İnsanın kendisiyle, kendi gerçekliğiyle baş başa kalması, eksikliklerini, zaaflarını, sahtekârlıklarını fark etmesi, ilk başlarda büyük sarsıntılara yol açıyordu. Gerçeğin amansız ağırlığı altında eziliyordum. Sıtma nöbetine benzer bir nöbet sarıyordu bedenimi. O anlar, en güçsüz, en dayanaksız anlarımdı. Kabuk değiştiren bir «böcük» gibiydim. Düşündükçe, günler günleri doğurdukça, eski bilincimin çözüldüğünü, putların tek tek sarsıldığını, büyük gürültülerle yıkıldığını görüyordum. Yeni bir insanın, yeni bir bilincin doğuşunu müjdeleyen sancılardı bunlar.
«Düşündüklerim ve yaptıklarım arasında büyük çelişkiler vardı. Yoksul halkımızdan söz ediyor, onun mutluluğu için elimden gelen her şeyi yapacağıma inanıyordum. Fakat pis bir burjuva gibi yaşıyordum ve çevremi saran pisliği yırtacak gücü bulamıyordum. Bataklığın ortasındaydım; kıpırdadıkça batıyordum. Gece gündüz içki içiyordum, kumar oynuyordum. Ve İstanbul’un sayısız kumarbazlarından biriydim, hep de kaybediyordum…
İnsanın kendisiyle, kendi gerçekliğiyle baş başa kalması, eksikliklerini, zaaflarını, sahtekârlıklarını fark etmesi, ilk başlarda büyük sarsıntılara yol açıyordu. Gerçeğin amansız ağırlığı altında eziliyordum. Sıtma nöbetine benzer bir nöbet sarıyordu bedenimi. O anlar, en güçsüz, en dayanaksız anlarımdı. Kabuk değiştiren bir «böcük» gibiydim. Düşündükçe, günler günleri doğurdukça, eski bilincimin çözüldüğünü, putların tek tek sarsıldığını, büyük gürültülerle yıkıldığını görüyordum. Yeni bir insanın, yeni bir bilincin doğuşunu müjdeleyen sancılardı bunlar.
Sarsıntı ilk adımdır. Geçilecektir sarsıntı sarsılarak. Sağlıklı bir insana, sağlıklı düşünceye, mantığa deneylerden geçerek, adım adım, her adımı yoğurarak, bilerek, bileyerek, egemen güçlerin ideolojik, siyasi, kültürel, bilimsel işgali altında bulunan bilinci ve mantığı değiştirerek varılacaktır.
Bir sabah, «Hazırlan gidiyorsun!» dediler.
Hazırlandım.
Kırk gün kalmıştım hücrede; tadına doyulmaz kırk uzun gün.
Yüreğimin üzerinde biraz endişe, biraz korku, bir sevinç ve hüzün vardı. Nereye götürüleceğimi bilmiyordum. Saçlarım bir, bir buçuk santim kadar uzamıştı. Bir cipe bindirdiler beni. Selimiye’nin öbür yakasına, Ankara yoluna bakan yüzüne götürdüler. Bir sandalyeye oturtup saçlarımı, sıfır numaraya vurdular.
(…)”
Hücrem
Yılmaz Güney
Güney Yayınları, Eylül 1975, İstanbul. Sf.43-44.