yollardı.
Bileceksin, söylemeye daha başlamadan,
sesinde bir güneş taşıdığını bugünden yarına,
bugünden yürek yüreğe geleceksin söyleyecek olanlar
yarın söylemeye daha başlamadan o şarkıları.

Yürüdükçe Öğrenmenin Şarkısı
Yürüdükçe öğreniyorum ayaklarımızın da konuştuğunu
yürüdükçe sorular sorduğunu, yankılar bıraktığını ardında
öğreniyorum gök ne uçsuz bucaksız,
ne göründüğü kadar mavi
bulut değil rüzgârın taşıdığı bir tek,
vakti gösteren saat değil
yürüdükçe öğreniyorum, kendiliğinden ışımıyor sabah bile
Söylendiği yerde kalmıyor söz, durmadan ilerliyor alevi
– içinde bir yürek varsa bir sözün,
içinde bir alev varsa yüreğin –
bir alan bir başka alanın, bir kent bir başka kentin
yürüdükçe katıyor sınırlarına kendi sabırsız genişliğini
Yürüdükçe öğreniyorum, elimize neyi alırsak alalım
– bir somun parçası, aşınmış bir çift ayakkabı, bir bayrak –
yeni bir dili konuşuyor tutup kaldırdıkça havaya
öğreniyorum bir kıvılcıma yol verdiğini parmaklarımızın
neyi tutarsak tutalım ellerimizin her biri bir şalter

ŞİMDİ NERDEYSE

Böyle değildi bu kentte
sokaklar, şarkılar ve insanlar.
Yürüyüp giderdik birlikte
bir heyecanı paylaşarak.
Bir gergefe girip çıkan
iğneler gibi ayaklarımız
işlerdi yürüdüğümüz yollara
coşkulu saatlerin nakışını.Alınlarımıza biriken güneş
şimdi nerdeyse soğuyacak.

Zonguldak
Yerin derinliklerinden geldiler, ellerinde susmak bilmeyen bir yeraltı güneşiyle, ne kadar diplere bastırılırsa o kadar boğulmak bilmez yankısıyla yüreklerinin.
Ağır ağır geldiler, karanlık sarnıçlardan sıza sıza. sağır küplerde birike birike, yararak kaslarının içine yuvalanmış sızıları ve ciğerlerinde yer etmiş ışıksız lekeleri.
Geldiler bir büyük sesin harfleriyle ağızları dopdolu, suskun çamuru küremek için kentin gölgesi sokaklarından, sıyırıp aşmak için yıllardır gökyüzüne birikmiş pası, ovmak için isli alnını sabahın.
Anıt bildiler sıradan ve gösterişsiz bir günü, diyecek sözleri varsa anıt bildiler, akacak bir yatağı varsa ırmaklarının ve atacak köprüleri varsa anıt bildiler, toplandılar o anıtın çevresine.
Sonra her gün geldiler, artarak geldiler, kadınları çocukları ve alkışlarıyla,yoğurt mayalar gibi geldiler, pişkin ekmekleri bölüp de paylaşır gibi, su gibi, ateş gibi.
Her gün yeni ağızlar eklendi ağızlarına, yeni
yollarla tanıştı ayakları, her gün yeni kabuklar çatladı,
yeni kulaklar işitmeye başladı söylediklerini, bir kent
oldular sonunda
ve adını değiştirdiler ülkenin.
(Damar, Nisan 1999)

Kemal Özer (1935-)
Babası demiryollarında çalışan bir makinist olan Kemal Özer, İstanbul Erkek Lisesi’ni bitirdikten sonra İstanbul Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü’ne devam etti ancak tamamlayamadı. Kim ve Varlık dergileriyle Cumhuriyet gazetesinde düzeltmen olarak çalıştı. Ardından yayıncılığa başlayarak Uğrak Kitapevi’ni kurdu. 1965-70 arası ‘a’, 1972’de ise ‘Yeni a’ dergilerinin yayın kurulunda bulundu. 1983 ile 1990 yılları arasında Varlık dergisinde genel yayın danışmanlığı yaptı.

İlk şiirleri, Ankara’da bulunduğu 1951’li yıllarda, ‘Harika’ dergisinde çıktı. Kemal Özer’in, aynı yıllarda ‘Seçilmiş Hikayeler’ ve ‘Dönem’ dergilerinde hikayeleri yayınlanmış olsa da Kaynak, İstanbul, Şairler Yaprağı, Yenilik, Pazar Postas veı a dergilerindeki şiirleriyle edebiyat camiasında adından söz ettirmeye başladı. Şiirdeki ilk yıllarında modernist bir akım olan ‘İkinci Yeni’nin şair ve yazarlarını biraraya toplayan ‘a’ dergsinin kuruluşunda yer alarak biçimci ve kapalı bir anlayış oturtan Özer, daha sonraki yapıtlarında toplumcu gerçekçi bir çizgi izleyerek güncel ve toplumsal konulara yöneldi.

Sevda, barış, özgürlük temalarını ele alarak evrensel bir kimlikte yaşanan güncel olaylara tanıklık ve sorgulama egemendir.

Aldığı ödüller

1976 Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü: Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya
1982 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü : Kimlikleriniz Lütfen
1991 Yunus Nadi Şiir Ödülü : İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle
1993 Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü:Bir Adı Gurbet
1999 Damar Dergisi Edebiyat Emek Ödül
2000 Truva Kültür ve Sanat Ödülü
2001 Dionysos Şiir Ödülü

Şiir kitapları

Gül Yordamı (1959)
Ölü Bir Yaz (1960)
Tutsak Kan (1963)
Kavganın Yüreği (1973)
Yaşadığımız Günlerin Şiirleri (1974)
Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya (1975)
Geceye Karşı Söylenmiştir (1978)
Kimlikleriniz Lütfen (1981)
Araya Giren Görüntüler (1983)
Sınırlamıyor Beni Sevda (1985)
İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle (1990)
Bir Adı Gurbet (1993)
Oğulları Öldürülen Analar (1995)
Onların Sesleriyle Bir Kez Daha (1999)

Toplu basım şiirler

Çağdaş ve Boyun Eğmeyen (1985)
XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları 1-2 (2000)

Öykü kitabı

Baba ile Kız (1999)

Deneme kitapları

Umut Edebiyatı Yedi Canlıdır (1992)
Acı Şölen (1992)
Gün Olur Söze Yazılır (1992)
Yaşadığımız Günlerin Yazıları (1996)
“Benim Ellerimi Al, Benim Gözlerimi Kullan” (1999)
Bendeki Görüntüler (2000)
Şiiri Sorgulayan Yazılar (2000)

Anı kitabı

İkinci Yeni’den Toplumcu Şiire (1999)

Gezi kitapları:

Güldeki Şafak (1979)
Düşmanı Kardeş Yapmak (1994)

Günlük kitapları

Tanık Günler 1 (1993)
Tanık Günler 2 (1994)
Gölgeden Güneşe ( 1999)

Çocuk kitapları

Nasrettin Hoca (1975)
Tatil Köyünün Çocukları (1981)
Trenler Ne Güzeldir ( 1983)
Dünya Onlarla Daha Güzel (1992)
Şiirlerle Ezop Masalları (1993)
Çiçek Dürbünü (1994)
Şiirlerle Andersen Masalları (1995)
Sinemayı Seven Çocuk (1997)
Sorulardan Bir Gökkuşağı (1999)
Güneş Arkasına Baktı (2000)

Derleme kitapları

Soruların Gündeminde (1995)
Oradaydım Diyebilmek (1995)
Eleştirilerin Gündeminde (1999)
Sanatçılarla Yazışmalar 1 (1999)
45. Sanat Yılında (2000)

Söyleşi kitabı:

Sanatçılarla Konuşmalar (1979)

Antoloji kitapları

Şiirlerle İstanbul (1992)
100 Şiir (1995)
Dünden Bugüne Türk Şiiri (Asım Bezirci’yle, 2002)

Çeviri şiir kitapları
Haydut Otu (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1979)
Benimdir Bu Dünya (Georgi Cagarov’tan Fahri Erdinç’le, 1982)
Kurşun Asker (Lubomir Levçev’ten Fahri Erdinç’le, 1984)
Temiz Yürekle (Attila Jozsef’ten Edit Tasnadi’yle, 1986)
Zamanın Sözü (Nicolae Dragoş’tan Erem Melike Roman’la, 1989)
Zambak ve Gölge (Federico Garcia Lorca’dan Gülşah Özer’le, 1990)
Sevdiğime Seslenir Gibi (Pablo Neruda’dan Sibel Özbudun’la, 1992)
Suskun Sesler (Romen kadın ozanlardan Ergin Koparan’la, 1992)
Kuşlar Havalanıyor Yüreğimden (Sara Mathai Stinus’tan Gülşah Özer’le, 1997)
Köpüklenen Gök (Miklos Radnoti’den Edit Tasnadi’yle, 1997)
Granit Destanı (Lıçezar Elenkov’tan Ömer Çandır’la, 1997)
Bir Yıldızdı Taşıdığım (Lubomir Levçev’ten Gülşah Özer’le, 1999)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz