Biz insanlar yaratılıştan anlamı olmayan bir dünyaya fırlatılma talihsizliğini yaşamış olan anlam arayan yaratıklar gibi görünüyoruz. En büyük görevlerimizden biri yaşamı destekleyecek kadar sağlam bir anlam icat etmek ve bu anlamı ortaya koymadaki kişisel katkımızı inkâr etme şeklindeki hileli manevrayı gerçekleştirmektir.
Böylelikle anlamın “dışarıda bir yerlerde” bizi beklediği sonucuna varabiliriz. Sağlam anlam sistemlerine yönelik süre giden araştırmamız sıklıkla anlam krizlerine sokar bizi.
Terapistlerin farkına vardığından daha fazla birey yaşamın anlamıyla ilgili endişeleri yüzünden terapiye başvurur. Jung hastalarının dörtte üçünün kendisine bu nedenle başvurduğunu bildirmiştir. Yakınmalar pek çok farklı biçime bürünür: “Yaşamımda bir ahenk yok.” “Hiçbir şey için isteğim yok.” “Neden yaşıyorum? Hangi amaçla?” “Yaşamın daha derin bir anlamı olmalı.” “Kendimi bomboş hissediyorum her gece TV seyretmek kendimi amaçsız, işe yaramaz hissetmeme neden oluyor.” “Elli yaşımda olmama rağmen hâlâ büyüdüğüm zaman ne yapmak istediğimi bilmiyorum,” gibi.
Bir keresinde bir rüya görmüştüm (bu rüyayı Annem ve Hayatın Anlamı’ nda anlattım). Hastane odasında ölümün eşiğinde dolaşırken birdenbire kendimi bir eğlence parkındaki Korku Tüneli’nde buluyordum. İçinde olduğum araba ölümün kara ağzına girmek üzereyken birden ölmüş olan annemin kalabalıkta beni seyrettiğini görüp sesle niyorum, “Anne, anne, nasıldım?”
Rüya ve özellikle anneme seslenişim uzun bir süre etkiledi beni. Bunun nedeni yalnızca rüyadaki ölüm benzetmesi değil, hayatın anlamıyla ilgili karanlık imalarıydı. Bütün hayatımı annemin onayım alma şeklindeki birincil hedefe göre biçimlendirmiş olmamın olası olup olmadığını düşünüyordum. Annemle kötü bir ilişkim olduğu ve hayattayken onun onayına değer vermediğim için rüya çok daha dokunaklıydı.
Rüyada tanımlanan anlam krizi hayatımı farklı bir tarzda keşfetmeye zorladı beni. Rüyadan hemen sonra yazdığım bir hikayede aramızdaki uçurumu kapatmak ve hayatlarımızın anlamlarının hem birbiriyle nasıl iç içe geçtiğini hem de birbiriyle nasıl çatıştığını anlatmak için annemin hayaletiyle bir sohbete girdim.
Bazı deneysel çalışmalar hayatın anlamı hakkında uzun konuşmaları teşvik etmek için bazı araçlar kullanıyorlar. Bunların en yaygın olanı katılımcılara mezar taşlarına ne yazılmasını istediklerini sormak olabilir. Hayatın anlamıyla ilgili bu sorular özgecilik, hedonizm, bir davaya kendini adama, üretkenlik, yaratıcılık, kendini gerçekleştirme gibi amaçların tartışılmasına götürür. Çoğu insan eğer anlam projeleri kendini aşmaya yönelikse, yani kendilerinin dışında bir şeye ya da birine yönelikse bir davaya, bir kişiye ya da ilahi bir varlığa duyulan sevgi gibi daha derin, daha güçlü bir anlam taşıyacaklarını düşünür.
Yüksek teknoloji milyonerlerinin zamanından önce ortaya çıkan yakın dönem başarıları, kendini aşmaya yönelik olmayan hayatın anlamı sistemleri hakkında eğitici olabilir. Bu bireylerin çoğu kariyerlerine açık bir hayalle başlarlar başarma, bir yığın para kazanma, iyi bir yaşam sürme, meslektaşların saygısını kazanma, erken emekli olma. Eşi görülmemiş sayıda otuzlu yaslardaki genç insan aynen bunu yaptı. Ama sonra şu soru ortaya çıktı: “Peki şimdi ne olacak? Hayatımın geri kalanında ne yapacağım sonraki kırk yılda?”
Gördüğüm genç yüksek teknoloji milyonerlerinin çoğu aynı şeyi yapmaya devam ediyor: yeni şirketler kuruyorlar, başarılarını yinelemeye çalışıyorlar. Neden? Kendi kendilerine bunun bir rastlantı olmadığını, bir ortak ya da akıl hocaları olmadan aynı şeyi tek başlarına yapabileceklerini kanıtlamaları gerektiğini söylüyorlar. Çıtayı yükseltiyorlar. Kendilerinin ve ailelerinin güvende olduğunu, bankada daha fazla milyona gereksinimleri olmadığını hissetmek için kendilerini güvende hissetmek için beş, on, hatta elli milyona gereksinimleri vardır.
Harcayabileceklerinden daha fazlasına sahiplerken daha fazla para kazanmanın anlamsızlığını ve mantıksızlığım fark ederler. Ailelerinden zaman çaldıklarını, ilgilendikleri konulara zaman ayıramadıklarını bilirler, ama oyunu oynamaktan vazgeçemezler. “Para dışarıda öylece yatıyor,” derler bana. “Bütün yapmam gereken toplamak.” Anlaşmalar yapmak zorundadırlar. Bir emlak girişimcisi eğer işini bırakırsa yok olacağını söylemişti. Çoğu can sıkıntısından korkar belli belirsiz bir can sıkıntısı dalgası bile hemen aceleyle oyuna geri dönmelerine neden olur. Schopenhauer istemenin asla bitmeyeceğini söylemiştir bir istek doyurulur doyurulmaz bir başkası ortaya çıkar. Kısa bir ara, geçici bir doyma anı olsa da bu hemen can sıkıntısına dönüşür. “Her insan yaşamı acı ve can sıkıntısı arasında ileri geri gider gelir,” der.
Diğer varoluşsal nihai kaygılara (ölüm, yalıtım, özgürlük) yaklaşımımın tersine hayatın anlamı konusuna en iyi dolaylı olarak yaklaşılacağını gördüm. Yapmamız gereken şey çok sayıda anlam olasılığından birine, özellikle kendini aşma temeli olana dalmaktır. Önemli olan ilişki kurmaktır ye biz terapistler ilişkinin önündeki engelleri tanımlayarak ve ortadan kaldırarak en iyisini yapmış oluruz. Hayatın anlamı sorusu Buddha’nm düşündüğü gibi aydınlatıcı değildir. İnsanın kendini yaşam nehrine bırakması ve sorunun akıp gitmesine izin vermesi gerekir.