“Tuhaf şey doğrusu, insanın anadilinde yalan söyleyemiyor olması… Bunu çok düşündüm… Hele ona borcun varsa hiç yalan söyleyemiyor insan. Evet, edindiğin dilde, başkasının dilinde savurgan, hoyrat ve bir o kadar yaratıcı olurken, bir edep ve naiflik gelip oturuyor kelimelerine, kendi dilinde söyleyince. İşte böyle devrile devrile yorgun bir suyun bir göle kavuşması misali, tuhaf duygular dolaştı ruhumu Mücahit Göker’i dinleyince…”
[youlist pid=”PLVHV9f_aPOaejp0eZKxH2XyNq–sQk8Q_”]
Sonraki şarkıya geçmek için >| şarkı seçmek için [>] işaretine basınız.
Bağlama,cura: Mücahit Göker, Aranjör, gitarlar, geri vokal: Serdar Keskin, Bas gitar: Aziz Şahin Keman:Gökçe Coşkun, Çello: Barış Güvenenler, Ud: Sebahattin Yıldız, Kanun: Zeki Giray, Perküsyon düzenleme: Cafer İşleyen, Ney: Mübin Dünen, Kayıt Stüdyo: Alekka (İstanbul)-Erdem&Home (Diyarbakır), Mix-Mastering:Ali Ekber Kayış (Lizge Müzik)
Babil’in Tuğlaları
Gecikmek… Mücahit Göker’i dinlediğimde ilk intiba ve gümrendiğim ilk kelimeydi bu. Bir sese gecikmek.
Zazaca’nın o bungun ve tarazlı sesine bir şairin anadilinde düştüğü uzaklık duygusuyla… ama naif bir utangaçlıkla dil’e dönüşe gecikmek…
Bazı müzisyenler böyledir. Utangaç bir dilden emanetle konuşurlar yıllar yılı. Bu kez Zazaca’nın Bingöl üslubuyla bacaklanmasını görüyoruz Göker’de. Mevzu müzik olunca maalesef Bingöl’ün bir hayli gecikmiş olduğunu görüyoruz. Bunda tarihsel, sosyolojik ve de çokça dinsel yüklerin etkisi olduğu söylenebilir. Dersim’in Pagan-Kızılbaş ruhsalı ile Bingöl’ün Şafîi-İslam ruhsalı arasındaki uzaklığı, bir deneyim şarkısı etrafında yeniden düşünmeyi zorunlu kılıyor.
Bingöl folklor açıcından zengin bir bölge olmasına karşın, bugüne dek şahsi bir endişe olarak müzik üretiminde kafi derecede bir üretim göstermiş değil maalesef.
70’lerin sonlarıydı. Çocukluğum, Ko Spî ve oturduğumuz o Firdevs bahçeli evin asma altı… Odamda Leyla Qasım’ın çapraz fişekli fotoğrafı, eski bir teyp kasetinde Rençber Aziz’in o kırık, tarazlı sesi… Büyük amcam Evdale Bilindan’ın Erivan Radyosu tutkusu: 0 buğulu sesleriyle Garabete Haço, Kawis Axa, Meryemxan, Hesen Cizrawî ve nicesi. Ne çok kaldımdı orada, o seslerde… Bir daha asla dönemeyeceğim o çocukluk yıllarımm ve anadilim dönüp dönüp yolumu kestiğini her gördüğümde; cehennemi bir infilakın içimde nasıl patladığım bir Allah bilir. Tuhaf şey doğrusu, insanın anadilinde yalan söyleyemiyor olması… Bunu çok düşündüm… Hele ona borcun varsa hiç yalan söyleyemiyor insan. Evet, edindiğin dilde, başkasının dilinde savurgan, hoyrat ve bir o kadar yaratıcı olurken, bir edep ve naiflik gelip oturuyor kelimelerine, kendi dilinde söyleyince. İşte böyle devrile devrile yorgun bir suyun bir göle kavuşması misali, tuhaf duygular dolaştı ruhumu Mücahit Göker’i dinleyince…
Calvino sorar : “Bir kentten beklediğimiz onun yedi ya da yetmiş yedi harikası değil, sorduğumuz sorulara verdiği yanıttır” der. Bazı kentler böyledir, daha baştan bir efsanesi olsun istersin…
Benimkisi Kassandra’nın kehaneti mi yoksa? Dara Henî sarkışım dinlediğimde Calvino’nun bu sorusu düştü aklıma. Rivayet edilir ki, Büyük İskender fethettiği ve geçtiği yerlerde kentler kurmuş ve adını vermiş bu kentlere: İskenderiye, İskenderun vs. Pers Kralı Dara’nın da Mezopotamya ve Diyar-ı Ruma yaptığı seferler, aldığı ve abad ettiği yerler mutlak vardır. Dara Henî, Murat nehri kıyısında kurulmuş bir eski kent. Kral Dara’nın ismiyle müsemma bir yer olma ihtimali var mıdır, böyle olabilir mi? Bir de Nusaybin yakınlarındaki Dara Harabeleri ve geçmiş heybeti ve sahip olduğu söylenen efsanevi kütüphanesi… Neden olmasın?
Tarih dediğimiz şey, egemenlerin imalatı ise eğer, Babil’in Tuğlaları bir bir düşmekte. Ve inanalım Zazaca’nın o tuğlaların en eskisi olduğuna. Bingöl’ü konuşmaya başladığınızda aslında Palu-Kiğı-Dara Henî’yi (Genç) yani Çabaxcur’u (Cebel Cur) konuşuyoruz demektir. Yani bir hafıza coğrafyasından, Kral Yolu’ndan, Urartu’dan söz ediyoruz demektir. İşte Bingöl, böylesi bir hafıza coğrafyasının tam ortasına genç Cumhuriyet’in idari maslahatınca kondurulmuş bir unutuş kenti gibi. Bunca kadim kentlerin ortasında durmasına karşın, bir an insanda bir köksüzlük duygusu uyandırmasındaki asıl sebep bu olsa gerek : Bingöl unutuş’sa, Palu-Kiğı-Dara Henî bir hafıza mekânı olarak durular işte orda. 0 kadim yurdun elimizden kayıp gitmesine engel olan tarihselliğin, o imkânsız cemaatlerin “coğrafi kader”inde yeniden varoluşu gibidir. Böylece salnamelerden, seyyahların metinlerinden devşirdiğimiz her ne idiyse hepsini unutup, tutunmak yeniden hafızayla Babil’in o son yaprağına…
Mücahit Göker, dile böylesi bir hafızayla tutunmuş; Bingöl’ün o kendine has üslubunu öne çıkarmaya gayret etmiş ve elbette bunları yaparken de sanatın o şahsi endişesini hissetmemizi sağlayan bir üst çıta kurmaya çalışmış bir deyrbaz, bir müzisyen. Çok mahcup, çok utangaç bir sesin haysiyet makamıyla dile gelişi sanki…
Müzikal altyapıda Serdar Keskin’in katkıları göz ardı edilemez Göker, Çewlîk fonetiğiyle harfleri yeniden havalandırır ve tuhaf estetik bir tad bırakır, benim gibi Dersim ağzıyla konuşanların dimağında.
Bingöl’ün uzunca bir susuştan sonra, müzikal olarak dile gelen oğullarına ihtiyacı var. İçimde ise gönençli bir ergenin telaşla sakladığı o kadim Zaza ağırbaşlılığı….
İzninizle şimdi bir “hoş geldin” demek istivorum Göker’e :
-Xer umye deza.
Metin Kaygalak
1962 Dara Hênî-Çewlik (Genç-Bingöl) doğumlu olan Mücahit Göker, Kayseri, Adıyaman, Bingöl-Genç ve Mersin‘de 20 yıl sınıf, 5 yıl müzik öğretmenliği yaptı. 2009’da emekliliğe ayrılan Göker, gençlik yıllarından beri bağlama çalarak müzikle uğraşmasına rağmen, albümün son yıllarda yoğunlaşan beste çalışmalarının bir sonucu olduğunu belirtiyor. Yeni beste çalışmalarıyla beraber, Dara Hênî ve çevresinde söylenegelmiş deyîr-kılamları, gecikmiş de olsa gün yüzüne çıkarma ve yarına aktarma çabalarının devam edeceğini ekliyor.
Bilindiği gibi Zazaca, Dersim’den ve hatta Koçgiri’den başlayarak, Fırat ve Dicle havzaları boyunca konuşulmaktadır. Divriği, Koçgiri, Dersim, Erzincan, Hınıs, Varto gibi ağırlıklı olarak Alevilerin yaşadığı bölgelerde, Bingöl, Palu, Piran, Lice, Diyarbakır ve Urfa’nın Siverek ilçesine kadar uzanan hatta, farklı yerel ağızlarla kendini göstermektedir.
Mücahit Göker’in şarkıları bize aynı zamanda, Zazaca’nın Bingöl’deki kullanış biçimi ve farklılıklarına dair örnekler sunuyor. Bu şarkılarda geleneğe dayanan güçlü bir kaynakla karşılaşıyoruz.