İlk Yapıtlarındaki Özellikleriyle Dostoyevski ve Tolstoy – Ataol Behramoğlu

Ataol BehramoğluFyodor Dostoyevski ve Lev Tolstoy, 19. yüzyıl Rus edebiyatının iki dev yazarıdır. Gerek yaşadıkları dönemde gerek ölümlerinden sonra kendi edebiyatları ve dünya edebiyatı üstünde etkileri olağanüstü büyük olmuştur. Yazarlık yetenekleri ve yarattıkları etki bakımından aynı değerde büyük yazarlar olmalarına karşın yapıtları arasında bu iki yazarı birbirinden derinliğine ayıran farklılıklar vardır. Bu farklılıklar yaşam çizgilerinin farklılığında görülebildiği gibi yazarların ölümünden sonra yapıtlarının günümüze kadar süregelen etki alanlarının farklılığında da kendini göstermektedir. İlk ürünlerini Rus edebiyatının devrimci demokrat geleneği içinde veren, “Ölü Bir Evden Anılar” gibi 19. yüzyıl gerçekçi Rus edebiyatının başyapıtlarından birinin yaratıcısı Dostoyevski”nin yaşamının son yıllarında giderek sağ bir çizgiye kaydığını.

Slavcıların ideologlarından biri olduğunu görüyoruz. Son dönem yapıtlarından “Cinler”, devrimci ve Batıcı çevrelere yöneltilmiş ağır bir yergidir. Buna karşılık Tolstoy, yine yaşamının son dönemlerinde gizemci ve idealist öğeler taşıyan bir ahlak öğretisi oluşturma çabalarına karşın, son yapıtlarından “Diriliş”te gördüğümüz gibi. Narodniklerin öncülük ettiği devrimci hareket konusunda hiçbir zaman acımasız bir tutum takınmamış, bir toplum adamı olarak ise monarşi yönetimine karşı sonuna kadar savaşmıştır. Her iki yazarın ölümlerinden sonra yapıtlarının yarattığı etki alanlarının farklılığına gelince, Dostoyevski daha çok 20. yüzyıl dünya edebiyatının bireyci gizemci akımlarına kaynaklık ederken Tolstoy’un toplumcu gerçekçi yöntemi benimsemiş yazarlara güçlü bir örnek oluşturduğunu görmekteyiz. Her iki yazarın ilk yapıtları arasında yapılacak bir karşılaştırma, onların giderek derinleşecek farklılıklarını kavramada ipuçları vermektedir.

Fyodor Dostoyevski (1821-1881) derebeyi burjuva bir ailenin çocuğudur. Petersburg askeri mühendislik okulunda öğrenim gördü. Doktor olan babasının toprak kölesi bir köylü tarafından öldürülmesi yaşamında büyük sarsıntı yarattı. Öğrenimini tamamlayıp bir süre orduda çalıştıktan sonra görevinden ayrılarak kendini tümüyle edebiyata verdi. Çocukluk ve ilk gençlik yıllarında çok okumuş, özellikle Puşkin ve Gogol’ün etkisinde kalmıştı. Sonraki yıllarda Shakespeare, Moliere, Eugenie Sue, Dickens, Balzac vb. Batılı yazarları tutkuyla okudu. Balzac’tan “Eugenie Grandet”yi Rusçaya çevirdi, ilk romanı “İnsancıklar”ı 1845’te yayımladı. Onu birer yıl arayla “Öteki”, “Ev Sahibesi”, “Beyaz Geceler” ve “Netoçka Nezvanova” adlı romanları izledi.

Yaratıcılığının bu ilk dönemim oluşturan yapıtlarında genç yazar, Gogol ve “doğalcı okul’’ geleneğine bağlıdır. Bu dönemin hemen tüm yapıtlarında Petersburg yoksulluğu, yoksul insanlar (“İnsancıklar”, “Netoçka Nezvanova” ve düzenin sildiği, yok ettiği küçük adam (“Öteki” vb.) gibi Gogol konuları işlenmektedir. Dostoyevski “doğalcı okul’’un genel eğiliminden farklı olarak, dış yaşam olgularını betimlemekle yetinmemekte, bireyin iç dünyasına, psikolojisine de eğilmektedir. Bunların yanı sıra, özgün, benzersiz Dostoyevski üslubunu oluşturacak başkaca özellikleri de yazarın ilk dönem yapıtlarında görebilmekteyiz: Kahkahadan gözyaşına, gözyaşından kahkahaya geçiş diye tanımlanabilecek gergin, sarsıcı bir duygu ortamı ve buna bağlı olarak da hırçın, tutkulu, dinamik ve kimi kez dağınık bir anlatım… Gogol’de “Bir Delinin Notları” ve “Palto”da bile) ağır basan, gülünçlük ve ironidir. Dostoyevski’de ise insanı sarsan bir acıma duygusu özellikle bu ilk dönem yapıtlarında neredeyse duygusalcılığa (sentimentalizm) ulaşır. Yine ilk dönem yapıtların başlıca bir özelliği olarak beliren fantastiğe, gizeme eğilimin, (“Öteki”, “Ev Sahibesi”) Gogol’den ve Alman yazar G. Hauptmarm’dan kaynaklandığı söylenebilir.

Dostoyevski’nin bu ilk yapıtlarında da renkler sert ve keskindir. Olaylar her zaman gergin, olağandışı (“İnsancıklar”, “Ev Sahibesi”, “Netoçka Nezvanova”, “Beyaz Geceler”) ve kimi kez gizemli, grotesk ortamlarda ve koşullarda geçer. Genç yazar amaçladığı etkiyi yaratmak için kimi kez dışavurumcu özellikler taşıyan, abartılı tablolar çizer. “lnsancıklar”da, oğlunun tabutunu taşıyan at arabasının peşinden, cebinden kitaplar saçılarak çamurlara bata çıka koşan yaşlı baba, buna bir örnek olarak verilebilir: (Bu parça, roman kahramanlarından Varvara Alekseyevna’nın anı defterinden bir bölümdür):

Sonunda tabutu kapadılar, çivilediler, bir atlı arabaya yükleyip götürdüler. Onu ancak sokağın sonuna kadar uğurladım. Atlar tırısta gidiyordu. Yaşlı adam arabanın ardı sıra koşuyor, yüksek sesle ağlıyor, koşarken arada bir kesilip duruyordu. Zavallı adamın şapkası başından uçtu fakat onu yerden almak için durmadı. Başı yağmurdan ıslanıyor, sert bir rüzgar yüzünü kamçılıyordu. Fakat belli ki farkında değildi kötü havanın. Arabanın bir bu yanına, bir o yanına koşuyor eski redingotunun etekleri köhnemiş kanatlar gibi savruluyordu. Ceplerinden kitaplar sarkıyor, elinde de büyücek bir kitabı sımsıkı tutuyordu. Gelip geçenler şapkalarını çıkarıp istavroz çıkarıyorlar, kimileri durup yaşlı adama şaşkınlıkla bakıyorlardı. Kitaplar ceplerinden çamurlara düşüyordu birbiri arkasına.. Durdurup gösteriyorlar yaşlı adam onları yerden alıyor ve yeniden tabutun ardına düşüyordu. Sokağın köşesinde dilenci bir kocakarı da tabutu izlemeye koyuldu. Tabut sonunda sokağın köşesini döndü ve gözlerimden kayboldu…” (“İnsancıklar”daki bu sahneyi, Camus’un “Yabancısındaki cenaze töreni tablosuyla karşılaştırmak ayrıca ilginç olabilir.)

Lev Tolstoy (1828-1910) kökü eskilere dayanan derebeyi aristokrat bir ailede dünyaya geldi. Dönemin aristokrat çocuklarına özgü özenli bir özel eğitim gördükten sonra Kazan Üniversitesi Arap

Türk dilleri filolojisinde, daha sonra aynı üniversitenin hukuk fakültesinde öğrenim gördü. Ergenlik, ilk gençlik yıllarında Puşkin, Lermontov, Gogol gibi Rus yazarlarının yanı sıra çok etkilendiği J. J. Rousseau başta olmak üzere birçok Batılı yazarı okudu. 1847’de üniversite öğrenimini bırakarak bir süre Kafkasya’da yaşadı. İlk yapıtı olan özyaşamsal üçlüyü (“Çocukluk”, “Ergenlik”, “Gençlik”) 185157 yılları arasında yayımladı. 185153 yıllarında orduya katılmış, Sivastopol savaşı sırasında gönüllü olarak ileri hatlarda görev almıştı. Bu döneme ilişkin gözlemlerini yansıtan “Sivastopol Öyküleri” 1855’te yayımlandı.

Dostoyevski gibi Tolstoy’un sonraki dönemlerde yoğunlaşacak olan özellikleri de yazarın gençlik dönemi ürünlerinde görülebilmektedir. Romantizme, fantastiğe eğilimli Dostoyevski’ye karşı aydınlık, yalın bir anlatımın, bir itiraf içtenliğinin Tolstoy’un gerek bu ilk gerekse daha sonraki dönemlerinin ürünü yapıtlarının başlıca özelliği olduğu söylenebilir. Özyaşamsal üçlüde, toplumsal ve bireysel yaşam üstüne geniş, çok yönlü bir düşünme; tüm insansal duyguların, insanın dünyadaki yerinin kavranışı yönünde derinliğine bir yaklaşım vardır. İnsan, doğa ve tüm nesnel gerçeklik üstüne gerçekçi, ayrıntıcı bir gözlem gücünü zeka ve psikolojik irdeleme derinliğiyle, bir ayrıştırma ustalığıyla, sakin, epik, aydınlık bir anlatımla birleştiren Tolstoy üslubu yazarın gençlik dönemi ürünlerinde de kendini göstermektedir. Genç yazarın, en sarsıcı olaylara bile, (duygusuz değil) fakat anlamaya ve anlatmaya çalışan soğukkanlı bir gözlemci gibi yaklaşım çabası vardır… Özyaşamsal üçlünün ilk kitabı “Çocukluk’ ’tan bir bölüm, çocuğun, tabutunda yatan ölü annesinin yüzüne bakarken düşündüklerinin betimlenişi buna örnek oluşturabilir:

Ertesi gün, akşamın geç bir saatinde, ona bir kez. daha bakmak istedim; istemdışı korku duygusunu yenerek kapıyı usulca açtım ve ayaklarımın ucuna basarak salona girdim. Odanın ortasında, masanın üstünde duruyordu tabut; çevresinde, uzun, gümüş şamdanlarda, yanıp tükenmiş mumlarla. Papaz uzak bir köşede oturmuş, usul, tekdüze bir sesle dua okuyordu.

Kapıda durdum, baktım; fakat gözlerim öylesine yaşla dolu re sinirlerim öyle altüsttü ki, hiçbir şey seçemedim; her şey tuhaf bir biçimde birbirine karışıyordu: Işık, simli kumaş, kadife, büyük şamdanlar, dantela işlemeli pembe yastık, taç, kurdeleli başlık ve balmumu renginde saydam bir şey daha. Yüzüne bakmak için sandalyeye çıktım; fakat yüzün bulunduğu yerde, bana yine o solgun, sarı, saydam şey göründü. Onun yüzü olduğuna inanamıyordum bunun. Daha dikkatli bakmaya başladım ve yavaş yavaş tanıdık, sevgili çizgileri seçebildim onda. Bunun o olduğuna kanaat getirdiğimde korkudan titredim; fakat kapalı gözler neden çöküktü böyle? Nedendi bu korkunç solgunluk ve yanakların birinde, saydam derinin altındaki karamsı leke? Yüzün tüm anlatımı neden sert ve soğuktu böyle? Neden böyle solgundu dudaklar ve biçimleri böyle güzel ve yüceydiler ve bu dünyadan olmayan öyle bir dinginlik ifade ediyorlardı ki, bakarken sırtımda ve saçlarımda soğuk bir titreme koşuyordu. Bakıyor ve anlaşılmaz, karşı konulmaz bir gücün gözlerimi bu yaşamasız yüze çektiğini duyulmuyordum. Gözlerimi ayıramıyordum ondan ve imgelemim yaşam ve mutlulukla parlayan tablolar çiziyordu. Karşımda yatan ve herhangi bir nesneye bakar gibi anlamsızca baktığını, anılarımla hiçbir ortak yanı bulunmayan ölü vücudun o olduğunu unutuyordum. Onu bir şu, bir bu durumda hayal ediyordum: Canlı, neşeli, gülümseyen; sonra, ansızın, solgun yüzde bir başka çizgi beni yakalayıp sarsıyor, gözlerim onun üzerinde duruyordu: Korkunç gerçekliği anımsıyor, titriyor, fakat bakmaktan alamıyordum kendimi. Ve yeniden düşler yer değiştiriyordu gerçeklikle ve yeniden gerçeğin bilinci yıkıyordu düşleri. Sonunda imgelem yoruldu, beni aldatmaktan vazgeçti, gerçekliğin bilinci de yitti ve tümüyle yitirdim bilincimi. Bilmiyorum ne kadar süre kaldığımı o durumda, bilmiyorum neydi o; bildiğim sadece, biran için varlığımın bilincini yitirdiğim ve yüce, anlatılmaz, hoş ve hüzünlü bir zevk duyduğumda.

Olguların içyüzünü, en derinliğine gerçekliğini kavramak tutkusu, içten yaklaşımı ile; varoluş, yaşam ve ölüm konularındaki derin kaygılarıyla Tolstoy, abartılı öğelere başvurmadan, en olağan durumlar ve tablolarla da, soğukkanlı gözlemin sınırlarını aşarak olağanüstü etki yaratabilmektedir…

İlk kez Çermşevski’nin belirttiği bir özelliği ise Lev Tolstoy’u gerçekten de, kendinden önceki, çağdaşı, ya da kendinden sonraki birçok yazardan ayırmaktadır. Bu özellik, insan kişiliğinin, çelişkileri, oluşumu içinde gösterilmesidir. Özyaşamsal üçlünün yayımlanışının ertesindeki bir yazısında Çermşevski şöyle demekteydi: “… Psikolojik çözümleme, çeşitli yönelişler alabilir. Bir tür yazarı, her şeyden çok, kişiliklerin betimlenmesi; bir başkasını, toplumsal ilişkiler ve çatışkıların bu kişilikler üzerinde etkisi, bir üçüncüyü duygu ve eylem arasındaki bağ, bir dördüncüyü tutkuların araştırılması ilgilendirebilir. Tolstoy’u ise, her şeyden önce, psikolojik sürecin kendisi, biçimleri, yasaları ve belirli bir terim kullanarak söylememiz gerekirse ruhun diyalektiği ilgilendirmektedir…

İlk yapıtlarından birer örnekle Dostoyevski ve Lev Tolstoy arasında yapılan bu karşılaştırma girişiminin amacı, bu iki dev yazarın yazarlık yeteneği ve gücü arasında bir değerlendirme yapmak değil; onların giderek belirginleşecek olan siyasal tutumları, yaşam ve toplum anlayışları ile yazarlık yöntemleri arasındaki karşıtlıkların kaynakları konusunda bir araştırma denemesidir.

Ataol Behramoğlu

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz