LEVIATHAN
Hobbes, kitabın başlangıcında kendi eksiksiz maddeciliğini ilan eder. Yaşantı sının organ eyleminden başka bir şey olmadığını, dolayısıyle otomatların yapma bir yaşantıya sahip olduğu söyler. Leviathan adını verdiği «Commonwealth» bir sanat ürünü ve gerçekte hükmî bir kişidir. Burada bir benzetmeden daha çok nen ereklenmiş ve oldukça ayrıntılı biçimde işlenmiştir. Egemenlik yapma bir tindir. Leviathan’ın doğmasına yol açan antlaşmalar ve sözleşmeler, Tanrı’nın «İnsanlar olsun» dediği zamandaki buyrultusunun yerini almaktadır.
Kitabın birinci kısmı bir birey olarak insanı ve Hobbes’un gerekli bulduğu genel bir felsefeyi alır ele. Duyumlar nesnelerin baskısıyle ortaya çıkmıştır. Renkler sesler v.ö. nesnelerin içinde değildir. Nesnelerde duyumlarımıza karşılık olan nitelikler eylemlerdir.
Hobbes, ilk eylem yasasını dile getirip hemen psikolojiye uygulamıştır. Buna göre, imge (hayal) gücü, çöken bir duygudur. (Gerek imge gücü, gerekse duygu eylemdir çünkü.) İmge gücü uykudayken rüya görmektedir. Yahudi ve Hıristiyan olmayanların dinleri düşlerin uyanıklıktan ayırt edilmeyişinden doğmuştur. (Aceleci bir okuyucu aynı kanıtı Hıristiyanlığa uygulayabilir. Fakat Hobbes, bunu bizzat yapmayacak ölçüde uz-görülüdür (ihtiyatlıdır). Başka bir yerde putperest tanrılarının insan korkusundan doğduğunu, ancak ilk devindirenin bizim tanrımız olduğunu söyler. Düşlerin bir nenler bildirici olduğu konusundaki inanç bir sanrıdır (boş imgedir). Büyü’ye ve hayaletlere karşı inanç da böyledir.
Düşüncelerimizin birbirini izlemesi isteksel (keyfi) değildir, yasalarla yönetilir. Bazen çağrışımların, bazen de bir ereğe dayanan düşüncelerin birbirini izlemesi böyledir. Bu, belirginciliğin (determinizmin) psikolojiye uygulanışı bakımından önemlidir.
Beklendiği gibi Hobbes, dobra dobra adçıdır (nominalisttir). Ona göre evrensel hiç bir nen yoktur, sadece adlar vardır. Sözcükler olmaksızın genel düşünceleri kavrayamayız. Dil olmadan hiç bir doğruluk ya da yanlışlık yoktur. Çünkü doğruluk ya da yanlışlık sözün yüklemleridir.
Hobbes, geometriyi o zamana değin yaratılmış olan bilimlerin en halis’i saymıştır. Usavurma, hesaplama yapısındadır ve tanımlardan işe girişecektir. Fakat tanımlarda çelişik kavramlardan kaçınmalıyız. Felsefede genel olarak yapılmaz bu. Sözgelimi «özdeği (cismi) olmayan töz» bir saçmadır.
Tanrı «özdeği olmayan töz»e sahiptir diye saçmalık düşüncesine itiraz edilecek olursa Hobbes, buna iki karşılık verecektir:
1 — Tanrı bir felsefe nesnesi değildir.
2 — Pek çok filozof Tanrı’nın özdeksel (cisimsel) olduğunu düşünmüştür.
Hobbes, genel önermelerdeki bütün yanlışlıkların, saçmalıktan, yani (çelişmeden) doğmuş olduğunu söyler. Buna örnek olarak özgür istem düşüncesini ve ekmeğin ilineksel (arizi) özelliklerine sahip peyniri gösterir. ((Katolik imanına göre ekmeğin ilineksel (arızi) özelliklerinin ekmek olmayan bir tözde içkin olabileceğini biliyorsunuz.))
Bu parçada Hobbes, modası geçmiş bir usçuluk (rasyonalizm) çıkarır karşımıza. Kepler «Gezegenler, güneşin çevresinde elipsler çizer» genel önermesine varmıştı. Fakat Ptolaemaeos’unki gibi görüşler, mantıksal açıdan saçma değildir. Hobbes, Kepler ve Gelileo’ya duyduğu hayranlığa mukabil, genel yasalara varmakta tümevarıma gerçek değerini verememiştir.
Hobbes, Platon’a karşı usun (aklın) doğuştan gelmeyip, çalışmakla geliştirildiğine inanmıştı.
Daha sonra tutkulara geçer Hobbes, Çaba, küçük bir eylem başlangıcı olarak tanımlanabilir. O herhangi bir nen doğrultusundaysa «istek» bir nenden uzaklaşma doğrultusundaysa «tiksinme»dir. Sevgi istekle, nefret tiksintiyle aynı nendir.
Bir nen istek nesnesiyse iyi, tiksinti nesnesiyse kötüdür. (Bu tanımların «iyi»ye ve «kötü»ye hiç bir nesnellik kazandırmadığı görülüyor. Eğer insanlar istekleri bakımından ayrılık gösteriyorsa, onların ayrılıkları hakkında yargı vermemizi sağlayacak hiç bir kuramsal yöntem yoktur.)
Hobbes’ta değişik tutkuların çoğunlukla yarışmacı (rekabetçi) bir yaşantı görüşüne dayanan tanımları yer almaktadır. Sözgelimi, kahkaha ansal görkem. Görünmez kuvvetten korku eğer kamuya mal olmuşsa, din, olmamışsa boş inandır. Böylece, neyin din, neyin boş-inan olduğu konusundaki karar, yasa-koyucuya düşmektedir. Mutluluk, sürekli gelişmeyi içerir. Onat’ta (refahta) bulunur, sefalette ortadan kalkar. Durağan (statik) mutluluk diye bir nen yoktur. Doğallıkla, kavrayışımızı aşan göksel sevinçler dışında durağan (statik) mutluluk yoktur.
İstem (irade) düşüncede kalan son yiyesi (iştiha) ya da tiksintiden başka bir nen değildir. Yani istem, istek ya da tiksintiden başka bir nen değildir. Yani istem, istek ya da tiksintiden ayrımlı (farklı) bir nen değildir. Fakat bir uyuşmazlık çıktığında en güçlü olan istek ya da tiksintidir. Bu açıkça Hobbes’un özgür istemi hayırlayışıyle ilgilidir.
Despotik hükümetleri savunanların çoğuna benzemeksizin Hobbes bütün insanların doğallıkla eşit olduklarını savunmuştu. Bir doğa durumunda herhangi bir yönetim var olmadan önce, herkes kendi özgürlüğünü korumak ve başkalarına egemen olmak ister. Bu istekler kendini koruma konusundaki itki yönünden dikte ettirilir. Onların çatışmasından herkesin birbiriyle savaşı çıkar ortaya. Bu, yaşantıyı «buruk, kaba ve kısa» yapar.
Doğal durumda hiç bir özelge (mülkiyet), tüzün ya da tüzünsüzlük (adalet ya da adaletsizlik) yoktur. Sadece savaş vardır ve «kuvvetle hile, savaşın iki büyük zorunluğudur.»
İKİNCİ BÖLÜM
Kitabın ikinci bölümü, insanların her biri merkezsel otoriteye sahip cemaatler durumuna geçerek bu kötülüklerden nasıl kurtulabileceğini anlatır. Toplumsal sözleşme aracılığıyle olacaktır bu. Halk biraraya gelip kendisi üzerine otorite kurarak, evrensel savaşa son verecek bir hükümdar ya da buyurma görevi yapacak bir kurum seçme konusunda anlaşır. Ben bu «antlaşma» nın (Hobbes «antlaşma» diyor) belirli bir tarihsel olay gibi düşünüldüğünü sanıyorum. Onu bu biçimde imgelemenin, (tasavvur etmenin) kanıtlanmak istenenle ilgisi yoktur, kesinlikle. «Antlaşma» düşüncesi insanların otoriteye baş eğmelerinin sonucu olarak kişisel özgürlüklerinin sınırlanmasına neden razı olduklarını ve razı olmaları gerektiğini açıklayıcı bir efsanedir.
İnsanların kendilerine yükledikleri baskı Hobbes’a göre, kendimiz için özgürlüğü ve başkaları için, onları egemenlik altına almayı sevmemizden doğan evrensel savaştan korunmamız gibi bir ereğe dayanır.
Hobbes, insanların niye arılar ve karıncalar gibi işbirliğine gidemediği sorununu alır ele. Arıların erk (iktidar) elde etme gibi bir isteği yoktur. Hükümetlerini eleştirmek için çalışmaz onlar, doğal yolla uzlaşırlar. Fakat insanların uzlaşımı sadece yapma (sun’i) ve antlaşmak olabilir.
Ant, bir kişi ya da bir kurula (konseye) güç vermeli. (Başka türlü uygulanamaz çünkü.) «Kılıçsız antlar sözden başka bir nen değildir.» (Başkan Wilson unutmuştu bunu maalesef.)
Ant, sonraları Locke’ta ve Rousseau’da görüldüğü gibi, yurttaşlarla yönetici güç arasında değil, onların, çoğunlukça seçilecek yönetici erk’e (iktidara) boyun eğmesi konusundadır.
Yurttaşlar, yöneticileri bir kez seçtiler mi, siyasal güçlerini sonuna vardırmışlardır. Azınlığın hakları da çoğunluk ölçüsünde sınırlıdır. O haklar anta ve çoğunluğun seçtiği hükümete baş eğmiştir. Hükümet bir kez seçildi mi yurttaşlar, onun bağışlamayı uygun buldukları dışında bütün haklarını yitirir. Hükümet, herhangi bir antla bağlı olmadığına uyruklarlarsa, bağlı bulunduğuna göre başkaldırma hakkı yoktur.
Böylece birleşmiş bir kalabalığa «cumhuriyet» adı verilir. «Leviathan» ölümlü bir tanrıdır.
Hobbes, monarşiyi yeğ tutar. Fakat, onun bütün soyut kanıtları, başka kurumların haklarıyle sınırlanmamış üstün bir otoriteyi kapsayan bütün hükümet biçimlerine eş ölçüde uygulanabilir. Hobbes, parlamentoyu hoş görebilirdi. Fakat hükümet kuvvetinin kralla parlamento arasında bölüştürüldüğü bir yönetimi öyle karşılayamazdı. Locke ve Montesquieu’nun görüşlerinin tam karşıtıdır bu.
İngiliz iç savaşı, Hobbes’a göre, gücün krallar, lordlar ve avam kamarası arasında bölünmesinden doğmuştur.
İnsan olsun kurul olsun, üstün kuvvete hükümdar adı verilir. Hobbes sisteminde hükümdar sınırsız yetkiye ve düşüncelere sansür hakkına sahiptir. Hükümdarın belli başlı ilgisinin yurt içi düzeni korumak olduğu ve böylece sansür hakkını, doğruluğu ortadan kaldırmak için kullanmayacağı tasavvur edilmişti. Çünkü barışa karşı olan öğreti doğru olmazdı. (Ne apayrı pragmatist düşünce!)
DESPOT HÜKÜMDAR
Özelge yasaları bütünüyle hükümdara bağlıdır. Çünkü doğal bir durumda özelge yoktur. Böylece özelge, hükümetler yönünden yaratılmıştır. Hükümetler onun yaradılışını istedikleri gibi denetleyebilir.
Hükümdarın despotik olabileceği kabul edilir. Daha kötüsü despotiklik anarşiden kötüdür. Pek çok noktada hükümdarın çıkarları, uyruklarının çıkarlarıyle özdeştir. Eğer uyruklar zenginse, hükümdar daha zengindir, eğer uyruklar yasaya uyuyorsa hükümdar daha güvenlidir.
Baş kaldırma (isyan) doğru değildir. Çünkü o hem genellikle başarısızlığa uğrar, hem de başarıya ulaşsa bile kötü örnek olur, başkalarının da isyan etmesine yol açar. Aristoteles’in gözettiği tiranlık ve monarşi ayrımı hayırlanmalıdır. «Tiranlık», sokaktaki adamın, söylevcinin beğenmediği monarşidir sadece.
Bir monark (hükümdar) yönetiminin bir meclis hükümetine yeğ tutulması konusunda değişik nedenler bulunmaktadır. Gerçi monark kendi çıkarı kamu çıkarlarıyle çatıştığında birincisini yeğ tutar. Fakat bir meclis için de aynı nen (şey) söylenebilir.
Bir monarkın gözdeleri olabilir. Bir kamutayın (meclisin) her üyesinin de. Böylece gözdeler toplamının monarşide daha az olması beklenebilir. Bir monark herhangi bir kişinin öğütlerine gizlice kulak verebilir. Bir meclis sadece kendi üyelerinin öğüdünü dinleyebilir, o da açık olur, gizlice değil.
Bir meclis grubunun elde edemediği şans, başka bir grubun çoğunluğu sağlamasına, böylece siyasetin değişmesine yol açar. Dahası, eğer meclis kendine karşı olarak bölünmüşse, sonuç iç savaştır.
Bütün bu nedenlerle Hobbes, monarşinin en iyi yönetim olduğu sonucuna varmıştır.
Leviathan boyunca, zamanlı (periyodik) seçimlerin kamutaydaki (meclislerdeki) kamu çıkarını, üyelerin özel çıkarına feda etme eğilimini frenleme konusundaki olanaklı etkisini hiç nazara almıyor. Onun gerçekte, demokratik olarak seçilmiş parlamentoları değil, Venedikteki Büyük Konsey ya da İngiltere’deki Lordlar Kamarası gibi toplulukları düşündüğü anlaşılıyor.
Hobbes demokrasiyi antik dönemdeki gibi, her yurttaşın yasama ve yürütmeye doğrudan doğruya katılmasını öngören bir anlamda ele alır. Hiç değilse bu, onun düşüncesi gibi görünüyor.
Hobbes sisteminde halkın payı, hükümdarın bir kez seçimiyle bütün bütün sona erer. Hükümdarın yerine geçecek kişi isyanlar işin içine karışmadığı zamanlarda Roma İmparatorluğunda olduğu gibi bizzat hükümdarın kendisi yönünden seçilir. Hükümdarın, kendi çocuklarından ya da çocukları yoksa, akrabasından birini kendinden sonra iş başına geçmek üzere seçeceği kabul edilmiştir. Fakat bir yasanın onu başka türlü bir seçim yapmaktan alıkoymaması gerektiği savunulmuştur.
UYRUKLARIN ÖZGÜRLÜĞÜ
Leviathan’da uyrukların özgürlüğü üzerine, beğenilecek kesin bir tanımla başlayan bir konu da vardır. Tanım şudur: Özgürlük, eylemin dış engellerinin yokluğudur. Bu anlamda o, zorunlukla tutarlıdır. Söz gelimi, su, eylemine karşı bir engel bulunmadığında, yani tanıma göre özgür olduğunda tepelerden aşağı zorunlu olarak akar.
Bir kişi istediğini yapmakta özgürdür. Fakat, Tanrı’nın istediğini yapmak zorundadır. Bütün istemlerimizin nedenleri vardır ve onlar bu bakımdan zorunludur. Uyrukların özgürlüğüne gelince onlar yasalın işe karışmadığı yerlerde özgürdürler, egemenliğin sınırlanması değildirler. Çünkü hükümdar bu yolda karar verirse yasalar işin içine karışabilir.
Uyrukların hükümdara karşı hakları yoktur. Hükümdar kendi isteğiyle bu işe razı olursa başka. Davud, Uriah’ın ölümüne yol açtığında, Uriah’a karşı haksızlık işlemiş olmadı. Çünkü onun efendisiydi. Fakat Tanrı’ya karşı haksızlık etti. Çünkü kendisi (Davud) Tanrı’nı n uyruğuydu ve Tanrı yasasına saygısızlık etmiş oluyordu.
Eski yazarlar özgürlüğü överek insanları baş kaldırmağa ve baştan çıkmağa itmişlerdir. Onlar doğru olarak yorumlanırsa, övülen özgürlüğün gerçekte hükümdarların özgürlüğü yani yabancı egemenliğinden kurtuluş olduğu görülecektir.
Hükümdarlara karşı yurt içinde direnç çok haklı görünse de lanetle karşılanmalıdır. Söz gelimi, Sanctus Ambrosius’un imparator Theodosius’u Selanik katliamından sonra afaroz etmeğe hiç bir hakkı yoktu. Papa Zacharias, Mero Wech’lilerin (Fransa’yı 486-751 yılları arasında yöneten hanedan) sonuncu kıralını Pepin adına azletmekle şiddetli bir kınamayı hak etmişti.
Bununla birlikte hükümdarlara baş eğme görevinin bir sınırı bulunmaktadır. İnsanoğlu mutlak olarak kendini koruma hakkına sahiptir. Uyruklar, monarklara karşı bile elde bulundurur bu hakkı. (Mantıksaldır bu. Çünkü Hobbes, kişioğlunun kendi varlığını sürdürmesini bir hükümet kurma gerekçesi saymıştır.) Kjşioğlu böylece, hükümetçe savaşa çağrıldığında savaşmayı reddetme hakkına sahiptir. (Bu kendini koruma ilkesine dayanır ve sınırlı bir hayırlayışı kapsar. Hiç bir modern hükümetin razı olmadığı bir haktır.)
Hobbes’un egoist ahlak sisteminin garip bir sonucu, hükümdara karşı direnmenin sadece kişisel savunma durumun da yasaya uygun bulunmasıdır.
Hükümdara baş eğmenin, bütünüyle mantıksal bir ayrılı (istisnası) vardır: Kişi, kendini korumağa yetenekli olmayan hükümdara karşı hiç bir göreve sahip değildir. Hobbes’un II. Charles sürgündeyken Cromwell’a boyun eğmesini yerinde bulduran da bu kuraldır.
Doğallıkla siyasal partiler ya da imdi sendikalar diyebileceğimiz hiç bir kurum yoktur Hobbes’ta. Tüm öğretmenler, hükümdarın vekilidirler ve hükümdarın yararlı bulduğunu öğretmekle yükümlüdürler.
Modern Leviathan’ın İnşası Sürecinde İdeolojik Bir Aygıt Olarak Yalan – Josef Kılçıksız
Özelge hakları sadece öbür uyruklar karşısında geçerlidir, hükümdar karşısında değil. Hükümdar dış ticareti düzenleme hakkına sahiptir. İç savaşa uymak zorunda değildir. Onun cezalandırma hakkı herhangi bir tüzün (adalet) kavramından gelmez. Bu hak insanları doğal bir durumda sayma özgürlüğünden doğar. Böyle bir durumda kimse, bir başkasına zarar verdiği için ayıplanamaz.
Cumhuriyetlerin çözülmesi konusunda yabancı istilasından ayrı olarak ilginç bir nedenler listesi verilmektedir:
1. Hükümdara çok az güç verilmesi.
2. Uyrukların kendi başlarına yargı vermeğe kalkışması.
3. Duyunca (vicdana) aykırı her nenin (şeyin) günah olması.
4. Esine (ilhama) inanç.
5. Hükümdarın kent ya da ülke yasalarına bağlı olduğu öğretisi.
6. Mutlak özelgeyi kabul.
7. Hükümdarın gücünün bölünmesi.
8. Grekler ve Romalıları taklit.
9. Dünyasal ve manevi güçlerin ayrılması.
10. Hükümdara vergi ödememek.
11. Yetenekli uyrukların halk yönünden tutulması.
12. Hükümdarla tartışma serbestliği biçiminde sıralanabilir bu nedenler.
Bütün bunların İngiltere ve Fransa tarihinde bol bol örneği vardı.
Halka, hükümdarın haklarına inanmayı öğretmek güç değildir.
Hıristiyanlığa, dahası töz-dönüşümü gibi usa aykırı nenlere inanmayı öğrenmemiş midir halk?
Baş eğmenin öğrenileceği özel günler vardır. Halkın aydınlatılması, üniversitelerdeki öğretimin doğruluğuna bağlıdır. Bu nedenle üniversite öğretimi dikkatle denetlenmelidir. İbadet tek biçim olmalı ve din, hükümdar yönünden buyurulmalıdır.
Leviathan’ın ikinci bölümü, bir hükümdarın bu kitabı okuyup kendini mutlak bir yönetici duruma getireceği umuduyle sona erer. Platon’un, kralları filozof yapma yolundaki umudundan daha az olanaksızdır bu.
Kitabın okunmasının kolay ve bütünüyle anlaşılır olduğu konusunda teminat verilir monarklara.
III. ve IV. BÖLÜMLER
«Hıristiyan Cumhuriyeti Üzerine» başlıklı üçüncü bölüm, kilise din-dışı yönetime dayanması gerektiğinden, evrensel bir kilise bulunmadığını açıklar.
Her ülkede kral kilisenin başı olmalıdır. Papanın efendiliği ve yanılmazlığı kabul edilir gibi değildir. Hıristiyan olmayan bir hükümdara uyruk bir hıristiyanın açıkça baş eğmesi gerekir. Naaman, Rimmonlar hanedanına baş eğmenin acısına katlanmamış mıydı?
Leviathan’ın «Karanlığın Krallığı» adlı IV. bölümü daha çok, manevî gücü dünyasal gücün üstüne çıkardığı için Hobbes’un nefret ettiği Roma kilisesini eleştirir. Bu bölümün geri kalanı, çoğunlukla Aristoteles’in ereklendiği «boş felsefe»ye saldırılarla doludur.
SONUÇ
İmdi, Leviathan hakkında nasıl bir düşünceye varacağımızı belirtmeğe çalışalım. Soruna karşılık bulmak kolay değildir. Çünkü orada iyi ve kötü içiçe girmiştir.
Siyasette iki ayrı sorun vardır. Onlardan biri iyi devlet biçimiyle, öbürüyse o devletin güçleriyle ilgilidir. Hobbes’a göre en iyi devlet biçimi monarşidir. Fakat bu, onun öğretisinin önemli bir bölümünü biçimlemez.
Öğretinin önemli bölümü, devlet yetkilerinin mutlak olması gerektiği yolundaki iddiadır. Bu öğreti ve onun benzeri rönesans ve reform sırasında batı Avrupa’nın geliştirdiği bir öğretiydi.
Önce feodal soyluluğun XI. Louis, IV. Edward ve Ferdinand’la Isabella ve on’ların ardılları (halefleri) yönünden hızı kesilmişti. Sonra protestan ülkelerdeki reform eylemi, din dışı yönetime kiliseden yararlanma, olanağı verdi. VIII. Henry daha önceki hiç bir İngiliz kralının yararlanamadığı bir güce ulaştı.
Fakat, reform Fransa’da önceleri karşı etkiye sahipti. Guise’lerle Huguenot’lar arasında krallar hemen hemen yetkisizdirler. IV. Henry’le Richelieu, Hobbes’tan az önce mutlak monarşinin temelini atmışlardı. Bu monarşi Fransa’da devrime değin sürdü.
İspanya’da V. Charles, yasama kurumlarından (Corte’lerden) yararlanmıştı ve II. Philip kiliseyle ilgili işler dışında mutlak bir yöneticiydi.
Bununla birlikte İngiltere’de püritenler VIII. Henry’nin yaptığını bozdular. Onların yaptığı, Hobbes’a, hükümdara karşı direnmekten anarşi doğduğu kanısını verdi.
Her topluluk iki tür tehlike karşısındadır. Onlardan biri anarşi ikincisi despotluktur.
Püritenler, özellikle bağımsızlar, despotluk tehlikesinin etkisi altında kalmışlardı çok. Hobbes’sa tersine anarşi korkusuna takılmıştı.
Restorasyondan sonra ortaya çıkan ve 1688’den sonra denetimi ele geçiren liberal filozoflar her iki tehlikenin de farkındaydı, Strafford’tan da anabaptistlerden de hoşlanmıyorlardı.
Bu, Locke’u güçlerin bölünmesi ve denetimler-dengeler öğretisine götürmüştür. ingiltere’de, kral etki sahibi olduğu sürece gerçek bir güç bölünmesi vardı. Daha sonra parlamento en sonunda kabine üstünlük kazandı.
Amerika’da Kongre ve Yüksek Mahkeme, hükümete karşı durabildiği sürece denetimler-dengeler söz konusudur. Fakat yönelim, hükümet gücünün artışı yönündedir.
Almanya, İtalya, Rusya ve Japonya’da hükümetler Hobbes’un istediğinden daha büyük bir güç sahibi görünmektedirler.
Böylece devletin gücü açısından dünya, bütünüyle uzun bir liberallik dönemi ardından Hobbes’un istediği yöne gitmiştir. Şimdiki savaşın (İkinci Dünya Savaşı) sonucu ne olursa olsun, devlet fonksiyonlarının gittikçe artacağı ve ona karşı durmanın gittikçe zorlaşacağı anlaşılıyor.
Hobbes’un, devleti desteklemek için gösterdiği neden, yani devletin anarşiye tek almaşık (alternatif) olduğu görüşü epey doğrudur. Bununla birlikte bir devlet, geçici bir anarşinin yeğ tutulacağı denli kötü olabilir. (1789 Fransa’sı ve 1917 Rusya’sında olduğu gibi). Dahası özgür hükümetin tiranlığa karşı eğilimi biraz isyan korkusu olmadan kolay kolay dizginlenemez.
Hobbes’un başeğmeci tutumu uyruklarca tüm olarak kabul edilirse hükümetler daha da kötü olacaktır. Siyasal alan için doğrudur bu.
Hükümetler ellerinden geldiğince yerlerinden kımıldamak istemez. Ekonomik alanda da doğrudur bu. Orada da hükümet üyeleri kamu zararına kendilerini ve arkadaşlarını zengin etmeğe bakar. Hükümetlerin, güçleri için tehlikeli saydıkları yeni buluş ya da öğretileri baskı altında tutmağa çalışmaları entellektüel alanda da geçerlidir.
Sadece anarşinin riskini değil, hükümetlerin kadir-i mutlak oluşuyla beliren sertleşmenin ve adaletsizliğin tehlikesini de düşünmeyi gerekli kılan nedenler bunlardır.
Hobbes’un artamları (meziyetleri) o, eski siyasal kuramcılarla karşı karşıya getirildiğinde daha açık görülür. Bir kez, boş-inandan bütünüyle bağımsızdır Hobbes. Âdem ve Havva’ya cennetten kovuluş sırasında neler olduğu konusunda kafa yormaz. Açık ve mantıklıdır. Doğru, ya da yanlış, tümüyle kuşkulu kavramlar kullanmayan anlaşılır bir ahlak sistemine sahiptir. Çok daha sınırlı kalan Machiavelli’den ayrı olarak siyasal kuram üzerinde ilk kalem oynatan kişidir. Hata işlediği yerde, düşüncesinin temeli, gerçek-dışı ve fantastik olduğundan değil, aşırı derecede basitliğe inmesi dolayısıyle hata işlemiştir. Bu nedenle, hala hayırlamağa (reddetmeğe) değer bir kişidir.
Hobbes’un metafiziğini ve ahlak sistemini eleştirmeksizin ona karşı söylenecek iki söz vardır:
1. Hobbes ulusal çıkarım daima ön planda tutmuş ve örtük olarak tüm yurttaşlarının belli başlı çıkarının aynı olduğunu düşünmüştür. Marks’ca, toplumsal değişmenin nedeni sayılan sınıflar arası çatışmanın önemini anlayamamıştır.
Bu, monarkın çıkarlarının aşağı yukarı onun uyruklarıyle özdeş olduğu görüşüyle bağlantılıdır. Savaş zamanında eğer o dehşetli bir savaşsa, çıkarlar birleşir. Fakat barış zamanında bir sınıfla öbürü arasında büyük çıkar çatışmaları görülebilir.
Böyle bir durumda anarşiden kaçmanın en iyi yolunun hükümdarın mutlak gücünü savunmak olduğu her zaman doğru bir düşünce değildir. Gücü bölerek taviz vermek iç şavaştan kaçınmanın tek yoludur. İngiltere’de o sıralar olup bitenler bu hususu Hobbes’a anlatabilirdi.
2. Hobbes’un öğretisinin yok yere sınırlı kaldığı başka bir nokta, devletler arasındaki ilişkilerle ilgilidir. Leviathan’da, savaş ve fetih hariç, devletler-arası ilişikleri düşündürecek herhangi bir nen yoktur. Onlar da aralıklı ilişkilerdir.
Bu, Hobbes ilkelerine göre uluslararası bir hükümetin yokluğundan doğar. Çünkü devletlerin ilişkileri hâlâ doğal durumdadır. Bu durum bütün devletlerin bütün devletlere karşı savaşı için doğrudur.
Uluslararası kargaşalık (anarşi) var oldukça ayrı ayrı devletlerdeki etkinlik artışının insanlık yararına olduğu söylenemez. Çünkü devletlerin kendi başına gelişmesi savaşın vahşiliğini Ve yakıcılığını arttırır.
Hobbes’ın öne sürdüğü her kanıt geçerli olduğu sürece uluslararası hükümetin lehinedir. Böylece ulusal devletler var olup birbirleriyle savaştıkça, sadece yetkinsizlik sürdürebilir insan ırkını. Ayrı devletlerin savaş niteliğini savaşı önleyecek bir araca sahip olmadan düzeltmek (ıslah etmek), evrensel yıkıma çıkan bir yoldur.
Bertrand Russell
Batı Felsefesi Tarihi 3
(Modernçağ)(Yeniçağ)
Türkçesi: Muammer Sencer, Bilgi Yayınevi