Hasan Sabbah’ın Selçuklu Saldırılarına Karşı Alamut Savunması – İsmail Kaygusuz

Selçukluların zorba yaklaşımı ve tehdidi Hasan bin Sabbah’ı, fedailerinden birine Sultan’ın yatağı üzerine, kabzasına kağıt sarılı bir hançer koydurdu. Kağıtta şunlar yazılıydı: “Senden çok uzakta Alamut kayalığı üzerinde yattığım seni aldatmasın, çünkü kendine hizmet için seçmiş olduğun kimseler de benim buyruğumdadır ve bana itaat ederler. Yatağına bu hançeri koyabilen biri, onu yumuşak kalbine de saplayabilirdi. Bu sana bir ihtar olsun!”
 Büyük bir dehşete düşen Sultan çok korktu. Kuşatmanın kaldırılmasını emretti e düşmanca planlarından azgeçti. 1123 yılı içinde Hasan bin Sabbah ile, Nizari İsmailileri Bağımsız Deleti’ni tanıyan bir barış andlaşması yaptı.

Alamut’un Hasan Sabbah tarafından alındığı haberleri Selçuklu sultanı Melikşah’ın (1063-1092) e veziri Nizamül Mülk’ün (1018-1092) sarayına ulaştığı zaman fazlasıyla rahatsız oldular ve Hasan Sabbah’a karşı düşmanlık planı kurmaya başladılar. Melikşah bir dizi divan toplantıları yaptı ve Hasan Sabbah’ın Selçuklu üstünlüğüne boyun eğmesini zorlayan elçilik heyetini Alamut’a gönderdi. Hasan Sabbah heyeti saygıyla kabul etti. Onlar Melikşah’ın ihtişamı ve gücünü överek, kendisinden onun üstünlüğünü kabul etmesini istedikleri zaman şunları söyledi: “ Biz İmamızdan başka birilerinin emirlerine boyun eğmeyiz. Sultanların maddi ihtişamı bizi etkileyemez.”
Elçilik heyeti Alamut’tan eliboş ayrıldı. Hasan bin Sabbah onları son olarak şu sözlerle uğurlamıştı:
“ Sultanınıza söyleyin, bıraksın bizi kalemizde barış içinde yaşayalım. Eğer rahatsız edilirsek, ellerimize silahlarımızı almak zorunda kalacağız. Melikşah’ın ordusu, bu kısacık hayata hiç önem vermeyen bizim savaşçılarımızla çarpışacak bir ruha sahip değildir.” Böylece, Melikşah ve veziri Nizamül Mülk, iki yıl boyunca Alamut’a saldırmaya cesaret edemediler.
Alamut’a ilk saldırı, en yakın askeri şef ve Rudhar bölgesi valisi Turun Taş’ın kumandası altındaki Selçuklu güçleri tarafından yapıldı. Von Hammer (1774-1856) “Assasinlerin Tarihi”[1] adlı yapıtında “Hasan bin Sabbah, çok geçmeden Alamut kalesinin sahibi oldu. Ancak zorunlu gereksinim depolarını doldurmadan önce, arkasından Selçuklu Sultanı’nın Rudhbar bölgesini ikda (fief) olarak erdiği bir Emir Turun Taş bütün çıkışları ve tedarik yollarını kesti” diye yazmaktadır. O andan itibaren kale bir tek hücumla düşürülebilirdi; Emir Turun Taş onu kuşattı, ekili tarlalarını mahvetti ve çevrede İsmaililiğe dönmüş olanların hepsini boğazladılar. Alamut’un içinde yiyecek içecek gibi zorunlu gereksinimler yetersizdi, fakat onları çok dikkatli kullanarak, kaleyi alacaklarını uman işgalcileri büyük hayal kırıklığına uğrattılar. Yine de içeride ve dışarıda, ölümün keskin dişleri arasına itildiklerini düşünerek, bu kuşatmanın asla kırılamıyacağını seyreden bazı kimseler vardı.
Hasan Sabbah içerdeki umutsuzlara Kahire’deki İmam Mustansır Billah’tan özel ve acil bir haber almış olduğunu, kendilerine kuvvet gönderdiği ve iyi şans dilediğini açıklayarak karargahı direnmeyi sürdürmeye ikna etti. Bu nedenle Alamut’a „Baldat al-İkbal’ (iyi talih kenti) da denir. Çevreyi hayal kırıklığına uğratan kapkara bir duman sarmış, Hasan’ın gözleri en küçük bir umut ışığını bekliyordu. Turun Taş birçok ciddi saldırılar yaptı, fakat kısa bir süre sonra ansızın öldü. Açlık çeken Alamut sakinleri sonuna kadar dayanmıştı ve kuşatma kırıldı. Bu İsmaililere karşı ilk büyük düşman saldırı hareketiydi.
Melikşah, Turun Taş’ın ordularının tamamıyla bozguna uğradığı haberleri alması üzerine dengesini yitirdi. 1087’de gitmiş olduğu Bağdad’ı, 1091’de ikinci kez ziyaret etti. Orada Abbasilerle, İsmailileri ortadan kaldırma planlarını tartıştı. Varolmalarını İsmaililerle büyük darbe vurmaya bağladı. İsmaililerin ateşli ve acımasız düşmanı olan veziri Nizamül Mülk ona, birini Rudhbar’a, diğerini Kuhistan’a olmak olmak üzere iki büyük ordu göndermesi telkininde bulundu. Böylece, Melikşah İsmaililerin kökünü kazımaya kararlı bir kuvet hazırladı ve 1092 başlarında sefere çıkardı.
Bu arada vezir Nizamül Mülk halkı kışkırtmaya başlamış, Hasan Sabbah’a ve yandaşlarını karşı dinbilginlerinin kalemlerini kullanmıştı. Çok kuvetli bir anti-Şii ve batıni düşmanlığı eyilimi gösteren Siyasetname’sini tamamlayıp telif ettirdi. Kitap, adının belirttiği olgu dışında, -düşmanca olmasına rağmen- İsmaili öğretileri ve tarihi araştırmaları için değerli bir kaynaktır. Şii ve Batıni düşmanlığı, Nizamül Mülk’ün 1092’de öldürülmesinin asıl nedeni olduğu sanılmaktadır. Ancak İbn Khallikan, “Wafayat al-Ayan” (1.st vol., s. 415) kitabında şunları yazmaktadır:
“Rivayet edilir ki ona karşı suikast, bu kadar uzun yaşamasını görmekten bıkmış ve mülkiyetinde tuttuğu çok sayıda ikda ve temlik arazilerine gözdikmiş olan Melikşah tarafından teşvik edildi. Nizamül Mülk’ün öldürülmesi, İbn Darest takma adlı Tacül Mülk Abul Ganaim el-Marzuban bin Husrev Firuz’a yüklenmiştir. Kendisi vezirin düşmanı ve Sultan Melikşah’ın yüksek koruması altında bulunuyordu. Nizamül Mülk’ün ölümünün ardından, başezirin boş kalan yerine atandı.”

Arslan Taş tarafından yönetilen Rudhbar seferi 1092 yılını ortalarında Alamut’a ulaştı ve kuşatma dört ay sürdü. O zaman Hasan Sabbah yanında bulunan az bir yiyecek-içecek, silah donanımı e 70 adamıyla direndi v tam yenilginin eşiğindeydi ki, Kazvin’den 300 kişilik acil imdat birliği geldi. O zaman dışarıya başarılı bir hücum yapmaya muktedir oldu. Kazvin’den 300 adam getiren Dai Didar Abul Ali Ardistani idi. Yeterli yiyecek-içecek gereksinimlerini de getiren bu kişiler gizli yollardan Alamut’a girdiler. Güçlenen garnizon 1092 Kasım sonlarında, düşman kampları üzerine bir gece baskını yapıp, kuşatmacıları Alamut’tan geri çekilmeye zorlayarak onları bozguna uğrattılar. Unutmamalıdır ki, Alamut savaşta henüz uzmanlık kazanmamış olan o genç fedaileri yeni askere almışken, Selçuklu kuvetleri deneyimli askerlerden oluşuyor ve çok iyi donatılmıştı.
Sayıları çok fazla, güçlü ve maharetli de olsalar düşmanları için, İsmaililer bir kibrit idiler. Gerçekten, Hasan’ın yandaşlarının kalplerinde gizlenmiş öfkeyi, coşku ve gayret yalımı tutuşturmuştu. Kökleri derinlere inen bağlılık ruhu ve Hasan bin Sabbah’ın buyrukları, böyle büyük kalabalıkların önünde onlara karşıkonulmaz vuruş güdüsü sağlıyordu. Bu nedenle, düşmanlarının plan ve hazırlıklarını hep boşa çıkardılar. Alamut’a karşı yapılan bu zorlu kuşatma, bir yandan Selçuklulara parçalayıcı bir darbe etkisi yaptı, diğer yandan ise Alamut’ta İsmaililiğin sağlamca kök salmasını sağladı. Hatta anlatıldığına göre, dört ay boyunca kuşatmayı sürdüren Arslan Taş, kalede oturan herhangi bir İsmaili hiç görmemiş; sadece bir gün ordusu, kalenin tepesinde bir an için askerleri gözleyen ve ortadan kaybolan beyazlar giyinmiş bir adamı (Hasan Sabbah) farketmişti.
Öbür yandan, Kızıl Sarık kumandası altındaki Kuhistan seferine çıkan ordu ise, İsmaililerin Dara kalesini ele geçirmeye gücünü odaklamıştı. 1092 yılının sonunda Melikşah, Nizamül Mülk’ün öldürülmesinden 35 gün sonra öldü; Selçuklu planlarının askıya alınması zorunluğu doğunca, daha ilerideki seferler terkedidi. Aynı zamanda, Dara’yı elegeçirmeyi kesinlikle başaramamış olan Kuhistan seferine çıkan ordusu da geri çekildi.
Melikşah’ın ölümü üzerine, Selçuklu imparatorluğu bir iç savaşa; Melikşah’ın oğulları arasındaki çekişmelerin damgasını vurduğu ve on yıldan fazla süren bu iç boğuşmaların içine girdi. Melikşah’ın dört yaşındaki oğlu Mahmud hemen sultan ilan edilirken, aslında en tanınmış ve önde geleni büyük oğul Barkiyaruk idi. Barkiyaruk Rey’e çağrılarak tahta geçirildi. Mahmud 1095’te öldü. Abbasi Halifesi, iktidar payı Batı İran ve Irak olan Barkiyaruk’un yönetimini tanıdı. Barkiyaruk, 1097’den beri Horasan ve Türkistan yöneticisi olan kardeşi Sancar’dan büyük yardım alan üvey kardeş Muhammed Tapar ile bir dizi sonucu alınmayan savaşlar yaptı. Selçuklu prensleri arasındaki kavgalar İsmaililere, Alamut’u mümkün olduğu kadar zor eleçirilir bir kale yapma fırsatı vermiş bulunuyordu.
Hasan bin Sabbah sur duvarlarını sağlamlaştırdı ve çok büyük bir erzak deposu yaptırdı. Daylam’da Alamut’tan başka çok sayıda kaleler ele geçirdi ve Kuhistan’da kuzeyden güneye uzanan 200 mil üzerinde bir grup kale ve kasabaları kontrol altına aldı. İsmaililer, Damgan’ın kuzeyine doğru Mansurakuh ve Mihrin kalelerini işgal ettiler. Ayrıca Kumi’de en önemli kalelerden biri olan Girdkuh’a da sahiboldular. Eski adı Diz Gunbadan (sağlam kubbeli) olan Girdkuh ve çeresi Mansurabad olarak bilinir ve çok verimliydi. 1096 yılı içinde Lamasar kalesi de Kiya Buzurk Ummid kumandası altında fethedildi.
Burada, Nasuriddin Abdul Raşid el-Celil tarafından yazılmış, Melikşah’ın ölümünden sonra Isfahan’daki radikal hareketleri yansıtan “Kitab al-Nagd ”dan aktaracağımız bir olay dikkate değer bulunmaktadır: Manakib-khwans adını taşıyan Şii şarkıcı grupları, caddelerde Ali’nin ve soyundan gelenlerin erdemlerini yücelten şarkılar söyleyerek dolaşıyorlardı. Manakib-khwans’ın etkisini denkleştirmek için Sünni rejim, Ömer ve Ebu Bekir’in erdemlerini öven Fada’il–khwans (erdem şarkıcıları) gruplarını kullandı ve Şiilere hakaret etti. Bu olay, Selçuklu imparatorluğunda dinsel dinsel kışkırtma ve çalkantılar yarattı.
1184’te Zahiruddin Nişaburi tarafından derlenip yazılmış olan “Seljuk-nama”ya (Tehran, s.41) göre “486/1093 yılında, sözde bir İsmaili karı-kocanın, evlerinde gelip geçenlere tuzak kurduğu e onlara işkence ederek öldürdükleri dedikodusuyla Isfahan halkı harekete geçti; tüm şüpheli İsmailileri biraraya toplayıp, onları kentin ortasındaki ateş yığınının içine canlı canlı fırlattılar”. Selçuklu kaynaklarında İsmaililere karşı, garip renklere boyanmış başka birkaç olay daha vardır.
Carole Hillenbrand “The Power between the Saljuqs and the İsmailis of Alamut” yapıtında, “12 e 13.yüzyıl Sünni kaynakları genel olarak Alamut İsmaililerine karşı Selçuklu başarılarını şişirmeye uğraşıyorlar; özellikle sultan Muhammed Tapar ile ilgili olayları…” diye yazmaktadır.[2]
Elimizin altındaki kaynaklar, -Muhammed Tapar dışında- Melikşah’ın oğulları İsmaililerle savaşı sürdürmekten hoşlanmadılar, fakat İsmaililerle uzlaşma yapıyorlar suçlamasından kaçınmak maksadıyla savaş yapmaya zorlandılar. Melikşah oğlu Barkiyaruk 1095’de kardeşlerinden üstün geldiği zaman, İsmaililerle savaşmak için herhangibir girişimde bulunmadı. Hatta 1100 yılı içinde Barkiyaruk kardeşiyle savaş yaparken, ordusuna 5000 İsmaili savaşçısı almıştı. Ancak Sünni halk ve ulema Barkiyaruk’u İsmailileri kayırmak, onlara iyi muamele etmekle suçladılar Bununla da yetinmeyip İsmaililiğe döndüğü yayılınca, onları ordusundan uzaklaştırdı. 1101 yılında, Batı İran’da Barkiyaruk, Horasan’da Sancar, İsmailileri Selçuklu iktidarı için bir tehdit saymak ve onlara karşı harekete geçmek bağlamında bir anlaşmaya gittiler.
Barkiyaruk 1105’de öldü ve Muhammed Tapar tartışmasız sultan oldu. Sancar ise onun vekili olarak doğuda Belh’te kaldı. Muhammed’in başa gelişiyle hanedan çekişmesi sona erdi ve Selçuklular İsmaililere karşı büyük saldırılarda bulundular. Selçuk İmparatorluğunun başkenti İsfahan’ın 8 km kadar güneyindeki bir dağ üzerinde kurulmuş Şahdiz kalesini ele geçirmek amacıyla 1107’de büyük bir şiddetle İsmaililere doğru yöneldiler. Melik Şah’ın ölümü ve oğulları arasında başlayan iç savaşın başlaması baş Dai Ahmet bin Abdul Malik İbn Attaş’a iyi bir şans vermiş. Bu dönem içinde al-Firdevs adını erdikleri Şahdiz kalesini (Kuhistan’da) elegeçirmişti. Onun burada İsmaililer için kurduğu bir okulda, kaleyi yönettiği 12 yıl içinde bu okulda, İsfahanlı 30 000 kişi eğitilerek İsmaili inancına çevrilmiştir. 1101 yılında dai Ahmet bin Abdülmelik bin Attaş Şahdiz’i Farslar için Horasan’da İsmaili davasının Alamut kadar önemli bir merkezi yapmıştı. Şahdiz kalesine hücum eden Selçuklular, bütün İsmailileri acımasızca katlettiler.
Dai Ahmet bin Abdülmelik elinde kalan 80 adamıyla büyük çapta yıkılmış olan Şahdiz kalesini ayakta kalan kısmını tutmuştu. Adamları kahramanca çarpıştı e öldürüldüler. Müceherlerle süslü karısı teslim olmadı ve kendisini duvardan aşağı ölüme fırlattı. Ancak Ahmet’i yakalayıp esir ettiler; Isfahan caddelerinde gezdirilip teşhir edildi. Kendisine hakaret edildi, taşa tutuldu ve canlı canlı derisi yüzüldü. Isfahan’ın 30 km kadar güneyindeki Khanlanjan isimli diğer bir İsmaili kalesi de Selçuklular tarafından yağmalandı.
1108’de, Sultan Muhammed veziri Ahmet bin Nizamül Mülk yönetimi altında Alamut’a bir askeri sefer düzenledi. Alamut kalesine hücum edildi, fakat saldırı geri püskürtüldü ve sonuç alınamadı. Bununla birlikte Sultan Muhammed İsmaililere düşman olmayı sürdürdü. Bernard Lewis’e göre, “Alamut’un fethedilmesi doğrudan saldırıyla gerçekten olanaksızdı. Bunun için Sultan diğer bir tekniği; İsmailileri saldırıya artık direnemiyecekleri noktaya kadar zayıflatacağı umut edilen yıpratma saaşlarını denedi.”[3] 1109 yılında, bu nedenle Alamut’un güçten düşürülmesini, o zamanki Sawa valisi Anushtagin Shigir’e görev olarak verdi. Bunun üzerine Anushtagin Shigir Rudhbar’daki ekin tarlalarını imha etti; 8 yıllık takip ve cezalandırma süresi boyunca Lamasar ve diğer kaleleri kuşatma altında tuttu.
Bu arada o Alamut’a da, İsmaililere şiddetli zorluklar çektiren büyük bir sarma hareketi yapmıştı. Bu kuşatma Hasan Sabbah ve diğer bir çoklarının karılarını ve kızlarını, ip bükerek geçimlerini kazanmakta oldukları yer olan Girdkuh’a göndermeye zorunlu kıldı. Onları bir daha görmediler ve bundan sonra kadınların hiçbirisinin kaleye girmesine izin erilmedi. Kuşatma boyunca Hasan Sabbah, her kişiye üç taze ceviz ve birer ekmek düşmek üzere erkekler arasında yiyeceği bölüştürmek zorunda kaldı. Anushtagin Shirgir, çeşitli bölgelerin Selçuklu emirlerinden düzenli olarak destekleyici güçler aldı. Anushtagin’in mancılıklar kullandığı 1118 yılında İsmaililer en kötü günlerini yaşadılar; karargahı mancınık bombardımanıyla hemen hemen çökertilmiş olan Alamut, yenilginin eşiğinegeldi. Yiyecek stoku aşağı yukarı üç gün içinde bitme durumundaydı ki; Sultan Muhammed’in ölüm haberi ulaştı.
Bunun üzerine, Selçuk orduları kuşatmayı kaldırmaya mecbur oldu. Anushtagin’in savaşı uzatmak için para ödeme tekliflerine aldırış etmeden Rudhbar’ı terketti. O da Alamut kuşatmasını bırakmak zorunda kaldı ve geri çekilirken çok sayıda adamlarını kaybetti. İsmaililer Selçuk ordularının arkalarında bıraktıkları her türlü gereksinim stoklarının sahibi oldular. Bundari 623/1226 yılı içinde yazdığı “Zubdatu’n Nasrah wa Nakhbatu’l Ushrah”[4] yapıtında; gizli bir İsmaili olan Selçuklu eziri Kamuddin Nasır el-Dargazani’nin, Selçuklu zaferinin önlenmesinde e Anushtagin Shirgir’in ordusunun Rudhbar’dan çektirilmesinde yarıyarıya rol oynamış olduğunu yazmaktadır.
Sekiz yıl boyunca onlara çektirdikleri zorluklar ve şiddetli darbelerden uzak kalmaları için İsmaililere zorunlu fırsat veren Selçuklu İmparatorluğu içinde, Sultan Muammed’in ölümünü yine bir iç çatışmalar dönemi izledi. Sultan Muhammed Tapar’ın yerine, 14 yıldır (1118-1131) Batı İran’ı yöneten oğlu Mahmud Isfahan’da tahta oturmuştu. Ancak o da tahtın diğer isteklileriyle yüzyüze gelmek zorunda kaldı. Daha soraları Sultan Muhammed’in öbür üç oğlu Tuğrul II (1132-1134), Mesud (1134-1152) e Süleyman Şah (1160-1161) ile torunlarından birkaçı dahi Batı Sultanlığını çatışmalar içinde sürdürdüler.
1097 yılndan beri Doğu eyaletlerini kontrol altında tutan Mahmud’un amcası Sancar şimdi Selçuklu ailesinin başı kabul edildi. Bu güçler dengesi içinde Sancar, taht tartışmalarının çözümünde karar verici bir rol oynadı. Başlangıçta Mahmud, Sawa’da kendisini yenmiş olan Sancar tarafından işgale maruz kaldı. Fakat bir anlaşma sonucunda Sancar, Kuzey İran’daki önemli toprakları ondan alırken, Mahmud’u kendisine ardıl (halef) yaparak bu topraklara hükmetmeyi sürdürdü. Ancak bir sure sonra Mahmud’un kardeşi Tuğrul başkaldırdı ve Gilan ile Kazvin’i işgal etti.
Bu arada Alamut’un gücü arttığı için Selçukluların düşmanlığı yeniden şiddetlendi. Sancar da atalarının ayak izlerini takıbetmeyi sürdürdü. Kuhistan’daki İsmaililere karşı birlikler gönderdi ve kendisi de güçlü bir orduyla Alamut üzerine hareket etti. Hasan bin Sabbah, Sultan’ı, barış rica ederek ikna yoluyla planlarından vazgeçirmek için çeşitli girişimlerde bulundu, fakat hepsi boşa gitti.
Selçukluların zorba yaklaşımı ve tehdidi Hasan bin Sabbah’ı, fedailerinden birine Sultan’ın yatağı üzerine, kabzasına kağıt sarılı bir hançer koydurmaya zorladı. Kağıtta şunlar yazılıydı: “Senden çok uzakta Alamut kayalığı üzerinde yattığım seni aldatmasın, çünkü kendine hizmet için seçmiş olduğun kimseler de benim buyruğumdadır ve bana itaat ederler. Yatağına bu hançeri koyabilen biri, onu yumuşak kalbine de saplayabilirdi. Bu sana bir ihtar olsun!”
Büyük bir dehşete düşen Sultan çok korktu. Kuşatmanın kaldırılmasını emretti e düşmanca planlarından azgeçti. 1123 yılı içinde Hasan bin Sabbah ile, Nizari İsmailileri Bağımsız Deleti’ni tanıyan bir barış andlaşması yaptı. Hasan’a Kumi e buraya bağlı yerlerin gelirlerini toplama hakkını bağışladı. Ayrıca bu anlaşmayla Girdkuh kalesinin aşağısından geçen keranlardan yol parası toplama hakkını da İsmaililer garantiye aldılar. Andlaşmanın diğer maddeleri İsmaililerin yeni kaleler inşa etmemeleri; artık silah donanımları satın almamaları ve andlaşmanın imzalanma tarihinden sonra inançlarına yeni kimselerin katılmasını sağlamamalarıydı.[5]

İsmail Kaygusuz
Hasan Sabbah ve Alamut


Notlar
1. History of the Assassins, London-1935, s.78.
2. Farhad Daftary, Mediaeal İsmaili History and Thought, New York, 1966, s.216.
3. “The Assassins”, London, 1956, s.56.
4. ed. M.T. Houtsma, Leiden, 1889.
5. Buna karşılık günümüz Türk tarihçileri bunu Selçukluların lehine bir barış anlaşması gibi görmekte ısrarlı: “Batıniler‟in Selçuklu
İmparatorluğu raiyyetliğine Kabul edildiği görülüyor…Görünüşe göre, tıpkı birinci teşebbüsten sonra olduğu gibi, şimdi de Selçuklu İmparatorluğu ile Batıniler arasında bir anlaşma oldu; daha doğrusu, kendi akidelerine kimseyi davet etmemeleri, büyük şehirlere inip yerleşmemeleri, normal raiyyetlikle meşgul olmaları ve yolların emniyetini ihlal etmemeleri şartlarıyla devlet tarafından onlara aman verildi.” ( Prof.Dr. Mehmet Altay Öymen, Selçuklu Devri Türk Tarihi, Ankara: TDK Basımevi, 1989, s.215)

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz