“‘Seni bulurlar, bir kadın iskeleti!’ derler” Psikanaliz Işığında Karanlığın Günü ile Mektup Aşkları – Şengül Can

mektup aşkları“Benden esirgediğiniz bendim, benim yarımdı; sizdiniz; belki de sizden önce beni ölüme götürecek kendimdiniz!”
Karanlığın Günü / Leylâ Erbil

Edebiyatımızda kadın, geçmişten bu yana her dönem anlatıldı. Yeri geldi anamız, avradımız, namusumuz oldu; yeri geldi kadının saçıyla atın kuyruğu bir tutuldu; yeri geldi Fatihler, Kanuniler doğurdu; yeri geldi, yeri geldi… Ve kadın bu süreçte rolünü bir türlü bulamadı. Hep âşık olundu. Sevildi, paylaşılamadı; uğruna destanlar yazıldı, dağlar delindi, çöller aşıldı. Kadın ise hep aynı kaldı. Leylâ ile Mecnun, Tahir ile Zühre, Ferhat ile Şirin, Kerem ile Aslı hepsi kadındı, anaydı, kutsaldı. Asırlarca böyle devam eden zihniyet, modern çağda da kendisine bir şekilde yer edindi. Kadından şair olmaz, olsa olsa edepli, usturuplu, oturaklı yazar olur, denildi.

Buna bir de Leylâ Erbil’in birçok röportajında da dile getirdiği gibi kadınların üzerine kurulan dini baskılar eklendi ya da Karanlığın Günü romanındaki gibi Das Kapital’le Ene’l Hak arasında gidip gelen yazarlar eklendi. Kimi zaman kadınların haklarını erkekler düşündü, kadının yerine ve ona rağmen. Sigmund Freud da “Erkekler her zaman kadınlık sorunu üzerine derin derin düşünmüşlerdir”(1) diyerek kinayeli bir şekilde bu konuya değinir.

Bu anlamda Leylâ Erbil, okuyucuya ezber bozdurmuş bir yazardır. O kitaplarında yarattığı kadın karakterlerle kadınlığa, kadın sorunlarına, sıkça kadın haklarına değinir. Sadece değinmekle kalmaz sorgular, irdeler, tartışır, kadınlara/annelere hatta analara yüklenen kutsiyeti yerle bir eder. Bu açıdan Leylâ Erbil’in romanlarının büyük ölçüde gücünü kadın karakterlerinden aldığı söylenebilir. Karakterler kimi zaman sıradan, yalancı, aykırıdır kimi zaman bu karakterlerin dişilikleri ve erkeklikleri de birbirine karışmıştır.

Karanlığın Günü ve Mektup Aşkları da Leylâ Erbil’in başkarakter olarak kadın yazar ve şairleri konu edindiği romanlarındandır. İlk baskısı 1985’te yapılan Karanlığın Günü, yazar Neslihan’ın kocası işe gittikten sonra evdeki koltuğuna oturup, geçirdiği on iki saatlik zaman dilimini anlatır. 1988 tarihli Mektup Aşkları ise, büyük ölçüde romanın başkişisi Jale’ye yazılan mektuplardan oluşur.
Freud’un “Yapısal Teorisi”ne göre karakterleri yeniden keşfetmek
İlk baskısı 1968 yılında yapılan Gecede adlı öykü kitabı çıktığında Cumhuriyet gazetesine “insanı Marxist ve Freudist açıdan ele alan” diye bir ilan veren Leylâ Erbil, 1960’lardan başlayarak Freud öğretisini benimsediğini ve terk etmediğini dile getirir.(2)

Freud’un psikanaliz kuramına göre, kişi psişik olarak üç aygıta bölünmüştür. Bunlar da üstben, ben ve id’dir. İd, ilkel arzuları (cinsellik, saldırganlık, açlık vs) barındırır. Haz ilkesiyle hareket eder, amaç bir an önce doyuma ulaşmaktır. İlkeldir, doğuştan vardır. Ego (ben) bilinci ve gerçekliği temsil eder. İd ve süperego arasında denge kurmaya çalışır. Karar vericidir. Üstben (süperego) toplum tarafından kabul görmüş kuralları, yasakları ve vicdanı saklar.

Leylâ ErbilYukarıdaki tanımın ışığında, Leylâ Erbil’in karakterlerine bir de bu açıdan bakmak, belki de yeni şeyler keşfetmemize neden olacaktır. Yeni okumalar, yeni anlamlar…

Yazarın Mektup Aşkları romanında, farklı kişiliklere sahip üç kadın karakteri karşımıza çıkar: Jale, Ferhunde ve Sacide… Üç kadın, üç arkadaş, üç itirafçı… Romanda bu üç kadının hayatları, dostlukları, aşkları ve çevrelerindeki insanlar yer alır. Aslında hiçbir kadın tam olarak tanıtılmamış, kişileri ya yazdıkları mektuplardan ya da onlara yazılmış diğer mektuplardan tanımaya çalışıyoruz. Bu nedenle okuyucu roman boyunca bu üç kadının birbirlerine göre ne olduğunu anlamaya çalışır. Jale’yi Sacide’ye göre ya da Ferhunde’ye göre yorumlar, Ferhunde’yi Jale’ye ve Sacide’ye göre tanımaya çalışır.

Sacide, Jale’ye göre daha cesur, gerçekçi, başına buyruk, anlık yaşayan bir karakterdir. Daha çok id’iyle hareket etmektedir; cinselliğe düşkün, toplumun inanç, yargı, tabu ve genel ahlakını önemsemeyen biridir. Bir bakımdan bencildir de, kendini, kendi ihtiyaçlarını, duygularını, dürtülerini ön planda tutar. Amacına ulaşmak için başkalarını kullanmaktan çekinmez. Pervasız ve cüretkârdır. Kışkırtıcıdır, erkekleri baştan çıkartmaya, yalancıların maskelerini düşürmeğe meraklıdır. Sacide’nin düşüncesine göre elde edemeyeceği bir erkek yoktur. Kaotik bir yaşamı vardır, mantık yasalarını dinlemez; çünkü dürtülerine gem vurmuyordur. İd, nasıl kişiliğimizin içine giremediği karanlık bölümümüz ise bastırdıklarımız, bilinçaltına attıklarımız buradaysa, Sacide’de de böyle karanlık yanlar vardır, anlayamayız. Bu karanlık yanlar geçmişe dayanır. Kötü geçen çocukluk ve gençlik yıllarının derin izlerini taşır üzerinde. Sevgi açlığı, bir kişiye bağlanamaması da bu nedenledir. Hayatında ani kararlar alır, içgüdülerini doyurma peşindedir, dizginlenemeyen tutkulara sahip karakter istediğini aldığında ise çeker gider. İnişler ve çıkışlar olan hayatında gelgitler yaşar. Üzülür, ama asla büyük acılar çekmez.
Herkes buna uymalıdır, uymayanlar kötüdür
Mektupların yazıldığı, romanımız başkişisi, asıl karakter ve gizemli kadın ise Jale’dir. Jale, Sacide’ye göre daha duygusal, daha garantici, daha mantıklı, daha tutarlıdır. Jale karakterinin egosu (beni) daha baskındır. Tabii ki Jale’nin de kendi içerisinde çelişkileri, yanılgıları, tutkuları, arzuları vardır; ama Sacide kadar akıl dışı ve ilkel davranmaz. Jale, dış dünyaya yani topluma da önem verir, ama bunu yaparken aklı ve ihtiyatı elden bırakmaz. Öte yandan dürtüleri ve içgüdüleri de önemlidir; fakat yine de ne yaparsa yapsın, ayakları hep yere basan bir karakterdir. Aslında Jale bir yandan Sacide, bir yandan Ferhunde, bir yandan da dış dünya tarafından kuşatılmıştır. Tüm bunlar arasında bir denge kurmaya çalışır, ama kimi zaman başarılı olamaz. Bunu en çok Ahmet ile olan ilişkisinde görmekteyiz. Ahmet tarafından aldatıldığını, kandırıldığını öğrendiğinde bütün bunlar başına gelmemiş gibi davranma yolunu seçer, daha sonra intikam peşine düşer, aslında gerçeklerin farkındadır. Ama tıpkı ego gibi tutku, şehvet, dürtüler ve toplum arasında diplomatik bir ikiyüzlülük sergiler.

Bir diğer kadın karakter Ferhunde ise, Jale’ye göre daha duygusal –hatta melankolik– daha hayalperest, ciddi, gelenekçidir. Karakter süperogosuna (üstben) göre şekillenmiştir. Ferhunde için başkalarının ne düşündüğü önemlidir, topluma ve aileye önem verir. İçgüdü ve tutkuları ikinci plandadır. Kimi zaman bunları bastırır, yok etmek ister. Aşkını, ilişkilerini, edebiyatını hep toplumdaki normlara göre şekillendirir. Kimi zaman sadece Divan şiiri okur, hayallere dalar ve âşık olunca bütün dünyası değişir. Kimi zaman sadece mutluluk arar ve bu uğurda her şeyinden vazgeçebilir. Hayatını tek bir insan üzerine kurabileceği gibi amacına ulaşamadığı zamanlarda derin hüzünlere kapılır, dünyası yıkılır. Başkalarına karşı genelde eleştirel, yargılayıcı ve suçlayıcıdır; toplum tarafından dayatılan ahlak onun için önemlidir; herkes buna uymalıdır, uymayanlar kötüdür, Sacide gibi…
Aşkı aramak, bulamamak, mektuplarda aramak
Bütün bunlardan sonra aklımıza “hangi karakter daha haklıdır, hangi karakter daha yalancıdır?” diye bir soru gelebilir. Bunu bilemiyoruz tabii; çünkü mektuplar kişiseldir, yani anlatılanlar kişiye özgüdür, kişiye özgü hayatlar, aşklar, yalanlar… İşte bu nedenle “Jale kimdir?” sorusuna da tek bir cevap veremiyoruz. Bu yüzden romanı okurken kahramanı tanıyamamanın, çözememenin verdiği huzursuzluk ve merak duygusu sarar okuyucuyu. Bu tıpkı sisler içerisinde yürümek gibi bir şeydir. Jale’nin bir geçmişi var, bilmiyoruz; kararları var, bilmiyoruz; çünkü bunlar doğrudan anlatılmıyor. Jale’yi ilk olarak ona yazılmış mektuplardan keşfetmeye çalışırız. Bu mektuplardan hem Jale’yi hem de Jale’ye mektup yazan diğer karakterleri aynı anda keşfediyoruz. Bu durum da farklı Jalelerin ortaya çıkmasına neden oluyor. Ahmet’in, Reha’nın, Ferhunde’nin, Sacide’nin, Zeki’nin Jale’si… Her karakterin satırlarında farklı bir Jale var. Jale’nin aşklarını, hüzünlerini, hayal kırıklıklarını, özlemlerini, Ahmet ile evliliğini, yanlış kararlarını, mantığını, tutarsızlıklarını hep bu mektuplardan öğreniyoruz. Jale bir türlü kiminle olmak istediğine karar veremiyor, o karar verdiğinde ya aradığı insan yanında olmuyor ya da başka bir sorun çıkıyor ve Jale arayışına devam ediyor, bu arayış sonucunda Ahmet ile evlenen Jale, onda da aradığını bulamaz. Aslında Jale’ye âşık olan İhsan’ın ona yazdığı satırlar bu arayışı özetler niteliktedir: “Jale Kemal Bey’in dava namusuna, Ahmet’in şefkatli duygularına, Zeki Bey’in sanatkâr ruhuna, İhsan Bey’in fiziği, güzelliği ve bir kadına sahip çıkma iradesine âşıktır.”(3)

Ferhunde ise aşk hakkında Jale’ye şunları yazar:
“Peki ya solcular? Stalin ve Lenin aşk için ne diyorlar? Ah neden bu önemli şeyi hiç sorup öğrenmedim Kemal’den o zaman? Evet Nâzım, ne diyor dostum? Sence Nâzım Baudelaire’den daha mı iyi merhem olur benim yarama? Marx âşık oldu mu? Bekir gibi yaptı mı? Ya Lenin, aşka inanıyor muydu? Avrupalılar? Onların hayatları? Fakat bütün romanlarda aşk vardır değil mi? Nedir aşk Jale? Bovary? O da aşk sayılmaz. Leylâ ile Mecnun? Evet onlarınki bir hastalıktır. Türkçe’nin ‘marazi aşk’ dediği ‘karasevda’ ama bir de Windsor dükü ve düşesi var! Sıhhatli bir aklın nişanesi! Onlar da mı yalan; onlar da mı oyun oynuyorlar bize? Batılı aşkla bizimki değişik olabilir mi?”(4)

Aşkı aramak, bulamamak, mektuplarda aramak ve mektuplarda kaybetmek. Belki de tüm bunlardan dolayı şimdilerde bir hediyelik eşya dükkânına gittiğimizde alacağımız en son şey bir mektup açacağı olurdu.

Mektup Aşkları, Jale’nin Sacide’ye yazdığı iki mektup ile sona eriyor. Böylece okurun da Jale’yi arama huzursuzluğu ve merakı son buluyor. Tabii Jale’nin mektupları birçok düğümü çözüyor. Olayları aydınlatıp okuyucunun Jale’yi daha fazla keşfetmesini sağlıyor. Ama bütün sorulara cevap veremiyor, arayış tamamlanamıyor. Belki de bu arayış hiçbir yere varmıyor. Peki o zaman bütün bunları bize neden anlatıyor? Çünkü insanız, anlayabiliriz.
Karanlığın Günü | Leylâ Erbil“Beni yedi kişi anlasın yeter”
Leylâ Erbil’in Karanlığın Günü romanında ise, yazar-anlatıcı Neslihan ile Neslihan’ın okuyucuya tanıttığı yazar Asiye ve şair İkbal üç farklı kadın karakteri olarak karşımıza çıkmaktadır.
Neslihan, Sadrettin ile evlidir, Serhat ve Bilge adında iki çocuğu vardır, bir yandan ev ile ilgilenirken diğer yandan yazarlık yapmaktadır. Neslihan diğer kadın karakterlere göre daha sağduyulu, ilkeli, özgün bir yazardır. Düzenli bir aile hayatı olan Neslihan, kimi zaman Sadrettin ile olan evliliğinden sıkılmaktadır, bu dönemlerde arkadaşı Yıldız’ın kocası Celil birlikte olurken, daha sonra da arkadaşı Necdet ile birlikte olmuştur. Bu iki erkeğin ortak noktaları ise “psikoseksüel güvensizlik”(5) nedeniyle kendilerini kanıtlama çabalarıdır. Neslihan kocasını aldatmıştır, ama bunu edebiyat dünyasında ünlenmek için yapmamıştır. Bunun nedeni Neslihan ile Sadrettin’in artık hiçbir şey paylaşamaması ve onun işe gidip gelen, sürekli televizyon izleyen, tepkisiz biri olmasıdır. Romanda, Neslihan’ın arkadaşı Yıldız’ın evinde yaptıkları arkadaş toplantıları sık sık anlatılır. Neslihan bir yandan bu toplantılara katılırken diğer yandan evde romanını yazmaya çalışır. Romanda ise aile hayatından bahsetmektedir. Ama kocası Sadrettin ve kızı Bilge buna karşıdır; çünkü Neslihan aileyi kutsal bir şekilde anlatmaz, kalıplaşmış değerleri yıkar. Tıpkı Leylâ Erbil gibi…

“–Aile neden yazılmıyormuş anlayamıyorum, şimdiye kadar aile anlatan onca yazar varken!
–Onlar klasik aile tablosunu koruyarak yazarlar diye girişirdi Sadrettin!
–Yani?
–Yani aile kutsiyetine bir ölçüde saygılıdırlar, onun için de tutulmuşlardır, okurları vardır!”(6)

Öte yandan Neslihan mantıklı ve ilkelidir; çünkü egosu baskındır. Onun çok satmak gibi bir kaygısı yoktur. “Beni yedi kişi anlasın yeter”(7) der.

Romanda Neslihan’ın annesiyle olan ilişkisine de yer verilmiştir. Alzheimer hastası olan annesi Nuriye Hanım’ın yatırıldığı klinikte yaşadıklarını ve annesiyle olan hesaplaşmalarını yazar geri dönüşlerle anlatır. Fakat bu hesaplaşma daha eskilere dayanmaktadır. Çünkü “Gecede’nin ‘Ayna’ adlı öyküsünde kendini bize anlatan anne ile Eski Sevgili’nin ‘Bunak’ında kendini bize anlatan anne aynı anne. Erbil Gecede’yi ilk kez 1968’de yayımlamış, Eski Sevgili’yi ise 1971’de. ‘Ayna’dan ‘Bunak’a geçerken anne biraz daha didiklenmiş. Anneye ilişkin bir acıma hissiyle dolacağımız satırlarla karşılaşmıyoruz. Ama 1985’e Karanlığın Günü’ne geldiğimizde anne çaresiz, bütün kanatları kırılmış, bunamış, içler acısı bir karakter olarak okunuyor. Karanlığın Günü’nün başkişisi ve anlatıcısı Neslihan’ın diğer öykülerdeki annelerle benzerlik gösteren bir annesi var: Nuriye Hanım. Ama bu kez biz kızı Neslihan’ın gözünden görüyoruz anneyi. İşte o karmaşık ilişki, o kişiselleşen, çarpıklaşan ilişki burada karşımıza çıkıyor.”(8)
Leylâ ErbilToplumsal ahlak, onur, saygı
Karanlığın Günü’ndeki bir diğer kadın karakter ise şair İkbal’dir. İkbal’in yaşamı zorluklar içerisinde geçmiştir; uzak bir akraba yanında büyümüş, yatılı okulda okumuş, bir kömür kamyonunda İskenderun’dan İstanbul’a kaçmış bu nedenle de adı “Kömür Güzeli”ne çıkmıştır. İstanbul’a geldiğinde kalacak yeri olmayan kadın kamyoncuyla ilişkiye girmiş, böylece hem kalacak yer bulmuş hem de karnını doyurmuştur. İkbal’in üç yaşında kızı olduğu ve kızını bir gecekonduda üvey babasına bıraktığı da söylentiler arasındadır. Hayatı boyunca insanlarla çıkar ilişkisi kuran İkbal, bunu bir süre sonra kişilik haline getirir. İkbal’in hayatını sürdürmek için fizyolojik ve güvenlik ihtiyaçlarının karşılaması gerekmektedir. Bu nedenle her yolu dener. Çıkar ilişkisi kurarak amaçlarına daha kolay ulaştığını gören İkbal, artık şair olmanın yolunun da buradan geçeceğini düşünmektedir. Hatta bunun için kadınlığını da kullanmaya karar vermiştir. Önce Sol Yayınevi Sahibi Hilmi Bey ile tanışmış, Hilmi Bey’in karısıyla da yakınlaşarak evlerinde kalmaya başlamıştır. Karısına ev işlerinde yardım etmiş, ama bu süreçte Hilmi Bey’i de ayartmıştır: “Kadınla baş başayken, kamburunu çıkarıp, boynunu bükerek dolaşır, Hilmi’yle yalnızken, memelerini dikeltip, kalçalarını çalkalayarak!”(9)

İkbal daha sonra da köşe yazarı Turhan ile birlikte olmuş ve kısa sürede yükselmiştir. İd’ine göre hareket eden İkbal’de toplumsal ahlak, onur, saygı gibi kavramları göremiyoruz. Her değeri amacına ulaşmak için bir basamak, bir araç olarak görmektedir. Bu nedenle İkbal için, toplumsal açıdan değerli olan, kutsal olan, anlamlı olan birçok şeyin önemini yitirdiğini görüyoruz. Bu durum yazar Neslihan’ın İkbal’i “arsız” olarak nitelendirmesine sebep olmuştur. Neslihan, İkbal’e karşı ikircikli duygular içerisindedir. Hem ona acımakta hem de hak etmediği şöhretini kıskanmaktadır.

Yazar Asiye ise kitaptaki bir diğer kadın karakterdir. Romanda Asiye’nin hayatının anlatıldığı bölümler şiir biçiminde verilmiştir, onun olağanüstü güçleri vardır. Asiye’nin hayatı anlatılırken halk hikâyelerinin, masalların, mesellerin sesini duyar gibi oluruz. Asiye doğumda annesini kaybetmiş, dünyaya gelmek istememiştir. Daha sonra ise ana rahminden sağ ayağı ile çıkmıştır. Babası ve iki kardeşiyle yaşamak zorunda kalan Asiye, teyzesiyle babasını yatakta görmüş ve bunu senelerce unutamamıştır. Yedi yaşına kadar konuşamayan Asiye, sessizce büyümüş, babası ve kardeşlerinden baskı ve şiddet görmüştür. Teyzesinden olan kardeşinin donlarını yıkamak zorunda kalmış, zorla camiye gönderilmiştir. Asiye bütün bunlara rağmen akıllı ve çalışkan bir öğrenci olmuş, okulları birincilikle bitirmiştir. Çocukluğunda gördüğü şiddet ve uğradığı tecavüz Asiye’nin hayatında telafi edilmez yaralar açmış; zamanla bu şiddet ve tecavüz onu toplum tarafından da kuşatmış; bedenine, ruhuna ve beynine her gün tecavüz edilmiştir. Bunun sonucunda farklı bir Asiye doğmuştur. Hapse girdikten sonra serveti üzerine servet katan baba, çocuklarına çıkarcılığı, ikiyüzlülüğü, insanları kullanmayı öğretmiştir. Asiye de artık babası gibidir; sinsi, yapmacık, çıkarları uğruna herkesi kullanabilen, çalıp çırpmayı alışkanlık haline getiren… Bu nedenle Asiye, ünlü yazar olmak için zengin işadamı Tahsin ile evlenmiş ve böylece amacına ulaşmıştır. Asiye ve İkbal saf çıkarcılık yönünden birbirlerine benzemektedirler ve iki karakterin de kötü geçen çocukluk dönemlerinin ileriki yaşamlarını etkilediğini görüyoruz. Bu durum Asiye’nin çocukluk dönemine saplanmasına kadar varmıştır.
Türkiye’de kadın yazar olmak ve kadını anlatmak
Aslında yazarın bu iki kitabındaki kadın karakterleri birbirinden ayıran bazı yönler olmakla birlikte bu karakterler adeta birbiri içine geçmiştir. Jale’nin içinde biraz Sacide biraz Ferhunde; Sacide’nin içinde biraz Jale, biraz Ferhunde; Ferhunde’nin içinde biraz Jale hatta biraz da Sacide vardır. Öte yandan Neslihan biraz İkbal’den biraz Asiye’den almıştır. İkbal Asiye’ye benzer kimi zaman. İkbal ve Sacide toplumsal değerlere başkaldıran iki kadındır sonuçta. Neslihan ile Jale diğer kadınların ayakları yere basan halleridir. Psikanalitik kurama göre Mektup Aşkları’ndaki kadın karakterler daha belirgin ve tipiktir, ama Karanlığın Günü’nün kadın karakterleri açık, net ve tipik değildir. Bu kadın karakterlerin bir ortak özellikleri daha vardır: Her şeye rağmen yazmışlardır. Kadınlığa rağmen, anneliğe rağmen, topluma rağmen, ataerkilliğe rağmen, kendilerini yargılayan, dışlayan, sorgulayan kadınlara rağmen… Yani kadın yazarların hayatı aslında “-e rağmen”lerle doludur.

“O! Sen! Kimsin?.. Dünyasın, evrensin, özsün,,, masalsın, biricik ve tek, her şeyi elinde tutansın, tanrı sensin, yargılamamalı, öldürmemeli, yazmalısın, kalıcı olanı; sözü bulmalısın, sözü değiştirmelisin, söz değiştirir, söz değiştiricidir, sen tüm insanlığın soluğusun, sen yoksun, ama yaşamaktasın, kendi evinin yokuşundaki evinin üzerinde bir helikopterin gölgesi düşmüş olan evin sekisi altına gömülü bir avuç topraksın, ölümsün sen.”(10)

Ve Leylâ Erbil kadına diyor ki: “Seni bulurlar, bir kadın iskeleti!” derler.(11) Kadınlar bu kaderi, biçilmiş bu rolleri sadece yazdıklarıyla ve ürettikleriyle değiştirebilirler. Umut varsa yazmalı, aslında en çok umut olmadığında yeni umutlar için yazmalı, saçının ve teninin rengine, geçmişine, nereden geldiğine, bakmadan yazmalı… Aslında sadece kadın olmak için, kadın olduğu için de yazmalı insan. Kitaplardan vazgeçemeyen bir hayata yazmalı.

Kaynakça:
(1) Psikanaliz Üzerine, Sigmund Freud, Say Yayınları 2008; s. 146.
(2) Zihin Kuşları, Leylâ Erbil, İş Bankası Yayınları 2010; s. 173.
(3) Mektup Aşkları, Leylâ Erbil, İş Bankası Yayınları 2010; s. 78.
(4) a.g.y., s. 100.
(5) “Leylâ Erbil’in Romanlarında Cinsellik Sorunsalı”, Hülya Dündar, Bilkent Üniversitesi 2004, s. 47.
(6) Karanlığın Günü, Leylâ Erbil, İş Bankası Yayınları 2009; s. 194.
(7) a.g.y., s.164.
(8) “Annelerin Dayanılmaz Ağırlığı”, Ayfer Tunç, Kitap-lık, Sayı: 43 (Eylül-Ekim 2000).
(9) Karanlığın Günü, Leylâ Erbil, İş Bankası Yayınları 2009; s. 18.
(10) a.g.y., s. 220.
(11) a.g.y., s. 220.

~~~
Mavimelek. Sayı: 49, Yayın tarihi: 05/12/2010

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz