Hayat çekiciliğini ışığına mı yoksa gölgesine mi borçlu, bildiklerimizden dolayı mı hayata tutkunuz yoksa bilmediklerimiz ve merak ettiklerimiz mi bizi hayatın tutkunu yapıyor?
Çözmek istediğimiz ne çok sır var.
Ve çözüldü sandıkça, çözemediğimizi anladığımız kaç sır.
Bir yandan içinde yaşadığımız dünyanın, dünyayı sarmalayan boşluğun bitmez tükenmez, belki hiçbir zaman bütünüyle çözülemeyecek sırları, bir yandan kendi içimizde taşıdığımız kendimize bile açık olmayan sırlarımız, bir yandan da hemen yanı başımızda, elini tuttuğumuz, konuştuğumuz, sevişip mahremimize aldığımız, ama bir türlü sırrına vakıf olamadığımız diğer insanların kendini ışığa teslim etmeyen gölgeli yapıları.
Yazılan milyonlarca kitap insan ruhuna bir katre ışık düşürmek için çırpınırken ve biz onları okuyup insanları gözleyip tecrübelerimizi birbirine ekleyerek bir şeyler anlayıp öğrendik sanırken, birden değil başkasını, kendimizi bile tam anlamadığımızı yüzümüze çarpan gerçekler.
Bu sırrın içine doğup o sırrı aydınlatmaya çalışırken, kendimizden de epeyce yeni sırlar ekleyerek ayrılıyoruz hayattan.
Birbirimiz için bile bir sırrız hepimiz.
En iyi tanıdığınızı sandığınız insan birden hayatınızdan kaybolsa ve onu düşünmeye başlasanız, birlikteyken fark etmediğiniz, merakınızı uyandırmayan kaç bin cevapsız soru olduğunu anlayıverirsiniz.
Küçük siyah noktalar gibi size karanlık olan bin bir türlü ayrıntı gizlidir çok iyi tanıdığınızı sandığınız insanın hayatında, o küçük noktaları fark etmezsiniz bile.
O insanı kaybettiğinizde o küçük siyah noktalar karanlık bir sır yumağı gibi düşer kucağınıza.
Niye o kadar suskundu, niye o kadar konuşkandı, çocukluğunda neler yapmıştı, aklından size söylemediği neler geçmişti, düşündüklerinin ne kadarını söylemişti size, söylemediklerini niye söylememişti, hiç yalan söylemiş miydi, söylediyse niye söylemişti, sizi sakınmak, sizi gerçeklerin yaralayıcılığından kurtarmak için miydi yalan söylemesi yoksa sizi aldatmayı mı amaçlıyordu, sizinle değilken ne yapardı, başkalarıyla konuşurken nelere gülerdi, arkadaşlarıyla dedikodu yapar mıydı, sizden nasıl söz ederdi, eder miydi?
Bunların çoğunun cevabını bilemezsiniz.
Eğer bütün bunları öğrenmek isterseniz, bir hayatı, bir başka hayatın küçük sırlarını aydınlatmak için harcamanız gerekir.
Ve her şeyi öğrenseniz bile elinizde cevabı çok zor bir başka soru kalır, siz neden bir başka hayatın sırlarını aydınlatmak için kendi hayatınızı adadınız?
Onu tanımak için miydi bu çaba yoksa kendi hayatınızın onun hayatına ne kadar yansıdığını görmek, bundan kendinize bir pay çıkarmak için miydi; onun sırlarının mı peşindeydiniz yoksa kendi sırlarınızın mı peşinde?
Bir sırrın içine doğarız hepimiz ve dokunduğumuz her insanla birlikte hayatımıza yeni sırlar eklenir, cevabının ne olduğunu, nasıl çözüleceğini bilmediğimiz sırlar.
Herkes küçük ya da büyük, önemli ya da önemsiz bir sırdır başkası için.
Hayatın neden böylesine sır dolu olduğu sorusu ise bütün sırları kapsayan bir başka büyük sır.
Ve o zaman sorarız, hayat çekiciliğini ışığına mı, gölgesine mi borçlu, diye.
Belki de hayat, bir yanından sırlarını aydınlığa akıtırken bir yanından üstüne yeni sırlar eklediğimiz bir kum saatidir ve belki de bütün sırlar aydınlandığında bu saat duracağından sırlar hiçbir zaman bütünüyle aydınlanmayacak ve hayat devam edebilmek için hep biraz gölgeli kalacaktır.
Biz de o gölgelere biraz ışık tutmaya çalışırken kendi gölgemizi ekleyeceğiz ona.
Ve hep ışıklarla gölgeler olacak.
Ve o gölgelerden ışığa öfkeler, kızgınlıklar, sevgiler, sevinçler, aşklar akacak ve bütün bunlar ışığa değdiğinde yeniden bir gölgeye dönecek.
Hayat da çekiciliğini ışığa ya da gölgeye değil, ışığın sürekli gölgeye, gölgenin sürekli ışığa dönmesine borçlu olacak.
Ahmet Altan
Karanlıkta Sabah Kuşları