İlhan Berk: Kanaryalar nasıl mutlu olur bilmek isterdim…

Ümitler içindeyim, çok şükür öleceğiz. (Ziya Osman Saba)

Kuşlar
Kanaryalara (neden yalnız onlara, bilmiyorum) ayrı bir eğilimim var.
Onlar üstüne hiçbir şey bilmiyorum. Komşumuz üç gün için kanaryasını bize bıraktı Kanarya ile bu denli ilk kez ilgileniyorum. Geceleri bir bez örtüyoruz kafesin üstüne. Kafeste yiyip içmek için her şey var; bu böyle :ama her halinden sıkıldığı belli oluyor. (Sıkıntı dışavurumsudur. Her yerde de görülür.) Aralarda ötüyor: Keyifden diyorum ben; bir kuş böyle mutlu olabilir mi bilmiyorum. Bilmek zor bunu. Sabahlan örtüyü kaldırıp; Merhaba’! diyorum. Sonra da onun göremeyeceği bir yer seçip. ardan onun sesine öykünüyorum. Karşılık veriyor. Bir süre böyle göneniyoruz, sonra onu kendi halinde bırakıyorum.

Kanaryalar nasıl mutlu olur bilmek isterdim, Gerçeküstücüler beni hep ilgilendirmiştir, ne zaman bir tekdüzeliğe düşsem onlara sarılırım. O ilkel, barbar, balta girmemiş ormanlara dalar, dolaşırım. Dilin yabanıl ana rahmine öyle inerim. Bu dili bulunca da dünyaya yeniden gelmiş gibi olurum. Daha ne istenir ki? Gerçeküstücülerin geri hizmetlilerinden olan Benjamin Peret’yi şimdiye değin hep antolojilerden ‘Okudum. İlk kez Toplu Şiirleri’ni okuyorum. Peret şiirlerini hiç düzeltmez, öyle yayımlarmış (benim tam tersim). Bir şiir yazılıp bitti mi de, tek satır kalmazmış usunda. Dostları bazı dizelerini okuduklarında: Kimden? diye sorarmış. Kendisinin olduğunu bilmezmiş. Peret gene bir bardak Bordo şarabı içer gibi keyifle yazıyor şiirlerini. Peret’nin bence önemli yönü, yakın arkadaşlarının (Aragon, Breton, Eluard) ünlenip onun şairliğinin sıkışıp kalması onu hiç ilgilendirmemiş olmasıdır. Onun şiirlerinde eski bir çanta, bir çift kısa çorap, bir yabanîhindiba, iki tutam ot bir gün buluşup görüşmek için söz verirler hep. Ayının biri meme yer, postacılar merdivene döner, tanrıların kulağına şarkılar söylerler. Peret’nin şiiri kökten bir protestodur.

*

Ay
Ayın tutulmasına bakıyorum. Karalar ayın çevresini sardı saracak.
Dünya kararacak. Dünyanın kararması kesinleşti de sonunda. Ama hepsi bu! Değişen ne ki? Yeni bir şey değil bu. Hem dünya çoktan şaşırtıcılığını yitirdi. Korkunçluk bunda!

*

Hopper ile
E. Hopper yalnızlığın, yalnız onun elini tutar; dünya onun için böyle bir yerdir. Aydınlığı da yadsır, karanlığın yanında alır yerini. Evler, sokaklar, dükkanlar çıplak yalnızlığı kuşanmakla kalmaz, karanlığı da bölüşürler, paylaşırlar. Demiryolu kıyısındaki Otel, New York’da Sinema, Gece Konferansı, Pazar Sabahı, Geceleyin Pencereler, Küçük Şehrin Ofisinden v.b hep birlikte karanlığı yüklenirler. Gece, işte gece! der. Her yerde de geceyi görür. Onu, sanki bir onu solur. Fırçasını simgeci bir şair tutuyordur. Her şey onda son som yalnızlığın anlatılmaz diliyle konuşur. Hayır, duyurur.

*
Şairler dilin çırağıdır, hep de öyle kalırlar.
*

Bu 12 Eylül 89 sabahı yüzünüz önüme düştüğünde gördüm sizi: O ma tenebreuse! Benim bu yalnız defterlerime değdi eliniz. (Dokunulan her şey tarihin alanına girer,) İlk sözcükler gibiydiniz. Virgüller, ayraçlar güzelliğinde. Ben ayraçları sonsuz olan size ulaşmak için açıyorum. Böylece size ulaşmayı kör topal olsa da deniyorum. Bir sonlunun kendisi diye bakın bana. Orda ben daha bir varım, daha bir sizinleyim. Değil mi ki sonsuz, sonluğu da terkisinde taşıyordur. Öyle bir tansık! Ben bu tansığı aramaya çıkmış olabilirim, tarih adına. O ma tenebreuse!

Nesneleri, nesnelerin babalarını düşünüyorum, o lirizmi! Yani Lucretius’u, Heseidos’u, Ponge’u, Rilke’yi, baba Cezanne’ı, Chardin’i, Braque’ı, Guillevic’i, Morandi’yi yani. Şunu da söylemeden etmiyeceğim:

Onlar yüzünden usun hücumuna uğradı şiirim!

Ama yanıltmadı nesneler beni.

*

Dali, bu büyülü bozguncu günlüğünde 9 sayısını kübik resmin kusursuz bir örneği diye anlatır. Evreni sayılarsız anlatmak olanaksız. Bu sessiz dünyada taban tepmeli biraz olsun. Yalnız akıllı değil, güzeldir sayılar.

*

Tümceler
Coğrafya beyazdır, Gazali’de.
( Coğrafya doğası gereği yürür.)

*

Beckett, Bram von Yelde’nin resimlerini başarısızlığın örnekleri olarak gösterir. Onun, kimsenin başarısızlığa cesaret edemeyeceği değin başarısızlığı seçtiğini de ekler. “Aslında başarısızlık Valde’nin dünyasıdır,” diye de bitirir sözlerini. Bunda büyük bir gerçek gizli gibi geldi bana. Başarısızlığın tarihi, başarının tarihi değin ilginçtir. Kafka yapıtlarına böyle bakmıyor muydu? Hem yalnız o mu? Gerçek bir sanat yapıtı her zaman aksayan bir şey varmış izlenimini verir. Ancak böyle bir yapıta büyüktür bile diyebiliriz. Bataille da Genet’nin yapıtlarına öyle bakmaz mı? Genet’nin yapıtındaki özgünlük yapıtın şiirsel gücünden değil, zaaflarının gösterilmesinden kaynaklanır. Ekleyelim: Bataille’ın yapıtları da büyüklüğünü onlara borçludur.

*

Bazı Şiirler
Bazı şiirler doğuştan protestodur. Okuyan çoğun bunun ayrımında değildir. Onu okuyup atmayı protesto sayar. Oysa şiirin kendisi, ta baştan onu okur saymamış, itmiştir.

Kant
Ancak görünen anlaşılır, öz anlaşılmaz. Böyle diyor, Kant. Yenileyin bitirdiğim bir şiirin son dizesi: “Gördüm, görünmeyen yoktur”. diye bitiyor.

*

“Anlaşılmaz değil, açıklanmaz bir şeydir şiir.’ O. Paz’ın bu sözü şiirin ne mene bir şeyolduğunu gösteriyor. Gerçekten açıklanmaz şiir; bize bir duygu, yarım yamalak bir düşünce, kör topal bir anlam sezdiriyorsa, yetininilmeli onunla. Ne anlatıyor? Sorusu usa vurulmamalı, usla yaklaşmaya kalkışmamalı.

*

Sessizlik ve Rikiu
XVI. yüzyılda Japonya’da çay nerdeyse dindir. Sessizlik (sessizliğin dinle ilişkisinde açıklanmayan büyük bir şey vardır) de öyle: Bir din kişiliğindedir. Çayhane sahiplerinin yeri de bir başkadır, saygı duyulur, saygıyla anılır. Japonya’da ilk çayhane sahibinin adı da Rikiu idi. Ne güzel bir ad! ‘K’nın girdiği her sözcük gürültücüdür, batar, oysa batmıyor. Çayhaneler ibadet yerleri gibi bir konumdadır: felsefe, şiir, resim tartışmaya açılır. Çiçekler de çayhanenin en büyük süsüdür. Sonra da herkes eşittir çayhanede, üniforma da giyilmez. Sessizlik içinde içilir çay, öyle de dağılınır. Konuşmaları da çayhane sahibi yönetir. İlk çaycımız Rikiu nasıl bir adamdı acaba?
‘Dumanım ben özerk bir yolculuk için.’ (F. Pessoa)

*

Tin
Pythagoras tinin göçebe olduğunu söyler dururmuş. Tin, Onu sık sık yalnız bırakıyordu demek!

Gölge
Gölge bir yaprağın gölgesiyse varoluş bir nedenidir.
Pessoa şiirlerinde sık sık: Kimim ben? diye sorar. ‘Bir hiç’ diye de yanıtladığı olur. Dünya için de ileri geri konuşur: “Dünya biz onu düşünelim diye kurulmadı, bakalım diye var.” Benim: “Dünya yalnızca vardır.” diye yayımlanmamış bir dizem var. Ben çoğun dizelere de bir şiir diye bakarım. Bir şiirde bir dize bulmak bile bana yeter, nede olsa ben şah dizeler çağında yetiştim.

İlhan Berk / Tabularasa, 89
Varlık 1996 / Sayı:1062

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz