JOSE SARAMAGO: ‘DÜNYA ÖYLE GÜZEL Kİ, ÖLECEĞİME YANIYORUM’

Portekiz yazarı José Saramago’nun romanları, politik görüşleri kadar dikkat çekmiştir her zaman. 2002 yılında İsrail’in Filistin halkına davranışını ‘soykırım’ olarak tanımlaması, belki de Avrupalı bir aydın tarafından yapılmış en ağır İsrail eleştirisi olarak çok tepki aldı. Yıllardır neredeyse her gün tuttuğu blog yazılarında da Bush’u, Berlusconi’yi ağır dille eleştirmekten geri durmadı. Bu yazıları da Nesrin Akyüz’ün çevirisiyle Not Defterimden adıyla yayımlandı. Yazarın politik duruşunu anlamak için mutlaka okunması gereken eğlenceli ama sivri dilli yazılar bunlar.

Çağımızın en önemli Portekiz yazarı José Saramago, çocukluk anılarını ve yüzyıl başındaki yoksul Portekiz’i anlattığı biyografik Küçük Anılar (Can Yayınları, 2008) kitabının sonlarında eşsiz bir sahne anlatır çocukluğundan. Doksan yaşındaki ninesi evinin önündeki basamaklara oturmuş, yanında torunuyla günbatımını izlerken “Dünya öyle güzel, öleceğime öyle yanıyorum ki” der. Tarlada saatlerce çalışmış doksan yaşın yorgun bedeninin ağrıları hiçe sayılır güzel bir günbatımı karşısında. Geçen hafta Saramago’nun ölüm haberini duyunca, aklıma kitabın sonundaki bu sözler geldi hemen.
Saramago’nun hayata bakışı belki ninesi kadar optimist olmadı hiç, hatta ölene dek insanlığın olumsuz yanlarına dikkatimizi çekmeyi sürdürdü. Pesimist dünya görüşüne rağmen, romanlarında insan sevgisi kadar yaşam sevgisini de sezdirdi okurlarına. Bu yazıda, Saramago’yu tanıyan/tanımayan okurlar için, hayat hikâyesi ile birlikte, yıllar içinde okuduğum birkaç eseri ele almak istedim. Kuşkusuz böyle bir yazıda tüm eserlerinden söz etmek olanaksız fakat Saramago’nun kilometre taşları sayılan eserleri temel almaya çalıştım. Genelde yapıldığı gibi, işe çocukluğu ile başlamak belki de en doğrusu.

Yoksul çocukluk
Saramago’nun romanları fazla biyografik iz taşımazlar, bu yüzden yazarın çocukluk anılarını aktardığı Küçük Anılar edebiyat dünyasının ilgisini çekmişti. Çocukluğunu tek sözcükle anlatmak gerekseydi, yoksulluk en doğru seçim olurdu. Yüzyıl başında yoksul Portekiz’de büyüyen yazar, annesiyle babası şehre para kazanmaya gittiklerinde, anneannesi ve dedesiyle kalmış. Okuma yazma bilmeyen ihtiyarların torunlarına nasıl doğa sevgisi kazandırdıkları bu eserinde açıkça görülüyordu. Doğa her ne kadar sevilse de, bir sürü felaketi beraberinde getirmeden duramıyordu; çocukluğunda Saramago da seller ve kuraklıkları tanıdı. Küçük Anılar kitabının yayımlanmasının ardından verdiği bir söyleşide, küçük paralar karşılığında, her bahar, annesinin yorganları rehineciye para karşılığı bırakmak zorunda kaldığını anlatmıştı. Bazen kış bastırdığında, yorganları geri alacak para bulamıyorlardı. Bebek kardeşinin yoksulluktan ölümü ise, belki çocuk José’yi en sarsan şeylerin başında geliyordu.
Küçük Anılar sadece köyde geçen çocukluğunu değil, Portekiz’de ya da yoksul herhangi bir köyde, yüzyıl başında geçen yaşamları anlatıyordu. Köyün coğrafyası, bitki örtüsü, felaketler karşısında cahil halkın pratik zekasını kullanışı, hoş örneklerle dile getiriliyordu. Saramago’nun bu eserinin en belirleyici özelliği, sözcük oyunları, esnetilmiş dil kuralları, eğretileme gibi karakteristik anlatısını burada kullanmıyor olmasıydı. Romanlarında görmeye alıştığımız bu yazı teknikleri yerine dolaysız ve yalın bir yazı kullanılmış. Bunun nedeni, büyük olasılıkla, entelektüel dürüstlük ile açıklanabilir. Eğretilemelerde farklı anlamlara gelebilecek sözcükleri en yalın hallerinde kullanmayı arzulamış yazar, böylece şimdi artık dünyada olmayan yakınlarını en dolaysız yolla anlatmaya girişmiş. Biyografik ve belgesel anlatılar için bu tarzın benimsenmiş olması esere ayrı bir tat vermiş ve anlatıyı çok güvenilir kılmış.

Faşizm karşıtlığı
Yoksulluk, iyi bir eğitimden yoksun kalmasına da neden olmuş José Saramago’nun; küçük yaşta çalışmak zorunda kalmış bu yüzden. Gençlik yıllarında giderek artan okuma tutkusu sonunda, yirmi üç yaşında ilk romanını yazmış fakat roman hiç ilgi görmeyince bundan vazgeçmiş ve otuz yıl gibi uzun süre bir daha roman yazmaya girişmemiş. Tekrar yazmaya, faşist rejim tarafından bir çok komünist arkadaşıyla birlikte gazetedeki işine son verilmesinden sonra yeniden başlamış. Bu arada elli yaşın üzerindeydi ve yıllar önce yazılmış ‘başarısız’ bir romandan başka deneyimi yoktu kurgu konusunda. Geç başlayan yazarlık serüveninde üretken oldu. Özellikle Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl (1986) romanından sonra, ki bu onun başyapıtı sayılır, ünü dünyaya yayılmaya başladı.
Saramago’nun okuduğum ilk romanı, Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl olmuştu. Kurgusu ve konusuyla unutulmaz bir romandı. Kurgusal bir kahramanı gerçekliğe geçirmiş, gerçekliği ise kurgulandırmıştı. Bu onun büyülü gerçekçilik akımına en yakın durduğu eseri olarak görülebilir. Bir yanda Hitler, Mussolini, Franco ve Salazar’ın faşist diktatörlüklerini eleştiren politik bir roman, diğer yanda bir şairin hayaletinin kurgusal alt benliği ile karşılaşması gibi çok şiirsel bir yapı içinde geliştirmişti romanı. Portekiz’de faşist yönetim 1926’dan 1974 yılına dek sürdü. Bu yıllar içinde ülkesinin birçok aydını gibi Saramago da yönetimi sıkı eleştiri yağmuruna tutanlardan biriydi.

Militan tanrıtanımaz
Yazarın romanları, politik görüşleri kadar dikkat çekmiştir her zaman. 2002 yılında İsrail’in Filistin halkına davranışını ‘soykırım’ olarak tanımlaması, belki de Avrupalı bir aydın tarafından yapılmış en ağır İsrail eleştirisi olarak çok tepki aldı. Yıllardır neredeyse her gün tuttuğu blog yazılarında da Bush’u, Berlusconi’yi ağır dille eleştirmekten geri durmadı. Bu yazıları da Nesrin Akyüz’ün çevirisiyle Not Defterimden adıyla yayımlandı. Yazarın politik duruşunu anlamak için mutlaka okunması gereken eğlenceli ama sivri dilli yazılar bunlar.
En çok tepkiyi alan romanlarının başında ise İsa’ya Göre İncil gelir. Bu romanı saygın bir edebiyat ödülüne aday gösterildiğinde Portekiz hükümeti Katolik kilisesinin baskısıyla romanı yasaklamış, ödül listesinden çıkartmıştı. Bu haksızlık üzerine Saramago ülkesi Portekiz’i terk etti ve İspanyol asıllı ikinci karısı, gazeteci Pilar del Rio ile birlikte Kanarya adalarına yerleşti. Yine de İsa’ya Göre İncil koyu Katolik Portekizlilerin tepkisini çekmeye devam etti. Roman gerçekten de kışkırtıcıydı: Tanrı oğlu İsa’yı bilinçli olarak, kendi adını yayması için, dünyaya ölmek üzere yolluyordu. İsa babası tarafından oyuna getirildiğini anlıyordu. Saramago’nun en güzel romanlarından biri sayılan bu eseri, yazarın militan ateist duruşunu ortaya koyar. Ona göre dinler olmasa, insanlık tarihi çok daha barışçı olacak, dünyadaki yaşam daha güzelleşecektir.

Hasta yatağında yazmak
Saramago, özellikle komik ya da esprili eserler yazmakla tanınan bir yazar olmadı hiç, fakat geçen yıl geçirdiği ağır zatürre sonunda hastanede kaldığı uzun dönemde yeni bir roman yazdı. Sondan bir önceki romanı olan Filin Yolculuğu, diğer eserlerinden farklı yapısı ve konusuyla okurlarını bir hayli şaşırttı. Hasta yatağında roman yazdığını duyunca, içinde ölüm ve tanrı temalarını barındıran bir eser bekleyenler, benim gibi, bambaşka bir eser buldu. Ortaçağ Engizisyon Avrupa’sını baştan başa kateden koca fil, Hintli bakıcısı ve bir bölük asker, sevimli olayların gelişmesine neden olurken, onları karşılayan imparator Maximillian’ın dünyası ile hoş tezat yarattı. Bir yanda barışçı ve pasifist inançları olan Hintli fil bakıcısı, diğer yanda koyu din baskısı altında ortaçağ Avrupa’sının insanı, birbirlerini anladıkça, insancıl bir öyküde buluştular. Saramago insan doğasının güzel bir yüzünü ortaya koyma fırsatı buldu bu romanında. Daha önceki romanlarındaki teolojik ya da politik fikirler yoktu burada. Ortaçağ karanlığından çıkmaya başlayan insanlığın, yenilik karşısında bir yüzünü yansıtıyordu romanına.
Filin Yolculuğu, ayrıca İstanbul’dan Viyana’ya yolculuk yapan Muhteşem Kanuni Sultan Süleyman’a göndermeler yaparak, bu sefer kıta Avrupa’sının en batıdaki başkenti Lizbon’dan hareket eden, yine Süleyman adlı (muhteşem lakabı olmasa da fiziki görüntüsüyle muhteşem) bir filin yolculuğunu anlatıyordu. Doğu-Batı ilişkisi üzerine, Asya-Avrupa üzerine düşündüren bir romandı.

Soyutlanmış insan portreleri
Saramago’nun eserlerini tanımayan, okumaya hangi romandan başlayacağını bilmeyen okurları önereceğim ilk roman mutlaka Körlük olurdu. Körlük, Saramago’nun en tipik yazınsal özelliklerini barından roman olarak yazarın bibliografyasından çok önemli bir yere sahiptir. Coğrafyadan, kültürden tamamen soyutlanmış insan figürünü koyar ortaya bu romanda. Aslında bunu çok sayıda eserinde yapmıştır; Körlük, hangi ülkede, hangi şehirde, tarihin hangi döneminde geçer bilemeyiz. Orada anlattığı salt insandır, zamandan ve mekandan soyutlanmıştır. Aynı zamanda hepimizin her an alabileceği şekli de anlatır. Herhangi bir şehirde, bir zamanda, insanlar yavaş yavaş körleşmeye başlasalar, bunu bir hastalık sanan, bulaşıcı sanan (belki de gerçekten bulaşıcıdır) insanlar korkularından şiddet kullanmaya başlayacaklardır doğal olarak. Saramago özellikle bir insanı değil, insan doğasını anlatmayı seçer Körlük‘te. Bence Körlük, yazarın en tipik eseridir; sadece konusu ile değil, kullanılan yazı teknikleriyle de önemli bir romandır Saramago okuru için.
Son olarak Saramago’nun romanlarının çevirilerinden de söz etmeli. Geçmiş yıllarda Portekizce gibi daha az bilinen dillerin yazarlarının eserleri, Fransızca ya da İngilizce çeviriler üzerinden yapılırdı. Son yirmi yıldır, giderek artan bir ivmeyle, tüm çeviriler aracı dil olmadan yapılmakta. Ayrıca çevirilerin kalitesi gözle görülür bir şekilde yükseldi son yıllar içinde. Saramago da çok nitelikli çevirilerle dilimize aktarılmış. Buraya tüm Saramago çevirilerini aktaramadım ama bu kısa listedeki kitapların hepsini okudum ve hepsini başarılı bulduğumu söyleyebilirim.

Saramago’dan ne okumalı?
Körlük, çeviren: Aykut Derman, Can Yayınları, 2009
Kopyalanmış Adam, çeviren: Emrah İmre, İş Bankası Kültür Yayınları, 2010
Filin Yolculuğu, çeviren: Pınar Savaş, Turkuvaz Kitap, 2009
Not Defterimden, çeviren: Nesrin Akyüz, Turkuvaz Kitap, 2009
Bilinmeyen Adanın Öyküsü, çeviren: Emrah İmre, İş Bankası Kültür Yayınları, 2009
Küçük Anılar, çeviren: İnci Kut, Can Yayınları, 2008
Görmek, çeviren: Aykut Derman, Can Yayınları, 2009
İsa’ya Göre İncil, çeviren: Emrah Efe Çakmak, Turkuvaz Kitap, 2009
Ricardo Reis’in Öldüğü Yıl, çeviren: Saadet Özen, Can Yayınları, 2003

Asuman Kafaoğlu Büke (28.06.2010 Radikal Kitap)

1 Yorum

  1. İnanılmaz bir duygu serivenüne sürükliyen bir söz…Kelimelere bu kadar mı iyi dokunur biri .

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz