HARARİ: JAPON TURİSTLER HER ŞEYİN FOTOĞRAFINI ÇEKTİKLERİ İÇİN ALAY EDİLİYORDU ŞİMDİ HERKES ONLAR GİBİ

Yirmi yıl önce Japon turistler yanlarından ayırmadıkları fotoğraf makineleriyle etraftaki her şeyin fotoğrafını çektikleri için tüm dünyada alay konusu hâline gelmişlerdi. Şimdiyse herkes onlar gibi davranıyor. Hindistan’a gidip bir fil gördüğünüzde bir an durup, “Ne hissediyorum?” diye sormuyorsunuz bile. Alelacele telefonunuzu bulmaya çalışıyor, filin fotoğrafını çekip Facebook’a yüklüyor sonra da iki dakikada bir kaç beğeni aldığınızı kontrol ediyorsunuz. Nesiller boyu yaygın olarak sürdürülmüş hümanist bir uygulama olan günlük tutmak, bugün pek çok genç insana son derece anlamsız görünüyor. İnsan kimsenin okuyamayacağı bir şeyi neden yazar? Artık sloganımız değişti: “Bir şey deneyimliyorsanız, kaydedin. Bir şey kaydettiyseniz, yükleyin. Bir şey yüklediyseniz, paylaşın.”

Kaydet, Yükle, Paylaş!

Tabii yirmi yaşın altındaysanız, muhtemelen ikna edilmeye bile ihtiyacınız yoktur. Mahremiyetlerinden, özerkliklerinden ve bireyselliklerinden vazgeçmek pahasına da olsa, insanlar veri akışının bir parçası olmak istiyor. Hümanist sanat bireysel dehayı kutsar, bu sayede Picasso’nun bir peçeteye karaladıkları Sotheby’s tarafından milyonlarca dolara satın alınabilir. Hümanist bilim bireysel araştırmacıyı yüceltir, bu yüzden her araştırmacı isminin Science ya da Nature’da yayımlanacak bir makalenin tepesinde yer almasını ister. Oysa giderek daha fazla sanatsal ve bilimsel üretim “herkesin” işbirliğiyle ortaya çıkıyor. Wikipedia’nın yazarı kim? Hepimiziz.

Birey devasa bir sistemin içinde kimsenin tam olarak anlayamadığı minicik bir çipe dönüşüyor. Her gün elektronik postalar, telefon konuşmaları ve makalelerden oluşan sayısız veri bitini absorbe ediyor, tüm bu veriyi işliyor ve daha fazla elektronik posta, telefon konuşması ve makaleyle yeni küçük veri bitleri hâlinde geri aktarıyorum. Büyük resimdeki yerimi ya da benim veri bitlerimin dünyadaki milyarlarca insan ve bilgisayar tarafından üretilen diğer veri bitleriyle nasıl bağlandığını bilmiyorum. Bu ilişkiyi çözecek vakte sahip değilim çünkü elektronik postalarımı yanıtlamakla meşgulüm. Daha çok elektronik posta yanıtladıkça, daha çok telefon görüşmesi yaptıkça ve daha fazla makale yazdıkça, yani etkin bir biçimde veri işledikçe, etrafımdaki insanlar daha da fazla veri yığınına gömülüyor.
Dur durak bilmeyen veri akışı, kimsenin aklına bile gelmemiş, kontrol edilemeyen ya da kavranamayan yeni keşifleri ve sorunları beraberinde getiriyor. Kimse küresel ekonominin nasıl işlediğini ya da küresel siyasetin nereye gittiğini anlayamıyor. Zaten kimsenin anlamasına da gerek yok. Yapmamız gereken tek şey elektronik postaları daha hızlı yanıtlamak ve sistemin tüm yazışmalarımızı okumasına izin vermekten ibaret. Serbest piyasa kapitalistlerinin piyasanın görünmez eline yürekten inanması gibi, Dataistler de veri akışının görünmez eline güveniyor.

Küresel bilişim sistemi her şeyi bilen ve her şeye kadir bir hâle büründükçe, sisteme bağlanmak anlamın tek kaynağı hâline geliyor. İnsanlar veri akışıyla kaynaşmak istiyorlar çünkü bu akışın bir parçası olduklarında kendilerini çok daha büyük bir şeyin parçası gibi hissediyorlar. Geleneksel dinler bireylerin her eyleminin büyük kozmik bir planın parçası olduğunu, Tanrı’nın her an hepimizi izlediğini ve duygu ve düşüncelerimizle tek tek ilgilendiğini söylüyordu. Şimdi de veri dini her sözün ve her eylemin devasa veri akışının bir parçası olduğunu, algoritmaların bizi aralıksız izlediğini, her türlü duygu ve düşüncemizle tek tek ilgilendiğini buyuruyor. Çoğu insan bu durumdan hoşnut. Veri akışıyla bağlantının kopması, inancı tam olanlar için yaşamın anlamını kaybetmeyi göze almak demek.

Kimse bunun hakkında bilgi sahibi olmayacaksa ve küresel bilgi alışverişine bir katkı sunmayacaksa, bir şeyleri deneyimlemenin ya da gerçekleştirmenin ne anlamı olabilir? Hümanizm deneyimlerimizin kendi içimizde ortaya çıktığını, olup bitenin farkına varmamız için kendimizi keşfetmemiz gerektiğini, böylece evrene bir anlam katabileceğimizi öğütlüyordu. Dataistlerse deneyimlerin paylaşamadıkları takdirde değersiz olduğuna, kendi içimizde bir anlam bulmaya ihtiyacımız olmadığına, hatta istesek de bir anlam bulamayacağımıza inanıyor. Deneyimlerimizi kaydedip devasa veri akışına aktarmamız yeterli; algoritmalar deneyimlerimizin anlamını kavrayacak ve bize ne yapmamız gerektiğini söyleyecektir. Yirmi yıl önce Japon turistler yanlarından ayırmadıkları fotoğraf makineleriyle etraftaki her şeyin fotoğrafını çektikleri için tüm dünyada alay konusu hâline gelmişlerdi. Şimdiyse herkes onlar gibi davranıyor. Hindistan’a gidip bir fil gördüğünüzde bir an durup, “Ne hissediyorum?” diye sormuyorsunuz bile. Alelacele telefonunuzu bulmaya çalışıyor, filin fotoğrafını çekip Facebook’a yüklüyor sonra da iki dakikada bir kaç beğeni aldığınızı kontrol ediyorsunuz. Nesiller boyu yaygın olarak sürdürülmüş hümanist bir uygulama olan günlük tutmak, bugün pek çok genç insana son derece anlamsız görünüyor. İnsan kimsenin okuyamayacağı bir şeyi neden yazar? Artık sloganımız değişti: “Bir şey deneyimliyorsanız, kaydedin. Bir şey kaydettiyseniz, yükleyin. Bir şey yüklediyseniz, paylaşın.”

Bu kitap boyunca tekrar tekrar insanları hayvanlardan üstün kılan şeyin ne olduğunu sorguladık. Dataizmin bu soruya verdiği yeni ve basit bir cevap var. Kendi içinde değerlendirildiğinde, insan deneyimlerinin kurtların ya da fillerinkinden üstün hiçbir yanı yoktur. Her bir veri en az bir diğeri kadar değerlidir. İnsanlar bu deneyim hakkında bir şiir yazıp bunu internette paylaşarak küresel bilişim sistemini zenginleştirebilir. Bu da insanların ürettiği veriyi daha değerli kılar. Kurt bunu yapamayacağı için, deneyimleri ne kadar derin ve karmaşık olursa olsun, tek kelimeyle değersizdir. Deneyimlerimizi bıkıp usanmadan veriye çevirme çabamıza şaşmamak gerek. Bu popüler olmakla değil hayatta kalmakla ilgili bir mesele. Hem sisteme hem de kendimize hâlâ bir değer taşıdığımızı kanıtlamamız gerekiyor. Kıymetimiz deneyim sahibi olmakla değil, bu deneyimleri serbest hareket edebilen verilere dönüştürebilme kapasitemizle belirleniyor.

(Bu arada kurtlar, daha doğrusu akrabaları köpekler de sistem için umutsuz vaka değil. “No More Woof” [Artık Havlamak Yok] adlı şirket, köpek deneyimlerini okumak için köpeklere özel bir başlık geliştiriyor. Köpeğin beyin dalgalarını izleyen bu elektronik başlık, bilgisayar algoritmalarıyla basit mesajları, “öfkeliyim” gibi ifadelerle insan diline çeviriyor. Böyle giderse köpeğiniz de kendine ait bir Facebook ya da Twitter hesabı açabilir, ki muhtemelen sizden daha çok takipçisi olur.)

Yuval Noah Harari
Homo Deus/ Yarının Kısa Bir Tarihi
Türkçesi: Poyzan Nur Taneli

Cevap Ver

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz