Kararlarımızın ne kadarını biz veriyoruz, özgür irade diye bir şey var mıdır? – Doç. Dr. Tuğrul Atasoy

gözÖzgür İrade ve Sinirbilim
Özgür irade var mıdır, yok mudur? Bir eylemi tamamen özgür irademizle mi gerçekleştiriyoruz? Yoksa o eylemi yapmamızı belirleyen başka etkenler mi var? Bir eylem ya da bir davranış kararının ne kadarı özgür irademize bağlı? Eylem veya davranışlarımızı özgür irademizle gerçekleştiremiyorsak, özgür irademizin olduğu ve kararlarımızı alırken özgür irademizi kullandığımız yani özgür olduğumuz yanılsamasının kaynağı nedir?

Bunlar insanlık tarihi boyunca felsefe, etik, hukuk, psikoloji başta olmak üzere birçok bilim alanının üzerinde en çok uğraştığı ve tartıştığı sorular arasında yer almıştır. Sinirbilim açısından da bu sorular ve yanıtları doğal olarak çok önemlidir. Teknolojide, özellikle şu son birkaç on yıl içinde meydana gelen değişimler, beynin ve sinirlerin daha ayrıntılı olarak işlevsel görüntülenmesine olanak sağlamıştır. İyi düzenlenmiş psiko-fizyolojik test sistemleriyle, görüntüleme alanındaki yenilikler bir araya gelince, beynimizi daha iyi tanıyabilme yolunda kimi adımları daha rahat atabiliyoruz. Tabii ki bu yeni adımlar ve ulaşılan bilgiler çoğu zaman daha yeni sorulara ve eskiden bilinen kimi doğruların tekrar gözden geçirilmesi gereksinimine de yol açıyor. Bu bağlamda sinirbilim açısından olaya baktığımızda, özgür iradeyle ilgili öne çıkan ve yanıtlanması gereken kimi sorular dikkat çekmektedir. Beyinde karar alma ve uygulamayla ilgili diğer beyin bölgelerine göre daha özelleşmiş bölgeler var mıdır? Beyin karar alma ve uygulama aşamalarında nasıl tepki verir? Beyinde bu aşamalar sırasında neler olur? Bu yazıda bu sorularla ilgili kimi görüş ve bulgulara değinmeye çalışacağım.

Özgür irade neden mi, yoksa sadece bir araç mı? Özgür irade konusunda çalışan felsefeciler bilinçli isteklerin harekete -eyleme- neden olup olmadığını tartışırken, modern sinirbilim zihin-vücut nedenselliği fikrini yadsımaktadır. Son bulgular, eylem niyeti için bilinçli deneyimin, beynin ön ve yan loblarındaki motor eylem için yapılan ön hazırlıktan kaynaklandığı savını destekler gibi gözükmektedir. İstemli eylemler, güçlü aracı faaliyet hissi (a sense of agency), yani dış dünyadaki olayları kontrol hissini de içermektedir. Hem niyet hem de bu aracı faaliyet hissi, motor kontrol için beynin hazırlık işlemlerinden kaynaklanmaktadır; bunlar yalnızca geriye dönük anlam çıkarmaktan ibaret değillerdir. Kaliforniya Üniversitesi’nden Benjamin Libet, insanlar üzerinde bu konuya ilişkin ilginç deneyler yapmaktadır. Libet’in çalışmasının ana konusu, istemli bir eylemden hemen önceki beyin dalgaları ve deneğin eylem için hareket etme niyeti veya isteğine ilişkin farkında olma durumunun oluştuğu an ile bu dalgaların ilişkisinin araştırılmasıydı. Libet ve arkadaşları deneylerinde, deneklerden, her 2560 milisaniyede bir ekranda beliren dönen bir beneği sabitlemelerini istediler. Denekler sağ elGünümüzde, iyi düzenlenmiş psiko-fizyolojik test sistemleriyle, görüntüleme alanındaki yenilikler kullanılarak, beyni daha iyi tanıma yolunda adımlar atılabiliyor. Bu adımlardan bir tanesi de, özgür irade ve beyin ilişkisiyle ilgili. Beyinde karar alma ve uygulamayla ilgili diğer beyin bölgelerine göre daha özelleşmiş bölgeler var mı? Beyin karar alma ve uygulama aşamalarında nasıl tepki verir? Beyinde bu aşamalar sırasında neler olur? Bu yazıda bu sorularla ilgili kimi yeni görüş ve bulgulara değiniliyor. Doç. Dr. H. Tuğrul Atasoy Tıp Doktoru, Nöroloji Uzmanı eleriyle istedikleri zaman sabitleme hareketi yapmaktaydılar; rasgele bir zaman sonra dönen benek durmaktaydı. Deneklerden ilk hareket etme hissi duyduklarında beneğin nerede olduğunu göstermeleri istendi. Buna bilinçli istek zamanı dendi. Libet buna W karar noktası adını verdi. W karar noktası, ortalama olarak kas aktivitesinin başlamasından 206 milisaniye önce oluşmaktaydı. Libet ayrıca istemli harekete hazırlık için oluşan beyin aktivitesini de hazırlık potansiyeli (RP) olarak aynı deney içinde ölçtü. Bu hazırlık potansiyeli kafatasına yapıştırılan elektrotlar vasıtasıyla ölçülmektedir. EKG ölçümüne benzer bir şekilde kafa derisindeki elektrotun altındaki beyin bölgesinde bir faaliyet başladığında o bölgede kalpteki gibi elektriksel bir voltaj değişimi olur bu kafa derisindeki elektrotun çizmekte olduğu düz çizgiden aşağıya ya da yukarıya doğru bir eğim oluşturmasına neden olur bu eğim kaydına hazırlık potansiyeli (RP) adı verilir.  RP’nin başlangıcının W karar noktasından birkaç yüz milisaniye önce olduğunu buldu. Libet buna dayanarak, eylemin ateşlenmesinin bilinçsiz bir sinirsel işlemi içerdiğini, bilincin beyin aktivitesinin bir sonucu olduğunu, bilincin beyinde işleme neden olmadığını ileri sürmektedir. Özgür iradenin istemli motor eylemi başlatmadığını, fakat süre giden hareketi kontrol edebilen aracı olduğunu belirtmektedir. Libet’in çalışmaları, bilinçli eylem niyetinin bilince ulaşmasının beyin aktivitelerinin hazırlık aşamalarının başlamasından sonra olduğu savını desteklemektedir. Burada iki olasılık gündeme gelir; ilki, bilinçli niyetlilik zihinsel nedenselliğin bir algı yanılsamasıdır, ikincisi ise bilinçli niyetlilik harekete hazırlanan beynin doğrudan sonuçlarından birisidir. Bu görüşe göre niyet -ya da eylem kararı- sinirsel aktivitenin bilinçli bir parçasıdır. Son zamanlarda yapılan (işlevsel manyetik rezonans görüntülemenin de kullanıldığı) kimi çalışmalar, beynin motor alanlarındaki hazırlık aktivitelerinin eylemi ateşlediği ve buna koşut olarak da bilinçli niyet hissi oluşturduğu görüşünü desteklemektedir. Yapılan ayrıntılı çalışmaların sonuçları (Lau ve ark., 2004, Science; Haggard ve Eimer, 1999, Exp. Brain Res; Brasil ve Neto, 1992, J Neurol Neurosurg Psychiatry ile Ammon ve Gandevia’nın 1990 J Neurol Neurosurg Psychiatry dergilerinde yayımlanan çalışmaları) bir arada yorumlandığında, alternatif eylemler arasında seçim yapma işleminin otomatik ve bilinçsiz, rutin olarak işleyen bir işlemin sonucunda gerçekleşiyor olabileceği görüşü ağırlık kazanmaktadır. Fried ve arkadaşları, yardımcı motor alanın (SMA) hem eylemler, hem de bilinç deneyiminin oluşmasında kritik öneme sahip olduğunu göstermişlerdir. Epilepsi cerrahisi öncesi beyin gri cevherinin elektrotlarla direkt uyarımı sonucu elde edilen bulgulara göre, SMA’nın düşük uyarımlarıyla hastalar bazen belirli vücut bölgelerini hareket ettirmek istediklerini belirtmişler. Daha yüksek uyarım verildiğinde, aynı vücut bölgesinde kas kasılmaları izlenmiş. Fried’in bulguları bilinçli eylem niyetinin, hareket yapıldıktan sonra yalnızca geriye dönük bir algı yanılsaması olduğu şeklindeki hipoteze karşı en önemli kanıtlardan birisidir. Bulgular bilinçli eylem isteğinin en azından kısmi olarak hareket öncesi bir yapılanma olduğunu göstermektedir.

Libet’in deneyinin eleştirisi Libet’in çalışmalarına yönelik eleştiriler de mevcuttur. Öncelikle unutulmamalı ki, beyin aktivitesinin zamana ait direktifi ve söylenilen öznel deneyim, nedensellik için güvenilir kanıtlar değildir. Libet’in deneyine yapılan eleştirilerden en önemlisi, insanların farklı algı yapılanmalarından kaynaklı olarak iki olayın senkronitesini yargılama konusunda zayıf oldukları gerçeğidir. Özelde dikkatin odaklandığı olaylar, dikkat edilmeyen doğal akışında gelişen olaylardan önce oluyormuş gibi gelir (prior-entry olgusu). Libet’in denekleri de dikkatlerini ikiye bölüyorlardı; ilki kendi akışındaki dış kaynaklı saat (zaman) ve ikincisi iç kaynaklı dikkatlerini odakladıkları W karar noktasını hissetme anı. Filozof Daniel Denet’ın, Libet’in bulgularını yorumlayışına yönelik eleştirileri dikkat çekicidir. Libet bilinçli olarak başlamak üzere olan hareketi veto etme yeteneğimizin hâlâ çalıştığını düşünmektedir. Denet, Libet’in hâlâ Kartezyen düşüncedeki gibi sabit bir kontrol noktası tarafından özgür iradenin ya da eylemin kontrol edildiği görüşünde olduğunu belirtir. Bu yüzden benlik ya da kendilik denen şey eylemden sorumlu değildir ve özgür irade fikri tehlike altında gözükür. Ancak Denet, benliği Kartezyen ego anlayışı ile tanımlamaya çalışırsak, bilinçli istek deneyimlerine dair bildirilere fazlaca güvenmek için de bir nedenimiz olmayacağını belirtir. Eğer eylemi başlatıcı şey dış kaynaklı ise sonrasında algı da öyle olabilir. Kartezyen düşünceyle, birisi eylemi yapan diğeri yaptıran-yargılayan olarak iki ayrı dar merkez düşünürsek, Libet’in bulgu ve yorumlarına göre, hareketi yapan bölge kararı da kendisi alıyor, benlikle ilgili bölge ise bunu eylemin başlangıcından hemen sonra algılayıp akla mantığa bürüyor gibi gözükmektedir. Ancak bilinçsiz işlemleri yürüten bölgeler eylemi başlatmak için yeterince karmaşık ve ayırt edici ise, neden aynı zamanda özgür irade ve ahlaki sorumluluk alacak kadar yeterli olamasınlar? Deneysel çalışmalar bir emir ya da basit bir işlemle en aza indirgenmiş istemli motor eylemlerle yapılır. Sonuç olarak “Neden bir eylemi gerçekleştiririz?” sorusunu görmezden gelirler. Gerçek hayatta eylemler bir sonuca ya da kazanca ulaşmayı hedefler. Kimi ödüller amaçlanır. Eylem niyetinin öznel olarak deneyimlenmesinin iki bileşeni vardır. Dürtü, yani hareket etti edecek olma hissi ve ileriye yönelik bir hedef veya ödül elde etme hissidir. İlk bileşen motor, ben merkezli ve içseldir. Libet’in W karar noktası ve SMA uyarısını izleyen hislerle ilgilidir. Bu ilgi Fried ve arkadaşlarının yukarıda kısaca bahsedilen çalışma sonuçları ile uyumludur. İkinci bileşke ise hedefe ulaşma durumunu tahmin hayal- etmeyi içerir, motordan ziyade duyusaldır ve sıklıkla amaç ya da hedef tespiti için ilgili alanda saptanmış dış referansları kullanır. Zihinsel yaşantımızda eylemlerin önemi, onların bize sağlayacağı olumlu konumlardan ya da ödüllerden çok daha azdır. Başkalarının hedef ve amaçları üzerinde önemle dururuz;

onların bu hedefe ya da ödüle ulaşmak için gerçekleştirdikleri eylemlere ise o kadar dikkat etmeyiz. Felsefeciler aracı faaliyet hissini (a sense of agency) “ben”in dış dünyadaki olayları kontrol edebildiğine dair refleksif hissi adlandırmak için kullanılır. Dürtü hissi ise bir şeyi yapmak üzere olma halini tanımlar. Yazının sonraki bölümlerinde kısaca tanımlanacak olan “yabancı el sendromu” gibi klinik durumların gösterdiği gibi, aracı faaliyet hissi vücudumuzda olan olaylar veya dış dünya ile oradan gelen ve oraya giden uyarılar hakkında elde edilen bilginin bir araya getirilip işlenmesine gerek duyuyor gibi gözükmektedir. Haggard ve arkadaşlarının (2002, Nat. Neuroscience dergisi) yeni çalışmaları, istemli eylemleri kendilerinin oluşturdukları dış olaylara bağlayan bir zihinsel işlem sürecinin varlığını öne sürmektedir. Dış olaylar hakkındaki aracı faaliyet deneyimi, eylem ve sonuçları arasındaki işlevsel ilişkiyi öğrenmeye ilişkin eski evrimsel kapasitenin bilinçli üst yapısını temsil ediyor olabilir. Öznel niyet deneyimimiz dış olayların bizim eylemimize bağlı olup olmadığını anlamamızı sağlar, bu nedenle aracı faaliyet hissi vardır. Motor sistem hem kendi bedenimizde hem de dış dünyada istemli eylemlerimizin nasıl sonuçlar doğuracağını önceleyen kesin tahmini modeli sürdürmeye yarar.

Beyin uyarılarının farkında olma eşiği Libet’in beynin kendisine ulaşan uyarıların farkında olma eşiğiyle ilgili çalışmaları da oldukça ilginçtir. Ulaştığı sonuçlar, bu tür bilinçli farkındalık için en az yaklaşık yüz milisaniye süren bir beyin etkinliği olması gerektiğini ortaya koymaktadır. Bu süre, verilen işaretin şiddeti ve başka koşullarla değişiyor olabilir. Libet ve arkadaşlarının daha yakın zamanlarda yaptığı diğer araştırmalar, talamus adı verilen büyük çekirdek üzerinde odaklanmaktadır. Talamus beynin her iki yarım küresinde de bulunan, koku duyusu hariç tüm duyuların beyin gri cevher bölgesindeki ilgili ana merkezlere ulaşmadan önce içinden geçip sinaps (bir sinirin bitip iletimi öbür sinir ucuna aktardığı sinir hücrelerinin kavşak noktası) yaptıkları çok önemli bir bölgedir. Deneyler talamusun dokunma ve acı gibi duyumlarla ilgili bölgesine (ventrobazal- karın altı yapıya) uygulanan uyarıların yarattığı etkiler üzerinedir. Bu deneylerde başka tıbbi nedenler dolayısıyla çektikleri dayanılmaz acıyı hafifletmek için o bölgeye elektrotlar yerleştirilmiş hastalar yer almaktaydı ve bu hastaların ilgili beyin bölümlerine yerleştirilen bu elektrotlar aracılığıyla uyarılar uygulanmaktaydı. (Libet ve ark, 1991, Brain dergisi) Deneklerden, talamuslarına belli bir miktarda uygulanan uyarının verildiği zamanı, gerektiğinde tahminde bulunarak, belirlemeleri istenmişti. Denek, önünde yer alan iki düğmeden birisine basarak seçimini belirtecektir. Beyni uyarının uygulandığı zamanı bilmiyorsa, denek tahminde bulunacak ve sonuç olarak seçimi ortalama yüzde elli doğru olacaktır. Uyarı ve seçime dayalı yanıt işi bittikten sonra, bu kez üç düğmeden birine basarak uyarının farkında olup olmadığını belirtmesi istenir. Çok kısa bir süre içinde de olsa (belli yerde) bir uyarı duyduysa, birinci düğmeye basacaktır. Emin değilse ya da şüpheli bir şey duymuşsa ikinci düğmeye, duyulan hiçbir şey yoksa da üçüncü düğmeye basacaktır. Libet ve arkadaşlarının teknik açıdan oldukça karmaşık olan deneylerinin genel sonuçları şu şekilde özetlenebilir: Uyarı saniyede 72 sıklığında elektrik darbelerinden oluşmaktaydı: Farklı deneylerde, değişik sayıda darbeler verilmesine karşın genlik sayısı aynı kalmaktaydı. Sonuçlar, darbe dizisi farkında olma derecesine ulaşacak kadar uzun süreli olmamasına karşın, deneğin ortalamanın üzerinde doğruluğu tutturabildiğini gösterdi. Uyarının farkında olabilme (farkında olmaktan tam emin olunmasa da) darbelerin çok uzun süre uygulanmasını gerektirmektedir. Libet ve arkadaşları bu sonuçları, farkındalık için darbelerin en az belirli bir süre uygulanması gerektiği şeklinde yorumladılar. Ancak deneylerde uyarının şiddetini değiştirmeyi denemediler, ama zaten bu ve daha önceki çalışmalar değişmeyen süreli bir darbe dizisinin şiddeti arttırıldıkça, denekteki tepkinin farkında olmamaktan olmaya doğru değiştiğini ortaya koymuştu. Özet olarak, beden-duyu sisteminde zayıf veya süresi yeterince uzun olmayan bir uyarım, farkındalık yaratmadan davranışı etkileyebilmekte, aynı türden ancak şiddeti daha yüksek veya daha uzun süreli bir uyarım ise farkındalık oluşturabilmektedir. Şiddeti daha yüksek veya süresi daha uzun uyarıların oluşturduğu sinirsel davranış henüz tam olarak belirlenebilmiş değil. Francis Crick, kör görüş olgusunu (Kör görüş olgusunda, hastanın iki taraflı olarak beyin gri cevherindeki ana görme merkezleri zedelenmiştir ancak yardımcı görme merkezlerinin bir kısmı korunmuştur. Hasta kör olduğunu söyler ve beynin görsel gri cevherinin işlevleri açısından hasta kördür, ancak bilinçli olmasa da refleks olarak bazı şeyleri ve engelleri görebilir, bilinçsiz olarak gördüğü şeylere tepki verir) açıklamaya çalışırken de, buna benzer bir açıklamanın akla gelebileceğini belirtir; kısaca görme ile ilgili yardımcı beyin bölgelerine (lGN, V4 gibi bölgelere) giden sinirsel yolaklar görsel farkındalık oluşturmaya yetecek kadar güçlü olamayabilir, ancak bu kör görüşü olan bireyin -bilinçli olmasa da- davranışını etkilemeye yetebilir.

Özgür iradeden beynin hangi bölgesi sorumlu? Üst düzey işlev ve karmaşık işlevleri yerine getirebilmek için beynin birçok bölgesinin karşılıklı etkileşerek çalışması gereklidir; bunu biliyoruz. Beyinde kesin bir sabit nokta ya da bölge olmasa bile, belirli beyin bölgelerinin özgür irade diye adlandırdığımız işlevle ilgili olarak diğer bölgelere kıyasla daha fazla özelleşmiş ve bu işlevi karşılıklı etkileşim içinde yerine getiriyor olması gerekir. O halde özgür irade diye tanımlamaya çalıştığımız işlevler beynin neresinde, hangi bölgelerinde yerleşmiş olabilir? Damasio’nun irade yitimine uğrayan bir bayan hastasının beynindeki zedelenme bölgesine ait bulguları, hastada irade yitimine neden olan beyin bölgesinin Broadmann’ın 24. bölgesine komşu ön kuşak oluğu -anterior singulat sulkus- diye adlandırılan bölge ve bu alana komşu alanlara denk geldiğini göstermiştir. Bu bölgenin karşı beyin yarıküresindeki aynı yerleşim yerinde bulunan eş bölgesi ile ve hareket sisteminin önemli bir parçası olan çizgili cismin (kostriatum) her iki tarafına giden yolakları ile kuvvetli işlevsel bağlantıları mevcuttur. Bir merkeze ya da bir noktaya indirgenemeyecek ölçüde geniş bir alana yayılan tüm bu alanların karşılıklı etkileşim içinde ve birlikte çalışması gereklidir.

“Vücuduma bağlı bu el de kimin?” Yabancı el sendromunda hastanın sol eli çeşitli basit ve olağan motor hareketler yapmaktadır, ancak kişi bu hareketlerin kendi sorumluluğunda olmadığını iddia eder. Hasta kendi elini vücuduna bağlı kendinden bağımsız yabancı bir uzuv olarak görür ve o elin yaptığı hareketlerin kendi istek ve seçimlerine bağlı olmadığını belirtir. Örneğin sol el yakınlardaki bir cismi aniden uzanıp kavrar, hasta istese de eline o cismi bıraktıramaz; sağ eliyle yabancı hissettiği elin kavradığı cismi zorla bıraktırmaya uğraşır. Bu durumda da zedelenme, yine yabancı elin (sol) karşı tarafındaki beyin yarımküresinde (sağda) yer alan ön kuşak oluğu ve komşu bölgelerinde izlenir. Zedelenme alanı bu kadarla sınırlı değildir, aynı zamanda büyük birleşeğin (korpuz kallozum) iki yarıküre arasında iletişimi sağlayan ilgili bölgelerinde de zedelenme vardır. İşte bu nedenden ötürü soldaki sağlam bölge sağdaki zedelenmiş bölgenin veremediği komutları sol ele iletememektedir. Görüldüğü gibi noktasal tek birinin değil, her iki beyin yarıküresinde yer alan oldukça geniş bir alanı kaplayan ve birbirleriyle ilişkili birçok bölgenin işlevsel bütünlüğü bozulursa, yabancı el sendromu ortaya çıkmaktadır. Ön kuşağın bazı seçim işlemlerinde de oldukça etkin olduğu beyin kan akımı çalışmalarıyla da gösterilmiştir. Sir John Eccles’in önerisine benzer şekilde Crick de özgür iradenin ön kuşak oluğu veya komşuluğundaki bölgelerde yerleşim gösterdiğini ileri sürmektedir. Antonio Damasio ise bu konuda, “Bence, beynin belli bir bölgesinde duygu/his, dikkat ve işleyen bellekle ilgili sistemler arasında çok yakın bir etkileşim var ve bu sayede gerek dış eylemler (hareketler), gerekse iç eylemler (zihinde canlandırma, akıl yürütme) için gerekli olan enerjinin kaynağını oluşturuyorlar. Bu kaynak bölgesi limbik sistem bilmecesinin diğer bir parçası olan ön singulat gri cevherdir (ön kuşak oluğu)” (Descartes’in Yanılgısı, s.81) demektedir. Damasio’nun bu görüşleri beyinlerinin anılan bölgesinde zedelenme olan hastalarına dair gözlem ve araştırmalarından kaynaklanmaktadır. Damasio bu bölgede zedelenmesi olan hastalarının durumlarını en iyi tanımlayacak terimin “hem zihinsel hem de dışsal ‘askıya alınmış canlılık’ durumu” olduğunu belirtmektedir. Damasio’nun klinik çalışmalarındaki bulgularına göre, akıl yürütme ve duygusal ifade bozukluğunun uç çeşidi olan bu durumda zedelenen kilit beyin alanları şunlardır; ön kuşak oluğu (ön singulat gri cevher), yardımcı motor alan (SMA) ve üçüncü motor alan (M3) ve bu alanların birbirleriyle ve karşı yarıküre ile bağlantılarını sağlayan yolaklardır. Kimi olgularda bu alanlara komşu prefrontal alanlar ve yarıkürenin iç yüzeyindeki motor gri cevher alanı da zedelenen alana dahil olmuştur. Ön beyin lobunun anılan kısımlarında yer alan beyin bölgeleri bir bütün olarak hem hareket hem duygu hem de dikkatle ilgili özelleşmiş alanlardır. Damasio Bayan T’nin durumunu örnek olgu olarak kısaca özetlemektedir. Bayan T, geçirdiği inme sonucu her iki yarıküredeki ön beyin loblarının sırt (dorsal) ve orta (medyal) bölgelerinde bariz zedelenmesi saptanan bir olgudur. Bayan T aniden hareketsiz ve dilsiz kalmış gibidir. Yatakta anlamsız bir yüz ifadesi ve boş bakan açık gözlerle yatmaktadır. Ara sıra eli ya da koluyla yatak örtüsünü üstüne çekmek gibi normal hareketler yapmasına karşın genelde hareketsizdir. Soruları yanıtsız bırakmaktadır; ancak çok ısrar edildiğinde adını, eşinin ya da çocuklarının adını veya yaşadığı kenti doğru olarak söyleyebilmektedir. Tüm bu dönem boyunca içinde bulunduğu durumla ilgili olarak tasa veya kaygı ifadesi göstermemiştir. Aylar sonra bu durumdan çıkıp düzelmeye başladığında, gizem kısmen çözülecektir. Olgu tekrar konuşmaya başlayınca, sanılanın aksine tüm hastalığı boyunca zihninin hareketsizliğinin tutsağı olmadığı anlaşıldı. Ortada sanki zihin namına bir şey yoktu. Sonra Bayan T, o dönem içinde bulunduğu iletişimsizlikten hiçbir sıkıntı duymadığını belirtmiştir. Zihnindekileri söylemesi için kendisini zorlayan ya da engelleyen bir şey yoktu, hatta hatırladığı kadarıyla söyleyecek bir şeyi de yoktu. Damasio, Bayan T ve benzer diğer olguların içinde bulundukları durum üzerine şu sonuca varmaktadır; “Kısacası, zihinsel imgelerin ve hareketlerin üretilmesini sağlayan güdünün geniş çaplı tahribatı söz konusuydu. Bu güdünün yokluğu, yüz ifadesizliği, dilsizlik ve akinezi (hareketsizlik) biçimlerinde dışa vuruluyordu. Anlaşılan, Bayan T’nin zihninde normal biçimde ayrışan bir düşünce ve muhakeme yoktu; dolayısıyla doğal olarak herhangi bir karar veremiyor, uygulamaya ise hiç geçemiyordu.” (Descartes’in Yanılgısı, s.83,84)

Dikkate dayalı körlük… Dikkatimizi bir sahnede yer alan şeylerin tümüne değil yalnızca sahnedeki belirli bir bölgeye yöneltirsek; yani sahnenin yalnızca bir parçasına odaklanırsak o sahnede gerçekleşen başka şeyleri çok önemli olsalar dahi göremediğimiz olur. İlk olarak 1960’lı yıllarda Ulrich Neisser tarafından tanımlanan bu olguya dikkate dayalı körlük (attentional blindness) denmektedir. Daha yakın dönemde Daniel Simons ve arkadaşları tarafından gerçekleştirilen deneylerde yer alan kişilerin dikkatleri olayın oluştuğu noktaya odaklanmadığı sürece, dramatik nitelikteki olayları dahi göremedikleri gözlemlenmiştir. Etkin olan organizmalar olarak yaklaşık bir rakamla saniyede 14 milyon birim bilgiyi işleme sokarız. Bilincin bit aralığı ise yaklaşık olarak 18 bittir. Sonuç olarak basit bir aritmetik işlemle sağ kalmak için günlük kullandığımız bilginin ancak milyonda birine bilinçli erişiriz. Filozof John Gray, Saman Köpekler adlı düşünsel açıdan oldukça çarpıcı kitabında özgür irade sorununa da değinmektedir. Gray, Libet’in çalışmalarına yer verdikten sonra, “Bir yanlışlığın kurbanıyız. Hepimiz tek parça olduğumuza inanarak hareket ederiz, ama olaylarla başa çıkabilmemiz ardışık parçacıklar olmamız nedeniyledir. Kalıcı benlik duygusundan bir türlü kurtulamayız, oysa öyle olmadığını biliriz” (Saman Köpekler, s.70) yargısında bulunmaktadır. Gray’e göre bir eylemi gerçekleştirme noktasına geldiğimiz anda, tam olarak ne yapmak üzere olduğumuzu öngöremeyiz. Ancak geldiğimiz noktaya ve içinde bulunduğumuz şartlara geriye dönüp göz attığımızda, aslında çoktan girdiğimiz yola adım atma kararını aldığımızı görebiliriz. Kafamızda oluşan düşünceleri kimi zaman yaşadığımız olaylar, bazen de eylemlerimiz olarak görürüz. Özgürlük duygumuzu büyük bir olasılıkla bu iki bakış açısı arasında gidip gelmemiz oluşturur. İçinde yaşadığımız bizi çevreleyen dünyayı düşünürsek, aslında algılarımız çok zengin bir uyarım bolluğu içinden özenle seçilen küçük ayrıntılardır; ancak bu ayıklama işini yapan sabit bir kimse ya da kişi yoktur. Yani benlerimizde bütün değil parça parçadır. Yaşamlarımız dahilinde gerçekleştirdiğimiz eylemlerimize, hal ve tavırlarımızı yönlendiren vicdan tarafından yol gösterildiği şeklindeki anlayış kendimize dışarıdan bakabilme yeteneğimizden kaynaklanır. Yaşam içinde gerçekleştirdiğimiz eylemler aracılığıyla ortaya bir “ben” koyarız, bu tutum sayesinde sanki birbirlerine bağlı kalır gibi görünmelerini açıklayabiliriz. Var olduklarını iddia ettiğimiz devamlılıklar genellikle hayal ürünü olur, ama gerçek olduklarında bunun nedeni birisi tarafından oraya konmuş olmaları değildir. Eylem ve tavırlarımız çoğunlukla bir düzen sergiler, ancak bu vicdani bir düzenlemenin sonucu ortaya çıkmaz. Beyinde özel merkezi bir denetçi olması gerektiği anlayışına sahibiz, oysa gerçekte algı ve davranışın değişen sahnelerinden başka bir şey bulunmaz. Kısa ve anlaşılır olmaya çalışarak özgür irade üzerine sinirbilimin bulgularından ve bulgular üzerine yapılan kimi yorumlardan bahsetmeye çalıştım. Bu konudaki işlevsel sinir bilim çalışmaları aslında oldukça yeni tarihli sayılır. Özgür irade sorusuna yanıt vermek elbette bir bilim disiplininin tek başına çözebileceği bir konu değildir. Birçok konuda olduğu gibi ilgili tüm dalların karşılıklı bilgi alışverişiyle özgür iradeyi anlama ve anlamlandırma yolunda yeni adımlar atabiliriz.

Doç. Dr. H. Tuğrul Atasoy
Tıp Doktoru, Nöroloji Uzmanı
Bilim ve Gelecek Dergisi Sayı: 070, Aralık 2009

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz