Katıksız demokrasi, ayak takımının despotizmidir, diyor Voltaire. Demokrasinin temeli hırstır, diyor. Demokrasi adaletin temelidir, Vacherot’ya göre. Proudhon’a göre, ruhani ve cismani bütün iktidarların sona ermesidir.
Thierry için toplumun hayatıdır demokrasi. Tocqueville için, demokratik cumhuriyetlerin sonu manevi bir alçalıştır.
İki asır önce basılan bir ikonoloji kitabı, nazenini bir kadın olarak tecessüm ettirmiş: alnında asma yapraklarından bir taç, sırtında kaba saba giysiler; bir elinde nar, ötekinde yılanlar. Her çağ kendi rüyalarını, kendi emellerini söyletmiş kelimeye, her demagog kendi yalanlarını. Uğrunda sel gibi kan akıtılmış.
Nedir bu demokrasi? Homeros’un ahretindeki canlılar gibi, dokununca kaybolan bir hayalet mi? Genç bir sosyolog, demokrasiyi diğer siyasi rejimlerden ayıran ve yalnız ona ait olan önfaraziye nedir, diye soruyor: Hürriyet. Hürriyet, demokrasinin başlangıcında var; derece kabul etmez, kayıtsız şartsızdır. Hürriyeti meçhul bir istikbalde fethedilecek bir nesne olarak gösteren, diktatörlerdir sadece. Demokrasinin önfaraziyesi olan hürriyet, demokrasinin amacını da belirler: Eşitlik. Eşitlik gerçekleşemez, gerçekleşirse hikmet-i vücudunu kaybeder. Yerini anarşiye bırakır. Kısaca, demokraside hürriyet başlangıçta vardır, oysa eşitlik ulaşılması gereken bir amaçtır. Demokrasinin “ideal tipi” (saf tipi) budur, yazara göre. Demokrasiyi kavram olarak aydınlatmak, rejimin mantığını veya teorisini belirlemek isteyen bir tanım bu. Tarihteki demokrasileri anlamak ve demokrasilerin özlerinden ne kadar uzaklaştıklarını tayin etmek için onları bu saf tiple karşılaştırmak gerek. (Bk. J. Freund, Le Nouvel Age, édit. M. Riviére, 1970)
İslâmiyet, bir teokrasidir, diyor Gardet, laik bir teokrasi, daha doğrusu bir nomokrasi (kanun hakimiyeti). Bu teokrasi, Kuran hükümlerinin hem tesbiti, hem de dünyevî ve siyasi planda genişletilmesidir. İslâmiyetin siyasî felsefesi iki kutupta toplanır: otorite ve eşitlik.
İslâmiyette otorite ile iktidar arasında ananevi bir ayırım yok. Umumiyetle ikisi de bir vakıa olarak kabul edilir. Ruhani iktidar Kuran bilgisine dayanır; Kuran’ı ve Sünneti bilen her müslüman, öteki müslümana eşittir. Ruhanî ile cismani içiçedir. İdeal İslâm sitesinde bütün müminlerin belli hakları vardır. Ehliyetleri olmak şartıyla sitenin bütün makam ve mevkilerine geçebilirler. Mevkiler ayrıdır, içtimai durumlar farklıdır, ama müminlerin mümin olmak haysiyetiyle hakları eşittir. İslâmda a priori bir imtiyaz ve sınıf mefhumu yoktur.
Hristiyan dünyasında söz konusu olan ilk büyük değer, insan kişiliği ve hürriyetidir. Sosyal hiyerarşi, tabiî hiyerarşinin bir uzantısıdır. Eşitlik nisbîdir.
Oysa, hür insan kavramı, İslâm için hukuki bir kavramdır, meteafizik bir kavram değil. Hürriyetin temeli, İslâm camiasının bütün üyeleri arasındaki çok güçlü ve sürekli bir inanç: tam bir hak eşitliği olduğu inancı. Bütün müminler, kanun karşısında eşittirler, çünkü kardeştirler. Kulun bütün haysiyeti mümin oluşunda; kul, mümin olunca hukukî bir statü kazanır, dilenciyi halifeye eşit kılan bir statü. İman Tanrı ile kul arasında tek taraflı bir mukavele. Mukavelenin kula yüklediği görev: Rabbin birliğini ikrar.
Hristiyanlığa göre, her otoritenin kaynağı Tanrı’dır. İslâmiyet her otorite Tanrı’dan gelir demekle kalmaz, Tanrı’nın dışında otorite yoktur, der. Hükmeden Tanrı’dır, bu hakimiyet devredilemez. Tanrı her cismanî şefi, otorite ile doğrudan doğruya teçhiz eder. Şef, seçimle gelse de, durum değişmez. Yani Tanrı’nınkinin dışında gerçek bir cismanî otorite yoktur. Vardır demek, Tanrı’ya şerik koşmak olur. Şef, Tanrı’nın aletidir sadece. Halk, geniş bir tenkit hakkına sahiptir. Hükümet tasarruflarını istediği gibi eleştirir, ama onlara itaat etmekte devam eder. İslâmiyette her türlü istibdada, ahkâm-ı Kuraniye dışındaki her türlü keyfîliğe isyan etmek için birçok yollar vardır. Hak esastır.
(…)
Şubat 1972
Cemil Meriç
Hisar Dergisi Sayı 98